Bu gece yarısı, HDP eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu 12 HDP milletvekili gözaltına alındı. Üstelik de evleri basılarak, kapıları kırılarak, milletvekilliği dokunulmazlıkları hiçe sayılarak… Aralarında eşbaşkanların da olduğu vekillerin bir bölümü tutuklandı. Cumhuriyet gazetesi yazarlarının gözaltına alınması ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eşbaşkanları Kışanak ve Anlı’nın tutuklanarak belediyeye kayyum atanmasının ardından gerçekleşen bu son saldırı, iktidarın ülkeyi nereye götürdüğünün de son kanıtlarından biridir. Erdoğan’ın fiili başkanlığında Türkiye hızla faşizme doğru sürüklenmektedir.
Irak ve Suriye’de emperyalist planlarını uygulamak için açıkça savaş yürüten Erdoğan-AKP iktidarı, içeride de Kürtlere karşı sürdürdüğü haksız savaşın dozunu yükseltmekte ve her türlü muhalefet odağını yok etmek amacıyla en pervasız ve saldırgan adımları bir bir atmaktadır.
HDP’li vekillerin savcılığa verdikleri ortak ifadenin metni durumu özetler nitelikte olduğundan burada kısaltarak yayınlıyoruz:
“Partim, 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde 6 milyondan fazla oy alarak ve yüzde 10’luk seçim barajını aşarak 80 milletvekili ile parlamentoya girdi. Demokratik siyaset yoluyla ve sandık iradesiyle AKP’nin tek başına iktidar olmasını ve tek başına anayasa yapmasını engelledi. Ülkede ‘tek adam’ rejimi inşa etmek isteyen ve bunun için her türlü hukuksuzluğu yapmaktan çekinmeyen Recep Tayyip Erdoğan, seçim sonuçlarına saygı duymamış ve koalisyon hükümetleri kurulmasına engel olarak ülkeyi erken seçime götürmüştür. Bu esnada 3 yıla yakın bir süre devam eden çözüm sürecini de kendi işine gelmediği ve oylarını artırmaya yaramadığı için sonlandırmış ve bütün ülkeyi adeta ateşe atarcasına bir çatışma ortamına sürüklemiştir. Yaşanan çatışma ortamında yurttaşlarımız haklı olarak güvenlik kaygısı ve telaşı içerisine girmişler, bu korku ve şok ortamında yapılan ve eşit/adil olmaktan uzak seçimlerde AKP yeniden tek başına iktidar olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan, 7 Haziran seçim sonuçlarını gördükten sonra büyük bir panik ve telaşla parlamentoyu ve hükümeti yok sayarak, yargıyı önemli ölçüde denetim altına alarak, medyayı tümüyle kendisine bağlayarak ülkede bir darbe gerçekleştirmiştir. Anayasa’yı tanımadığını, fiili olarak rejimi değiştirdiğini hatta Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını bile tanımadığını açıkça ifade edecek kadar fütursuzlaşmış ve devlete el koyduğunu açıkça ilan etmiştir. (…) Ülkeyi kan gölüne çevirip her gün ülkenin dört bir köşesine gönderdiği cenazelerle milliyetçi ve şoven duyguları, ırkçı nefret söylemini kabartmayı başarmış, ‘ülke bölünme tehdidi altındadır’ yalanıyla etrafına biriktirdiği halk yığınları ile kendi kişisel emellerine hizmet edecek şekilde adım adım hedefine doğru ilerlemektedir. (…) HDP, siyasi hayatına başladığı günden beri Erdoğan’ın hedefi haline gelmiştir. Partimizle her türlü hile ve adaletsizliğe, saldırı ve bombalamalara rağmen seçimlerde baş edemeyince şimdi de dokunulmazlıklarımızın Anayasa’ya ve Meclis İç Tüzüğü’ne aykırı bir şekilde kaldırılmasını sağlayıp bağımsızlığı ve tarafsızlığı açıkça tartışmalı hale gelmiş olan bir kişi olarak yargı önünde bizleri sözde yargılamaya tabi tutmak istemektedir. Bizler seçilmiş halk temsilcileriyiz. Şahsımızı değil, bizi seçen seçmen kitlelerini temsil ederiz. Şu anda da yasamanın parlamentonun dokunulmazlığa sahip bir üyesiyim. Milletvekili sıfatıyla karşınızdayım. Benim temsil ettiğim bu kimliğe ve halkın iradesine saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değildir. Ben adil ve tarafsız bir yargı huzurunda hesap vermekten asla çekinmiyorum. Veremeyeceğim hiçbir hesabım da yoktur. Ülkemizde yargının saygınlığı ayaklar altında iken, düğmesiz olan