AKP hükümeti iktidara geldiğinden bu yana eğitim sisteminde türlü değişiklikler uyguladı. Ortaöğretim geçiş sınavlarından üniversite sınavlarına, meslek liselerinden imam hatiplere, eğitim sistemine kendi isteği doğrultusunda biçim verdi. Gerek 2005’te yapılan müfredat değişikliği gerekse de 2012’de uygulamaya konulan 4+4+4 sistemi, değişikliklerin kimlere hizmet ettiğinin göstergeleridir. Yapılan değişiklerle, “paran kadar eğitim” uygulamasının önü açıldığı gibi, eğitimde dini derslerin yoğunluğu arttırıldı ve imam hatipler yaygınlaştırıldı. Sermayenin ucuz işgücü kaynağı meslek liseleri de AKP’nin ilgi gösterdiği alanlardan birisi oldu ve bu alanda da sömürü yoğunlaştırıldı. Her ne kadar sık sık eğitim üzerinde oynamalar yapılsa da, AKP halen kendisine sorgusuz sualsiz bağlı olan kadroları ihtiyaç duyduğu ölçüde yetiştirememiştir. Tam da bu yüzden, tam gaz, köklü sistem ve müfredat değişikliklerine girişmektedir.
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, 13 Ocakta, 2017-2018 eğitim-öğretim yılının yeni bir müfredatla başlatılacağını açıkladı. Yılmaz, düzenlediği bilgilendirme toplantısında yeni müfredat çalışmaları kapsamında, 172 sınıf düzeyi için 53 dersin taslak öğretim programının hazırlandığını belirtti. İlk ve ortaöğretimi etkileyen bu program taslağının piyangodan çıkar gibi hazırlanmasının pek hayra alamet olmadığı ortada. Alelacele hazırlanan bu program taslağı, son derece “demokratik” bir süreçten geçtiğimiz için olacak ki, MEB’in sayfasında yayımlandı ve değerlendirilmek üzere askıya çıkarıldı. Bakan Yılmaz’ın açıklamasına göre herkes program maddelerini eleştirip, istediği öneriyi yapabilecek ve öneriler 10 Şubat 2016 tarihine kadar alınacak. Sözde bu programa itirazı olanlar ve değişiklik isteyenler dikkate alınacak ve ona göre de programdaki maddeler tekrardan düzenlenecek.
Bu sahte demokratlığın baştan fiyasko olduğu besbelli. Öncelikle hazırlanan bu müfredat taslağı kimler tarafından hazırlandı? Bakanlığın açıklamasını dikkate alırsak bu taslağı öğretmenler, eğitim uzmanları ve akademisyenlerden oluşan bir komisyon hazırladı. OHAL ile birlikte çıkarılan KHK’lar ile on binlerce öğretmen, akademisyen ve eğitim uzmanının işine son verildiğini hesaba katarsak, bu komisyonda iktidar yandaşı olmayan kişilerin olduğunu düşünmek düpedüz saflık olur. Eleştiri ve önerilerin alınması meselesine gelirsek, 52 dersin tamamında değişikliğe gidildiği düşünüldüğünde bu kadar kısa süre içerisinde tüm taslağın okunması, incelenmesi, eski müfredatla ve diğer eğitim sistemleriyle karşılaştırılıp, üzerine kafa yorulup yeni öneriler sunulması mümkün değildir. Fakat zaten gerçekte MEB’in böyle bir niyeti olmadığından, açıklama yapılır yapılmaz, bazı il ve ilçelerde okullardaki zümre öğretmenlerinin cep telefonlarına kısa mesaj gönderilmiş ve 24 saat içerisinde görüş ve öneride bulunmaları istenmiştir. Bu durumda Milli Eğitim Bakanlığının dillendirdiği askı sürecinin tam bir kandırmacadan ibaret olduğu ortaya çıkıyor. 10 Şubata kadar görüş ve önerilere hazır olan MEB’in sayfası açıldığında ana başlık olarak “Yarın İçin Bugünden” başlığı bulunuyor. İktidarın emelini özetleyen bu başlık alt başlıklara ayrılmış. Sayfadaki yeni eğitim müfredatının gerekliliğinin ve yeterliliğinin anlatımı ise şeytanın gör dediği cinsten.
