İşçi sınıfının devrimci dinamiklerinin tükendiğini, yeni toplumsal dinamikler aramak gerektiğini söyleyenlere inat, dünyanın her köşesinden “biz buradayız” diyen işçilerin ayak sesleri duyuluyor. Birileri sendikaların mevcut konumlarından hareketle bu örgütlerin tükendiğini, bozulduğunu, gericileştiğini söyleyerek “el değmemiş” yeni toplumsal örgütlülükler yaratmayı tartışadursunlar, dünyanın pek çok yerinde işçiler sendikaların tepesindeki bürokratları silkeleyip atmaya ve örgütlerine sahip çıkmaya başladıklarının mesajlarını veriyorlar. Sendika bürokratları, tabanın basıncına dayanamayarak eylemlere önderlik etmek ve sol telden çalmak zorunda kalıyorlar.
ABD’de dok işçileri direniyor
Amerika’da işten atmalar ve sendikasızlaştırma saldırıları hız kazanıyor. 27 Eylülde, gemi sahipleri ve liman işletmecilerinin örgütü olan Pacific Maritime Association (PMA), önceden hiçbir uyarıda bulunmaksızın ILWU[1] üyesi 10.500 liman işçisine lokavt uyguladı. Lokavt Pasifik kıyısındaki 29 limanda uygulandı. Toplu sözleşme görüşmeleri kilitlenmiş durumda ve şu anda “arabulucu”da. Patronların Bush yönetimiyle işbirliği halinde uygulamak istedikleri şey, tüm işçi hareketine saldırmak ve ILWU’yu yok etmek. Ne var ki dok işçileri mücadele etmeye kararlılar.
PMA, limanlarda yüksek düzeyli bilgisayar sistemlerine geçmek ve böylece işçi sayısını azaltmak istiyor. