1 Mayıs: Mücadele Tarihimizden Dersler Çıkarmamız Gereken Gün
1 Mayıs sabahı Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK’e bağlı sendikalar, partiler, örgütler üç ayrı koldan Kadıköy’e girdiler. DEHAP’lı gençler ve kadınlar her zamanki gibi yine akıllarda kalacak şekilde coşkulu ve renkliydi. Pazar günü olmasına rağmen Kadıköy’de en fazla 60 bin civarında işçi vardı ve savaş karşıtı eylemler de dahil olmak üzere son birkaç yılın en coşkusuz eylemi denilebilirdi. İşçilerin büyük bir çoğunluğu, miting alanına gelirken de, alana girerken de kortej görevlilerinin attıkları sloganlara eşlik etmeme yönünde eğilim gösteriyorlardı. Alanda işçilerin ellerindeki dövizlerin büyük bir kısmı çoğaltılmış hazır dövizlerdi. Özellikle DİSK’in hazırladığı renkli ama içerik olarak o kadar sınıfsal taleplerden uzak dövizler işçilerin ellerine tutuşturulmuştu: “İnsan haklarını seviyorum”, “evime ekmek götürmeyi seviyorum”, “özgürlüğü seviyorum”, “üretmeyi seviyorum”, “sendikamı, demokrasiyi, laikliği seviyorum”, “işimi seviyorum”… bir tek “patronumu seviyorum” sloganı eksikti! İşçilerin sevdikleri yazılmıştı ama talepleri ortada yoktu.
Mitinge katılan bazı gruplar ve sendikalar provokasyona karşı alana zincir oluşturarak girerken, alana girdikten sonra dağılmaya başlayanlar da oldu. Gerçekten de şovenizmin gittikçe yükseltilmeye çalışıldığı son zamanlarda böyle bir önlem almak, ‘77 1 Mayısındaki gibi zincir oluşturabilmek, mitinge katılanların güvenliğini sağlayabilmek önemliydi.
Genelde coşku eksikliği hakimse de, bunun tersine örnek teşkil edecek bazı sendika kortejleri de vardı alanda. Belediye-İş, Deri-İş, Tez-Koop-İş sendikaları hem kitlesellikleriyle hem de coşkularıyla dikkati çekiyordu. Tez-Koop-İş kortejinde, sağlık, eğitim, açlık, savaşlar, sosyal haklar gibi işçilerin talebi olan her konuda bizzat işçiler tarafından yazılmış renkli dövizler ellerde taşınıyordu. Sloganlara büyük bir coşkuyla eşlik edilmesi, alana girilip, dağılana kadar sloganlar, marşlarla coşkuyu doyasıya yaşayan işçileriyle en canlı sendikaydı.
Kadıköy Meydanı aslında bir yandan miting alanına gidişte ve dönüşte, mitinge katılmayanlara da ses duyurabilme anlamında iyi olmasına rağmen, işçilerin dağılmadan bir arada durmalarını sağlayacak fiziksel konuma sahip değil. Bu yüzden alanda işçilerin hepsini bir arada görme olanağı olamadı. Dağınık bir görüntü vardı, ama en kötüsü de işçileri alana getirmiş olan bir partinin, işçilerin birliğini, gücünü, coşkusunu paylaşacağı bir fırsatı, kendi siyasetine kurban etmesiydi. Mitinge katılan işçiler dağınık da olsalar kendilerini alandan koparmazken, alandan uzakta ayrı bir kürsü daha kurulmuştu. Milliyetçiliğin kulakları ve gözleri tırmaladığı sloganların, döviz ve pankartların olduğu, işçilerin birliğinin, sistem karşıtlığının şovenizme kurban edildiği dikkatleri çekiyordu.