Az bilgi çok kazanım!
Yeni müfredatta Finlandiya modelini örnek aldıklarını söyleyen Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz kitaplarda “az bilgi, çok kazanım” sistemini belirlediklerini açıkladı. Peki, “az bilgi, çok kazanım” ne anlama geliyor? MEB sayfasında yer alan kitap programı taslaklarına bakıldığında pek de az bilgiden söz edemeyiz. Hatta ilköğretim düzeyinde bile küçük yaştaki çocukların beynini çorbaya çevirecek cinsten fazlasıyla “bilgi” yer alıyor. Birbiriyle çelişkili, bilimsellikten uzak, dini dogmalarla donatılmış, milliyetçi kin zehri akıtan bilgilerin körpe beyinlere işlenmesi… İşte bu da AKP için çok kazanım!
Taslakta yer alan konuları detaylı bir şekilde ele alırsak içinden dikenli bilgiler yumağı çıkacaktır. Kısaca aktarmak gerekirse örneğin, tarih dersine ilişkin müfredatta özellikle “Dış Mihraklar” algısı sık sık işlenmiş. “Ermeni diasporasının Türkiye üzerindeki emelleri, ABD ve Avrupa Devletleri’nin Türkiye üzerindeki tutumları, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye’ye uygulanan ambargonun ülke ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri” gibi başlıkların içeriğinin nasıl olacağını kestirmek zor değil.
Başka bir örnek de Sosyal Bilgiler dersinde işlenen; toplumlarda grupların, kurumların ve sosyal örgütlerin rolü üzerine “sorgulayıcı” düşünmeye sevk eden ve sonunda “devlet babanın” gücünün farkına vardırtan Etkin Vatandaşlık konusu. Bunların dışında finansal okuryazarlık, siber güvenlik, verimlilik stratejisi, ulusal fikri haklar, çölleşme, vergi bilinci gibi son derece “kritik” konular da müfredatta yerini aldı. Numan Kurtulmuş’a göre “eskimiş ve çürümüş olan” evrim teorisi gibi bilimsel bilgiler müfredattan çıkarıldı. Muhtemelen yine “az bilgi, çok kazanım” üzerinden yola çıktılar. Neticede önemli olan bilmek değil kazanmak!
Bir başka husus da anadilde eğitim meselesi. MEB’in sayfasında aynen şöyle yazıyor: “Anadili okuryazarlığı bireyin kendini tanıması ve başkalarıyla iletişim kurabilmesi için hayati öneme sahip bir beceridir. Bunu gerçekleştirmek için bireyin ana dilinde okuduğunu, izlediğini ve dinlediğini anlayabilmesi, düşünce üretebilmesi, düş gücünü işletebilmesi gerekmektedir…” Bu ifadelere hiçbir itirazımız yok! Evet, anadili bireyin kendini ifade edebilmesi için hayati bir öneme sahip. Fakat bu başlığın neden açıldığını anlamak oldukça güç! Çünkü Türkiye’de tek dilde eğitim dayatılıyor. Kurulduğu günden bu yana TC egemenleri bu topraklarda yaşayan pek çok halkın anadilde eğitim hakkını gasp etmiştir. Bunların nüfusça en büyüğü olan Kürtlerin, anadilde eğitim hakkı için verdiği mücadele ve bu mücadeleye karşı muktedirlerin yıllardır gösterdiği ırkçı refleks ortada! Anadilde eğitim hakkı isteyenlere her türlü şiddeti, mahpusluğu, ölümü layık görenlerin bu sözleri ikiyüzlülükten gayrısı değildir!
