Geçtiğimiz haftalarda AKP hükümeti tarafından Meclise “Nüfus Hizmetleri Kanunu ve Mağdur Hakları” başlığıyla yeni bir yasa tasarısı getirildi. İl ve ilçe müftülerine resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesini de içeren bu tasarı Meclisin onayından geçerse, önümüzdeki dönemde müftüler aynı zamanda nikâh memurları olarak görev yapacaklar.
AKP’nin bu yeni hamlesine haliyle kadın kuruluşları başta olmak üzere pek çok muhalif kesimden itiraz sesleri yükseldi. AKP’li bakanlar da cevaben –aslında tasarıyı topluma pazarlamak için– çeşitli açıklamalarda bulundular. Tasarının amacının belediye başkanlarının ve çalışanlarının iş yükünü hafifletmek, kayıt dışı ya da çocuk evliliklerin önüne geçmek ve toplumun gönlünde yatan beklentileri karşılamak olduğunu iddia ettiler. Ayrıca açıklamalarını “Papaz nikâh kıyıyor da müftü niye kıymasın?”, “Müftülerin kıyacağı nikâh, laikliğin gereği ve şartıdır!” şeklindeki manipülatif ifadelerle süslediler. Bu gibi durumlarda “Edep ya hu!” diye halk arasında sıkça söylenen bir söz vardır ama biz söylemeyeceğiz. Yalanın, ahlâksızlığın, riyakârlığın ve bilcümle kötülüğün numunesi olan bir rejimde ve bu rejimin temsilcilerinde ne “edep” arıyoruz ne de onları “edebe” davet ediyoruz! Fakat Marksist Tutumcu gençler olarak, AKP’nin bu tasarıyı topluma pazarlarken sunduğu argümanların sahteliğinin ve bizzat bu tasarının gündem edilmesinde güdülen amacın teşhir edilmesini kendi sınıfımızın politikasını üretmek açısından da gerekli görüyoruz.
İlk olarak; iktidardan yapılan açıklamaların aksine bu yasa tasarısı laikliğin ne gereği ne de şartıdır. Mevcut medeni hukuk çerçevesinde sınırları çizilmiş bir kamu hizmetinin (nikâh ve evlilik işlemi), tek bir inanca (Sunni) göre yeniden düzenlenmesi anlamına gelen malûm tasarı, bir eşitsizliği içinde barındırdığı gibi laikliğe de apaçık aykırıdır. Laiklik en bilindik ve kaba tabirle din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelir ki şu haliyle devletin müftü gibi bir “din görevlisi” olması bile laikliğe aykırıyken, medeni bir hakkın “din görevlilerine” devredilmesi nasıl laikliğin şartı olsun!
İkinci olarak; bu tasarının bıraktık kadınların yaşadığı sorunları giderecek bir çözüm sunmasını, mevcut sorunları daha da derinleştireceği, katmerleştireceği de açıktır. AKP iktidarı boyunca kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz vakaları ile çocuk istismarı, küçük yaşta evlendirme vakaları yıllar içinde katlanarak arttı. AKP’nin gerici, ataerkil zihniyetinin ve politikalarının kadına yönelik her türlü şiddeti ve vahşeti meşrulaştırdığı rakamlarla ortadadır. Meselâ son olarak Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu sadece Temmuz ayında 28 kadının katledildiğini, 23 kadının cinsel istismara ve şiddete maruz kaldığını, 27 çocuğun istismara uğradığını, 8 kadının yaşam tarzına yönelik saldırıların hedefi olduğunu açıkladı. Duyulan vakaların gerçeğin sadece bir kısmını oluşturduğu, gerçekliğin çok daha vahim boyutlarda olduğu da ne yazık ki malûmdur. Yaşadığımız topraklardaki “namus”, “ahlâk”, “ayıp”, “gelenek”, “töre” gibi kavramların ataerkil zihniyetin hâkim olduğu örgütsüz bir toplumda taşıdığı anlamlar yüzünden tecavüz vakalarının ya “namus cinayetleri” ile ya da tecavüzcüyle evlendirmeyle sessiz sedasız “çözüldüğü” bilinen ve korkunç boyutları olan bir gerçektir.
Bu durumun devletin polis, yargı gibi mekanizmaları eliyle göz ardı edildiği ve hatta üstü kapalı teşvik edildiği de pek çok örnekle sabittir. Ya da “13 yaşındaki çocuk dini nikâhla evlendirilebilir” diyen, çocukların cinsel ilişkiye rıza yaşını 12’ye indiren, tecavüze uğrayan çocuğun “rızası vardı” yönünde hüküm veren, kravat takan tecavüzcüye “iyi hal” indirimi veren bir zihniyet iktidardayken, küçük yaşta evlendirmelerin, istismarın ve tecavüzlerin bu denli yaygın oluşu bir tesadüf olabilir mi? Tüm bu açılardan bakıldığında cinsiyetçi söylem ve politikalarına dini argümanlar ile dayanak sağlayan AKP’nin Meclise getirdiği tasarının yasalaşması durumunda, toplumda zaten var olan küçük yaşta evlendirme, taciz ve tecavüz gibi vakaların daha kolay hasıraltı edilmesinin ve yaygınlaşmasının bir aracı olacağını kestirmek de güç olmasa gerek. Ayrıca her ne kadar bugünkü tasarıda müftülere resmi (!) nikâh kıyma yetkisi verilmiş olsa da, zaman içinde resmiliğin muğlâklaşıp ortadan kalkmasıyla evlilik, miras, boşanma gibi haklarda kadınların güvencesizliğe itilmesiyle de sonuçlanabilir.