Geçen yılki 1 Mayıs mitingi, güçsüzlüğün dibe vurduğu bir dönemde güç gösterisinde bulunanlara kurban edilmiş, sonuç burjuvazinin işine yaramış, işçilerde de bir moral bozukluğuna yol açmıştı. Üstelik sendikalar bu parçalanmışlığı ne sorgulamış ne de hesabını vermişlerdi. Sendika ve parti bürokratlarını sorgulamayan, okumayan, tartışmayan, bilinçlenmeyen işçiler olduğumuz sürece yalnızca burjuvazinin sürdüğü yere giden, onun çıkarları peşinden koşan işçiler olmakla kalmaz, bizim önderliğimize soyunan, sınıfın bağımsız siyasetini savunmayan yanlış önderlerin de oyuncağı olmaktan kurtulamayız.
İstanbul’dan bir işçi
1 Mayıs işçi sınıfı mücadelesinin yarattığı azim kararlılık ve devrimci duruşun meyvesi niteliğinde bir gündür. Avustralyalı ve Amerikalı işçilerin artan baskı ve sömürüye karşı bir tepki ve refleks olarak başlattığı fakat daha sonra bilinçle ve isteklilikle kutlanan sınıfsal, devrimci bir gelenek haline gelen 1 Mayıs, mücadelenin örgütlü ve kararlı oluşunun ürünüdür. Başlangıç için yerel ve ulusal olsa da daha sonra dünyanın dört bir yanında kutlanmaya başlaması, dünya proleter sınıfının ortak sorun ve istemlere, ortak hüküm ve geleceğe sahip olduğunun göstergesidir. Yine aynı 1 Mayıs 8 saatlik işgünü istemiyle başlatılmış fakat sonra dünya işçi sınıfının ulusal ya da uluslararası sorun ve istemlerini gündeme almıştır. Bütün bunlar göstermektedir ki, 1 Mayıs tam anlamıyla enternasyonalisttir; gücünü ve anlamını buradan almaktadır.
Gelgelelim 2005 İstanbul 1 Mayıs’ı bundan uzak bir seyirde gitti. Mücadelenin her geçen gün geriliyor olduğu gerçeği bir yana, sınıfın politik ve ekonomik sorunlara karşı anlamlı bir sınıfsal görüş belirtemiyor oluşu; her geçen gün sermayenin, şoven ve milliyetçi hareketin saldırılarına maruz kalıyor oluşu çok acı bir tablo sergilemektedir. Mücadelenin bu derece kopuk olduğu dönemlerde kutlanacak 1 Mayıs elbette devrimci bir harekete önderlik edemezdi, elbette sınıf bilincini oluşturmaya ve karşı taarruza yetemezdi. Fakat bu 1 Mayıs bize bir kez daha örgütlülüğün her şey olduğunu gösterdi. İşçi sınıfı ancak örgütlü olursa hayal ettiğimiz devrimci ileri atılış beklenebilir.
2005 1 Mayıs’ına sendikaların ve partilerin ortak katılımı (özellikle DEHAP) sevindirici oldu elbet. Bu 1 Mayıs’ta hepimizin tahmin ettiği üzere demokratik ve ekonomik sorunlardan bahsedildi. Bu bize 1 Mayıs geleneğinin en kötü günlerde bile ilericiliği telkin ettiğinin bir göstergesidir. Fakat bu 1 Mayıs’ta milliyetçi-reformist söylevlerle gelenler de oldu. Bu bize 1 Mayıs’ın devrimci önderliklerle savunulmadığı dönemlerde kimlere peşkeş çekildiğini gösteriyor.
Bu 1 Mayıs’a Kürt halkının haklı özgürlük istemi, sermayenin baskılarına tepki ve de örgütsüzlük damgasını vurdu. Alanda yalnızca parçalanmış solun ihtişamı (!) vardı. Platformda konuşan sendika bürokrasisinin, burjuva temsilcilerinin, sol gelenekten milliyetçiliğe kayanların hepsi sınıf kardeşliği, yurtseverlik ve ekonomik reform şiarlarıyla çıktılar karşımıza. Biz elbette bunlara katılmıyoruz, fakat bütün bunların örgütsüzlük ve mücadelenin keskin olmamasının bir neticesi olduğunu unutmamalıyız.