cübbelerini iliklemeye çalışan böylesi bir yargılamanın öznesi olmayı da asla kabul etmeyeceğim. (…) şaibelerle dolu bir siyasi geçmişe sahip olan Erdoğan emretti diye başlatılan bu yargı tiyatrosuna figüran olmayı kabul etmiyorum. Soracağınız hiçbir soruya cevap vermeyeceğim. Yapacağınız hiçbir yargılama faaliyetinin adil olacağına inancım yoktur. Benim buraya getirilmem bile hukuk dışıdır. Siyasetçilerin siyaset arenasındaki muhatapları yine siyasetçilerdir, yargı mensupları değildir. Bu anlamda sizler evrensel ve demokratik hukuk ilkelerine ve Türkiye’nin imzalanmış olduğu aynı zamanda bir Anayasa hükmü de olan uluslararası anlaşmalara bağlı olması gereken yargı mensupları olarak, siyasi oyunların ve tezgâhların parçası olmayı reddetmelisiniz. Bizler ülkemizde çoğulcu demokratik bir rejim inşa edilip, barış ve huzur sağlanıncaya kadar siyasi mücadelemize kararlılıkla devam edeceğiz. Toplumsal kutuplaşma ve kamplaşmaya karşı eşit ve birlikte yaşamı, şiddete karşı demokratik siyasi mücadeleyi, tekçiliğe karşı çoğulculuğu, faşizme karşı demokrasiyi, mezhepçi/ırkçı politikalara karşı inanç ve vicdan özgürlüğünü, ayrımcılığa ve nefret söylemine karşı eşitliği ve elbette Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı bütün haklarını, Alevi toplumunun eşit yurttaşlık talebini, dini azınlıkların inanç özgürlüklerini, kadınların toplumsal/sosyal/siyasal/ekonomik yaşama eşit katılımını, kapitalist tahribata karşı çevre ve ekolojinin korunmasını, sermayenin kâr hırsına karşı emeğin, çalışanların haklarını savunmaya, korumaya devam edeceğiz. Parlamentoda da olsak, cezaevinde de olsak bu düşüncelerimizi savunmaktan ve bunlar uğruna mücadele etmekten bizi alıkoyamayacaksınız. (…) Başkanlık adı altında ülkemize ve halkımıza dayatılan bu faşist düzenden kurtulacağımızdan şüphemiz yoktur. Er ya da geç demokrasi mücadelemiz kazanacaktır. Erdoğan şahsında, köhnemiş bu rejim değişecektir. Sizden hiçbir talebim ve beklentim yoktur. Siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni seçen halkım sorgulayabilir.”
Faşist tırmanışa karşı ortak mücadeleye!
15 Temmuzdaki darbe girişimini bahane ederek OHAL düzenini kuran iktidarın amacının, çıkardığı KHK’larla tek adam-tek parti rejimini inşa etmeye çalışmak olduğu, ülkeyi faşizme sürüklediği açıktır. Gazetelerin kapatılması, gazetecilerin tutuklanması, internet yasakları, “FETÖ’cüleri temizleme” adı altındaki saldırı dalgası, Kürt illerinde yürütülen kirli savaş, polis terörü vb. hepsi de bu gidişatın göstergeleridir.
Muhalefetin zerresine bile tahammül edemeyecek kadar korkuyla dolu olan bu iktidarın, her türlü baskıcı ve anti-demokratik adımı atmaya devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu iktidardan burjuva hukukuna dahi uymasını beklemek boşunadır. Fiili başkan Erdoğan, Bahçeli’nin MHP’sini de arkasına alarak parlamentoyu safdışı etmiş durumdadır. HDP’li vekillerin bu iktidarın emriyle derdest edilmesi de bu sürecin son halkalarından birisidir. Erdoğan, tek adam-tek parti rejimini kurmak üzere, aslında 7 Haziran seçimlerinden bu yana ülkeyi fiili bir darbe süreci içinde yönetmektedir. HDP’li vekillerin tamamen hukuksuz ve anti-demokratik bir şekilde gözaltına alınmaları ve tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmeleri, HDP genel merkezinin polis tarafından basılması, HDP yöneticilerinin parti binası içinde basın açıklaması yapmalarına dahi izin verilmemesi, basın mensuplarının engellenmesi ancak faşist diktatörlüklerde görülebilecek uygulamalardır. Bu gidişata karşı durmak, direnmek, mücadele etmek tüm emek ve demokrasi güçlerinin boynunun borcudur.
link: Marksist Tutum, HDP’li Vekillere Gözaltı ve Tutuklama: Milyonların İradesine Saldırı!, 4 Kasım 2016, https://en.marksist.net/node/5365
Asya-Pasifik Bölgesinde Emperyalist Gerilim
YÖK Bugün de Görev Başında