Türkiye’deki patronların ve onları palazlandıran hükümetin gözü şimdilerde Doğu ve Güneydoğu’ya çevrilmiş durumda. Doğu illerini “terörden” temizleme bahanesiyle bir çıkmaza sürükleyen ve evlerin yerle bir olmasına, Kürt halkının yerinden yurdundan olmasına neden olan AKP hükümetinin politikaları tam gaz devam ediyor. Hükümet, Doğu ve Güneydoğu illerinin büyük bölümünü kapsayacak bir proje hazırladığını ve buraya 5 yılda 35 milyar lira yatırım yapacağını açıkladı. Başbakan Binali Yıldırım; “Yıkılan yerlerin yerine daha güzelini yapıyoruz. Çalışmalar başladı. Doğu ve Güneydoğuda yeni zenginlik ve cazibe merkezleri oluşturacağız. 3-4 cazibe merkezi kuracağız, bunlar çevrelerindeki il ve ilçeleri de etkileyecek. Buralarda biz fabrika yapacağız, özel sektör işletecek. Üreticiye sembolik, belki de kirasız yerler vereceğiz. Üretime de meselâ 5 yıl alım garantisi vereceğiz. Yatırımcının önüne turkuaz halı seriyoruz. Yeter ki yatırım yap, bu ülke için üret” diyor. Yeni yollar, yeni evler, yeni fabrikalar, yeni AVM’ler yapılacağını söylüyor. Peki, ama bu proje ile gerçekten doğu illeri ve Kürt halkı mı düşünülüyor yoksa sermaye mi düşünülüyor? Biz biliyoruz ki amaç Doğu ve Güneydoğu’yu daha yaşanılır yerler haline getirmek değil sermayeye kârlı yatırım alanları açmaktır.
Doğu ve Güneydoğu’ya yönelik bu projenin bir başka ayağı da eğitimle ilgili yapılan planlar. Tabii amaç doğu illerini “güzelleştirmek, kalkındırmak, geliştirmek” olduğunda sıra eğitim “sektörüne” de geliyor. Yıllardır Kürt çocukların kaderini, açlık, yoksulluk, kan, savaş, umutsuzluk, korku ile yoğurarak yazan TC devleti, şimdilerde de Kürt çocuklara kirli ellerini eğitim yoluyla uzatmayı planlıyor. Doğu ve Güneydoğu illerindeki eğitimin kötü olmasının faturasını da öğretmenlere yüklüyor. Bunu bahane göstererek de sözleşmeli öğretmenliği tekrar hayata geçirecek olan yeni bir yasa çıkaracağını söylüyor. Üstelik çıkaracağı yasadaki sözleşme türü; “çakılı sözleşme”. Yani, başka bir yere tayin isteyememe, yerinden kımıldayamama sözleşmesi. Bu yasa planı ile “çakılı sözleşmeli” öğretmen, 5 yıl Doğu’da ve Güneydoğu’da görev yapacak. Ondan sonra kadroya alınacak. 8 yıl çalıştıktan sonra Türkiye’nin diğer yerlerine tayin isteme hakkı olacak. Yani 8 yıl boyunca hiçbir yere kımıldayamayacak. Bununla ilgili Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz şöyle söylüyor: “Ücretli ya da sözleşmeli öğretmen çalıştırmak doğru bir yöntem midir? Biz doğru olduğunu söylemiyoruz, kesinlikle doğru değil. Ama bir de hayatın gerçeği var. Güneydoğu’ya öğretmen atıyoruz, bir yıl sonra atadığımız öğretmenlerin %90’a yakını geri dönüyor. Neden? Mazeret ataması nedeniyle, eş tayini dolayısıyla. Eş tayinini atamasak bu sefer de ‘Anayasada devlet aileyi koruyacak. Aile bütünleşmesini sağlamıyorsunuz’ diyecek.” Evet, Bakan doğru söylüyor. Ücretli ya da sözleşmeli öğretmen çalıştırmak kesinlikle doğru değil. Peki, doğru olmadığı için mi doğusu batısı denmeden Türkiye’nin her yerinde yıllardır ücretli öğretmen çalıştırılıyor? Hem de 50 bine yakın sayıda! Evet, Bakan doğru söylüyor. Doğuya atanan öğretmenler mazeret ataması ve eş tayini dolayısıyla geri dönüyor. Ama buradaki suçlu, geri dönmek isteyen öğretmenler değil TC devleti ve bugün onun dümeninde oturan hükümetin kendisidir. Yıllardır Türk-Kürt milliyetçiliğini körükleyen, Kürtleri terörist olarak gösteren, Doğu illerini çıkmaza sürükleyen, Kürt halkını ateş çemberine alan ve orada huzursuz bir ortam, hatta bir savaş ortamı yaratan hükümetin ta kendisi değil midir? Yaydığı propaganda ve beslediği politika ile Kürt illerini tukaka gösteren ve aynı zamanda buraları yaşanmaz hale getiren yine hükümetin kendisi değil midir? Dolayısıyla öğretmenlerin geri dönmesine neden olan da hükümetin ta kendisidir.
Türkiye’nin diğer bölgelerindeki çocukların olduğu kadar Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşayan çocukların da eğitim hakkı olmalıdır. Kürt oldukları ve anadillerini konuştukları için dışlanan, hor görülen, küfredilen, eziyet gören ve insan yerine konulmayan Kürt çocuklarının kaderi on yıllardır diğer çocuklarınkinden farklı çiziliyor. Eşit koşullarda bir yaşam ve eğitim olanakları bulamıyorlar. Bunun suçlusu ise ne yaşadıkları coğrafyadır ne de öğretmenlerdir. Bunun suçlusu bu politikayı güden egemenlerdir.
Kapitalizmin sıkışmışlığında bir çıkış yolu arayan düzen sahipleri faşist bir iktidara doğru ilerlemektedirler. Türkiye’de AKP hükümeti bu tırmanışı pek iştahlı bir şekilde gerçekleştiriyor. İşçi sınıfının örgütsüzlüğünden ve güçsüzlüğünden cesaret alarak sömürüyü katmerleştiriyor. Her geçen gün işçilere karşı ekonomik ve politik baskılarını derinleştiriyor. İşçi ölümlerinin, taşeronlaşmanın, grev ve sendikal yasakların, güvencesiz çalışmanın arttırılması; kıdem tazminatının fona devredilmesi ve bu fonların patronlara peşkeş çekilmesi sadece birkaç örnektir. Bir yandan da özel sektöre göre daha “güvenceli” denilen devlet işçilerine yönelik hak gaspları da her geçen gün artmaktadır. Çakılı sözleşmeli öğretmen planı da bunun göstergesidir. Amaç, güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırmaktır. Leş kargaları gibi tepemize üşüşen düzen sahipleri, örgütsüz işçilerin elinde avucunda kalan son hak kırıntılarına da göz dikmiş durumdalar. Evet, örgütsüz işçi sınıfının sömürenler karşısında kaybetmesi kaçınılmazdır. Kendine güvenen, ayağa kalkan ve örgütlü mücadele eden işçi sınıfı ise sömürenleri ezip geçecek ve kapitalist düzeni yerle bir edecektir.
ÖRGÜTLÜYSEK HER ŞEYİZ, ÖRGÜTSÜZSEK HİÇBİR ŞEY!
link: Ankara’dan MT okuru atanmayan bir öğretmen, Prangalı Öğretmenler, 8 Temmuz 2016, https://en.marksist.net/node/5179
Küresel İşçi Hakları Endeksinin Gösterdiği Gerçekler
Bizans Zaptedilirken…