Sonuç olarak proleter sınıf hareketi 70’lerdeki ihtişamından çok gerilere savrulmuştur ve hâlâ toparlanamıyor. Örgütlülük ve devrimci önderlik sorunu çözülememiş durumda. Fakat gidişat, sınıf mücadelesinin yükseleceğini ve devrim yolunun tekrar açılacağını gösteriyor. Şimdi bize düşen örgütlenmek, tarihimizden dersler çıkarmak, Marksizmle bilinçlenmek, kendimizi denemek ve 1 Mayıs da dahil olmak üzere her gün mücadele bayrağını yükseltmektir.
Yaşasın 1 Mayıs. Biji Yek Gulan!
Gazi Mahallesinden bir lise öğrencisi
1 Mayıs İşçi Bayramı çerçevesinde düzenlenen mitingin, bu yıl Kadıköy’de olması belki etki alanını daralttı ama bir yandan da 9 yıl aradan sonra Kadıköy’e 1 Mayıs coşkusunu yaşattı. Geçtiğimiz yıl düzenlenen 1 Mayıs gerek sendikal gerekse siyasal nedenlerden dolayı Saraçhane ve Çağlayan olmak üzere ikiye bölünmüştü. Bu yıl küçük bir iki istisna haricinde çoğunluğun Kadıköy’de olması bu bölünmüşlüğe son verilmesi açısından çok olumluydu.
Kortejler oluşmaya başladığında, bulunduğumuz kortejin yanından DEHAP korteji geçerken onlarla beraber attığımız Kürtçe Biji Yek Gulan (Yaşasın 1 Mayıs) ve Yaşasın Halkların Kardeşliği sloganları, yükseltilen şoven dalgaya inat Kadıköy’de yankılandı. Diğer kortejlerden atılan “Katil ABD Türkiye’den Defol” türünden sloganlar, anti-emperyalizmin salt ABD karşıtlığına indirgendiğini gösteriyordu. Bu sloganların önemli bir kısmı, üstü kapalı bir milliyetçilik barındırıyordu. Dünya coğrafyası her ne kadar emperyalist güçlerce parça parça bölünmüş, sınırlar çizilmiş -hatta bazıları masa başında cetvelle çizilmiş- ve bu parçalara devlet denilmişse de; işçi sınıfı için bu sınırların hiçbir önemi yoktur. İşçi sınıfı, eliyle ilmek ilmek ördüğü, işlediği ve yarattığı bu dünyanın tek egemeni olmalıdır! Dolayısıyla dünya coğrafyasının her santimetrekaresi bize aittir! İşçilerin vatanı bütün dünyadır!
Tuzla’dan bir lise öğrencisi
Pendik’ten bir lise öğrencisi
Bu bir Mayıs beklediğim coşku ve nitelikte geçmedi. Kortejdeyken bir yandan kendi sloganlarımızı atarken bir yandan da dışarıda atılan sloganlara kulak vermeye çalışıyordum! Çünkü onların neyi nasıl düşündüklerini merak ediyordum. Ama ne mümkün! Alana geldiğimizde bırakın onları duymayı kendi sesimizi bile zor duyuyorduk! Birileri devrimcilerle işçilerin kaynaşmasını istemiyordu. Daha alana girmeden polis bir suçluymuşuz gibi üzerimizi arıyor. Sonra kürsünün önünden diğer kortejlere seslenerek geçmek yerine bir köşeye diziliyoruz. Yanımızdan geçen zoraki gelmiş işçi temsilcilerinin cansızlıkları, bezginlikleri dikkatimizi çekiyor.
Sayı bakımından Taksim ‘77 ile karşılaştırdığımızda İstanbul’un bugünkü nüfusuna göre 4 milyon kişi alanda olmalıydı. Ancak bu sayının yanına bile yaklaşılamadı. Sanki bir kağıt parçası dahi olmadığı için eğitim hakkı, sağlık hakkı, kısaca yaşama hakkı elinden alınanlar onlar değil, sanki bıraktık Afrika’yı, bu ülkede yetersiz beslenmeden, ilaç ve doktor yetersizliğinden ölen binlerce çocuk onların çocuğu değil! Eve geldiğimde kitle iletişim araçları yine görevini yapıyordu. Bizler bencil ve parazit patronlar gibi olmamalıyız. Kurtuluşumuzun yolu, bir sınıf olarak kurtuluşumuzdan geçiyor.