Yukarıda saydıklarımız bir yana, tartışılan yasa tasarısının bir boyutunu da AKP ve Erdoğan’ın yıllardır sürdürdüğü fakat son dönemde tüm politikalarının önemli bir amacını oluşturduğu kutuplaştırma siyaseti oluşturuyor. Bu siyasetin oldukça sinsi tuzakları da içinde barındırdığını baştan söyleyelim. Erdoğan ve AKP, emekçileri kutuplaştırıp ayrıştırmak için sürekli olarak yeni çatışma unsurları ortaya atıyor ve niteliği malûm rejiminin kilometre taşlarını da bu politikalar üzerinden döşüyor. Tasarının yasalaşması durumunda “müftüye nikâh kıydıran dindarlar” ve “belediyeye nikâh kıydıran dinsizler” şeklinde yapay bir çatışma ve kutuplaşma oluşma tehlikesi hiç de az değil!
Bırakalım tasarının yasalaşması durumunu, bu konunun Meclis gündemine gelmesiyle bile belli oranda bu kutuplaşmanın yaşandığını söyleyebiliriz. “Ya bizdensin ya da onlardan!” söylemini dilinden düşürmeyen iktidar, toplumun emekçi kesimlerini de bu son örnekte olduğu gibi yarattığı suni çatışmalar üzerinden birbirine kırdırmaya çalışıyor. Sürekli bir düşman ya da en hafif tabirle karşıt bir kutup yaratılarak kendi tabanını diri tutmaya çalışan AKP ve Erdoğan, bu konuda en çok dini konulara ve dini söylemlere başvuruyor. Öteden beri yaratılan kutuplaştırmanın keskinleşmesi için dini söylemi toplumun her alanında daha da görünür kılmaya ve sürekli olarak emekçiler arasında suni çatışmalar yaratmaya çalışıyorlar. Müftülere nikâh kıyma yetkisi verilmesi tartışmasından önce hatırlanacaktır, benzer şekilde eğitim müfredatının “cihat” kavramını içermesi gündeme getirilmişti. Bu ve benzeri pek çok konuda olduğu gibi dini söylemler üzerinden bir kesim korkutulup bir yana itilirken, dini duyguları istismar edilen kesimler de iktidarın yanına çekilmekte ve emekçi kitleler ayrıştırılmaktadır. Buradan da emekçi kitlelerin hatırı sayılır bir kısmının desteğini arkasına alan ve tüm iktidar güçlerini elinde bulunduran AKP ve Erdoğan kazançlı çıkıyor.
Marksist Tutum yazarları tarafından, burjuva rejimin totaliter bir diktatörlüğe evrimi, geçirdiği çeşitli süreç ve evreleriyle beraber pek çok yönden işlendi, işleniyor. Bu son yasa tasarısı da Erdoğan rejiminin emelleri doğrultusunda atılan bir adım olarak değerlendirilmelidir. Bunun malûm rejimin mimarlarının toplumun dokusunu değiştirme girişiminin ve kitle tabanını sağlamlaştırma çalışmasının bir parçasını oluşturduğu gözden kaçmamalıdır. Bu konuda emekçileri kutuplaştırıcı bir dil kullanan iktidarın tuzaklarına düşülmemelidir. Bu gibi uygulamaları, sadece dini uygulamalar karşıtlığı ve laikliğin elden gittiği propagandası temelinde emekçilere anlatmak iktidarın minderinde güreşmek anlamına gelir ki, bu da onların değirmenine su taşır. AKP ve Erdoğan’ın müftülere nikâh yetkisi vermek istemesini de bunu kendi belirlediği başlıklar halinde toplumun tartışmasına açmasını da izledikleri genel politik hat ve emelleri üzerinden bütünlüklü olarak kavramak ve emekçilere o şekilde anlatmak gerekir. Çünkü toplumun öncü-mücadeleci kesimleri başta olmak üzere emekçi kitlelerin dikkatinin çekilmesi gereken asıl tehlike odur.
link: Marksist Tutumcu gençler, Rejimden Bir Gerici Adım Daha: Müftü Nikâhı!, 24 Ağustos 2017, https://en.marksist.net/node/5817
Saray’ın “Sivil Toplum” Söylemi Üzerine
Hayatımın Dönüm Noktası Mücadele Etmek Oldu