AKP’nin toplum mühendisliği arzusu
Burjuvazi kendi ideolojisini nesilden nesile aktararak egemenliğini sürdürür. Bu ideoloji aktarım araçlarının başında elbette eğitim geliyor. Burjuvazi eğitimi, bireyleri fabrikasyon tipi yetiştirmek için kullanır. Aynı durumlarda aynı refleksleri verecek, tabiri caizse robotlar gibi, düşünmeyen, sorgulamayan, sadece verilen komuta riayet eden bireyler ve bu bireylerden oluşan devasa bir toplum yapısı. Kuşkusuz bu noktada siyasi iktidarlar da ideolojik çizgilerini hâkim kılmak için, eğitim sistemine ellerinden gelen müdahalelerde bulunurlar. Örneğin 1933’te Naziler iktidara geldikleri zaman ırkçılığı, devlet kutsamasını ve Hitler’e kayıtsız şartsız itaati dayatan bir eğitim sistemi uyguladılar. 1934’te Eğitim Bakanı olan Bernhard Rust, okul kitaplarının öneminden bahsediyor ve şöyle diyordu: “Bu kitaplar, genç Alman halkının ideolojik eğitimini sağlamalı, onları ulusal topluluğun hizmet etmeye ve fedakârlığa hazır birer bireyi haline getirmeyi amaçlamalıdır.”
Bugün de eğitim müfredatındaki köklü değişiklik girişiminin asıl amacı AKP’nin yeni itaatkâr kadrolarını çekirdekten yetiştirme arzusudur. Hatırlarsak bugüne kadar Kemalizmi toplum mühendisliği ile suçlayan, eğitim müfredatını ideolojik ve tek tipçi olmakla eleştiren AKP’nin kendisiydi. Şimdi nedense kendi uyguladığı ideolojik bombardımanı toplum mühendisliğiyle ilişkilendirmiyor. Ama görünen o ki iktidar mühendislik harikası bir toplum yetiştirme peşinde. Kendisine ait torna tezgâhlarında, çocukların zihinlerini mümkün olduğunca düzleştiriyor, onları kendilerinin yaratacağı hayata hazırlıyor, hükümete, lidere, sermayeye hayırlı birer evlat olarak yetiştirmeyi amaçlıyor. Daha şimdiden idam naralarını küçücük çocukların diline düşürmeyi başardı bile.
Okullarda verilen eğitimin iyice etkili olması için öğretmenlerden ve ailelerden seferber olmalarını isteyen bakanlık bu işi elbirliği ile demokrasiyle başaracaklarını ifade ediyor. Yeni müfredata karşı çıkanlara da İsmet Yılmaz şöyle sesleniyor: “Biz 15 Temmuz’da bu birlik ve beraberliği gösterdik. Bir olunca beraber olunca nasıl ki Kurtuluş Savaşı’nda olduğumuz gibi, yedi düvele karşı koyduğumuz gibi önümüzde çok büyük sıkıntılar olmasına rağmen yine önümüzdeki dönemde çok büyük başarılara hep birlikte imza atacağız, güzel günler göreceğiz. Daha güzel günleri önümüzde göreceğiz. Daha güzel sözleri hep beraber söyleyeceğiz. Henüz o söylemediğimiz sözleri yine önümüzdeki gelecek dönemde söyleyeceğiz.” Bu teraneleri önümüzdeki süreçte de dinleyeceğiz gibi gözüküyor.
AKP iktidarı tek adam rejimini kurumsallaştırmaya uğraşıyor, elindeki her türlü aracı kullanıyor ve konuştukça konuşuyor. Onların kitleleri kandırmak için yalan makineleri ve söyleyecek çok sözleri var. Başta çocuklar olmak üzere topluma enjekte ettikleri ideolojik zehirleri var. Ama şunu unutmamak gerekiyor ki, işçi ve emekçilerin gözündeki perde yırtılmaz değildir. Dolayısıyla umutsuzluğa, yılgınlığa kapılmadan mücadele etmek bu noktada çok büyük bir önem kazanıyor.
link: Başak Güler, AKP Tornasında Eğitim Tesviyesi, 5 Şubat 2017, https://en.marksist.net/node/5485
Demokrasi İçin Birlik “Hayır” Kampanyasını Başlattı
“Hayır De! Herkes Kazansın!”