Pendik’ten bir lise öğrencisi
1 Mayıs geleneğini yaşatmak bir yana, en azından senede bir gün istediklerimizi, sorunlarımızı doya doya haykırmak tabii ki çok güzel.
Bugüne kadar katıldığım 1 Mayıslar içinde en fazla yoğunluğun olduğu bu senekiydi. Geçen yıllarda, birçok insanın iş yerlerinden çıkamaması katılımı azaltıyordu doğal olarak. Bu sene pazar gününe denk geldiği için daha çok kişinin katılacağını tahmin ediyordum, ama kalabalığın sadece "kalabalık" olarak kalması beni üzdü. Son günlerde patlak veren bayrak olayına karşı kitlesel bir tepkinin de yükseltilmesi gerekirdi. Ki bırakın bir tepkiyi, solun bile bayrak dalgasının peşinden gitmesi ayrı bir muamma. Bu düzenden rahatsız olan ve bir şeyleri değiştirmek amacıyla yola çıkmış insanlar olarak birleşmemiz örgütlenmemiz gerekirken, sol bile kendi içinde parça parça olmuş durumda (Burjuvazi tepeden bakıp gülüyordur herhalde halimize). Sanırım bunda en büyük etken bilinçsizliktir. Kendim bile bunun en iyi örneğiyim. Marksizmi iyi anlamadıkça, öğrenmedikçe farklı yerlere savrulmak da kaçınılmazdır. Ve ben artık çok iyi anlamaya başladım... Mücadelede atılacak ilk ve en önemli adım bence budur.
Mecidiyeköy’den bir lise öğrencisi
Merhaba,
Ben ilk defa bu yıl 1 Mayıs’a katıldım. Herşeye, aileme, arkadaşlarıma rağmen ben de o gün meydanlardaydım. Tarif edilemez bir heyecan ve gurur içinde, biraz ürkerek ama daha sonra coşarak yürüdüm orada. Küçük çocuklar, eğitimli ve gönlünü bu yola adamış nice insanlar gördüm. Basının saptırdığı gibi kin, nefret ve kan yoktu orada. Dostluk, kardeşlik, eşitlik vardı. Hiçbir yerde görmediğim bir sevgi seli vardı. Arkadaşlık vardı. Ve orda öyle bir gençlik vardı ki; yüreklerindeki cesaretle, ihtilal ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Bu gençlikten dünyanın her yerindeki milyonlarcası aynı çoşkuyla 1 Mayısı kutladı. Bir Mayıs kutlu ve uğurlu olsun!
Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin,
Savaş naralarımız kulaktan kulağa
yayılacaksa ve silahlarımız elden ele
geçecekse ve başkaları mitralyöz
sesleriyle ve de savaş ve zafer naralarıyla,
cenazelerimizde ağıt yakacaksa,
ölüm hoş geldi sefa geldi!
Kurtköy’den bir lise öğrencisi
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, katılmış olduğum bu 1 Mayıs benim için ayrı bir önem taşıyor. Çünkü bu, kavgamızın şehri İstanbul’a geldiğim ilk gün, ve bugün burada yüreği devrim inancıyla coşanlar ve amacını haykırmak için bütün alanı sesleriyle dolduran “büyük işçi sınıfı” on binlerce evladıyla tek bir yürek olmuş durumda.
Bugün işçilerin gür sesleri, çelik yumrukları burjuvaziye, kapitalist sömürüye, kapitalist savaşlara karşı tek bir yürek halinde birleşti. Düşünüyorum da bu on binler neden yüz binleri bulmasın. Neden daha fazla sayıda işçi mücadele bilincine ulaşıp bu alanda yerini almasın. Bunun sebebi işçilerin hayatlarından memnun olması değil tabii ki. İşçiler durumlarından memnun değil elbette. Sadece bugün nasıl mücadele edeceklerini bilmiyorlar.
Bütün yaşam koşullarımızın burjuvazi tarafından belirlendiği bu düzene karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Bunun için böyle önemli günlerde alanlara gelip büyük işçi sınıfının bir parçası olarak o güzel 1 Mayıs marşını hep bir ağızdan söylemeliyiz. O büyük sloganlarla bu düzene karşı öfkemizi haykırmalı, coşmalı, sesimiz kısılıncaya dek bağırmalıyız. Bu alanlara gelmekten, bu alanlarda sesini yükseltmekten korkmamalı gençler, işçiler; kimse kendini yalnız hissetmemeli. Bilmeli ki bu alanlarda olanlar “büyük işçi sınıfı”dır. Yani insanlığı güzel bir geleceğe taşıma yeteneğine sahip olan, insanlığın kurtuluşunu sağlayabilecek tek sınıfın insanları.
1 Mayıslarda kapitalist sömürü ve savaşlara karşı işçi sınıfının birliği, örgütlülüğü etrafında birleşmeli ve kurtuluşun kapitalizmin, burjuva düzenin yıkılmasıyla sağlanacağını bilmeliyiz. Bunun için “kapitalist sömürüye, emperyalist savaşlara karşı mücadele bayrağını yükselt, bütün dünyanın işçileri birleşin, enternasyonalle kurtulur insanlık” pankartları arkasında yer almaktan, bu coşkuyu İstanbul-Kadıköy meydanında yaşamaktan, bu büyük mücadelede “ben de varım!” demekten dolayı büyük mutluluk içerisindeyim. İşçi sınıfı kararlı, bilinçli ve örgütlü bir mücadele sürdürmeli. Yani;
“KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA
YA HEP BERABER, YA HİÇBİRİMİZ
Hacettepe Üniversitesinden bir öğrenci
Ankara’dan İstanbul’a giderken heyecanlıydık. İlk defa katılanlar ve ilk katıldığı gün gibi heyecanlananlar, aynı duyguları paylaştık.
Sabahın erken saatlerinde toplanma yerine vardık. Zaman ilerledikçe çoğaldık. Kortejler arkaya doğru uzadı. Sloganlar atılırken, kortej görevlileri yerlerini aldılar ve yürüyüş başladı. Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi pankartı arkasında, enternasyonalist sloganları yükselten işçiler ve gençler 1 Mayıs’a sahip çıktıklarını haykırıyorlardı. Dünyanın bütün işçileri birleşin, Yaşasın 1 Mayıs, Biji Yek Gulan sloganlarıyla, disipliniyle, coşkusuyla geleceği işaret ediyorlardı; “Gelecek güzel günler ellerimizdedir.”
En önemlisi de attığımız sloganların işçi sınıfının sorununu ve kurtuluşunu çok net ve doğru bakış açısıyla ifade etmesiydi. Bulunduğumuz kortejde bugün çocuk ama yarın geleceğimiz olan küçük dostlarımızın bulunması ve şarkılarıyla katılması da kortejimize ayrı bir renk kattı.
Sloganlar atılarak, marşlar söylenerek yürüyüş sonunda alana varıldığında 1 Mayıs alanını piknik yerine çevirmek isteyenlere, günü savuşturmak isteyen sendika bürokratlarına cevap yine proletarya enternasyonalizmi pankartı altındaki işçilerden geldi; işçi sınıfının militan sendikal anlayışı yolunda mücadele edenlerden geldi; örgütlüysek her şeyiz, örgütsüzsek hiç bir şey.
Proletarya enternasyonalizmi şiarını rehber edinenler, işçi sınıfının siyasal önderliğinin eksikliğini görenler, yola çıktıklarında, bunun sabırla, inatla uzun soluklu bir mücadele olduğunun bilinciyle hareket ettiler. Bu mücadelenin tohumları bugün yeşermeye başlıyor. Nereden mi biliyoruz? Kadıköy Meydanında sınıf mücadelesinin ön saflarından “dünya işçi sınıfının devrimci mücadele geleneğinin tacı olan 1 Mayıs meşalesini yükseltiyoruz”, “proletaryanın kurtuluş mücadelesi, devrimci enternasyonalist mücadeledir” diyenlerin coşkusundan! Emperyalist paylaşım savaşlarına karşı, burjuvazi tarafından zorbalıkla ellerinden alınan tüm haklarına karşı, “dünyanın bütün işçileri birleşin” sloganıyla, örgütlü ve işçi sınıfının disiplinine yaraşır biçimde yürüyenler, dosta düşmana bunu gösteriyordu.
Bazı örgütlerin milliyetçi sloganları da göze çarpıyordu. Sol gruplardan kimileri, “vatanına sahip çık”, “Bağımsız Türkiye” pankartları ve sloganlarıyla yürüdüler. Bizim için deney oldu. Okuduklarımızı pratikte gördük. Komünist Manifesto’nun “proletaryanın vatanı yoktur” şiarını unutanları ve Türk solunun ruhuna işlemiş milliyetçi eğilimleri canlı gördük.
Kısa bir süre önce yaşanan bayrak olayı ve Trabzon’da, Mersin’de gelişen olayların yarattığı gerginlik, 1 Mayıs’a taşınmadı.
Alanda gördüğümüz ve bizi heyecanlandıran başka bir durum da, 1 Mayıs’ta Kadıköy Meydanında, yurtsever solculara, milliyetçiliğe ve reformizme karşı enternasyonelle kurtulur insanlık diyen Marksist Tutum dergisinin Marksist işçi ve gençliğin ellerinde yerini almasıydı.
Alandan ayrılırken kortejimizin güvenlik görevlilerinin zincir yapmasıyla disiplini bozmadan, sloganlar eşliğinde marşlar söyleyerek toplanma noktasına döndük.
Yaşasın 1 Mayıs
Biji Yek Gulan
Ankara’dan Marksist Tutum okurları
Benim için farklı bir 1 Mayıstı
Yıllardır 1 Mayısın gerçek anlamı ve önemini kavramadan alanlara gitmiştim. Bu yıl benim için farklı bir 1 Mayıstı, sadece benim için değil tüm işçi sınıfı için de. Bu yıl olmam gereken yerdeydim, yani doğru yerde.
Bu yıl işçi sınıfı için büyük bir önem taşıyordu. ‘80 darbesiyle birlikte hafıza kaybına uğratılmış, tarih bilincinden yoksun bir nesil olarak yetiştirildik, tam da burjuvazinin istediği gibi. 1 Mayıslar da bundan nasibini aldı. 1 Mayıslar burjuva devletin rolüyle bize bahar bayramı olarak belletilmeye çalışıldı. Bu günün anlamını bize unutturmaya çalıştılar. Nihayet 90’lı yıllarda tam anlamıyla coşku içinde geçmese de kısmen kutlanmaya başlandı. Geçen seneyi de biliyoruz. Alanlarda azınlıkta olan işçi sınıfını ikiye böldüler.
Biliyoruz ki burjuvazi yıllardır her 1 Mayıs öncesi gücümüzü zayıflatmak, birlik ve beraberliğimiz bozmak, bizi alanlarda birbirimizden kopuk, güçsüz ve yetersiz kılmak için çeşitli türden oyunlara başvurur. Bu yıl yaratılmak istenen milliyetçi dalga tam da burjuvazinin istediği gibi ilerledi. Bu, açıkçası beni korkuttu. Gerçekten sınıfın birbirinden kopuk olduğu, provokasyonların yaşanabileceği bir 1 Mayıs olacak diye tahmin ediyordum. Ama koktuğum başıma gelmedi. Sayıca umduğum kadar olmasa da işçiler alanı doldurdular. Burjuvazinin oyununa gelmeyen, çok coşkulu olmasa da inançlı ve bu günün meşruluğuna inanan bir işçi sınıfı vardı. Ve ben de ilk defa bu kadar kararlı ve kendinden emin biri olarak ordaydım. İlk defa bugünün meşruluğuna inanarak ve bunu içselleştirmiş olarak geliyorum alana.
Marksist tutum okuru bir işçi
link: Marksist Tutum, Okurlarımızdan 1 Mayıs 2005 izlenimleri, 3 Mayıs 2007, https://en.marksist.net/node/380
Tibet İşçileriyle Röportaj
Ekvador’da Halk Ayaklanması Lucio Gutierrez’i Devirdi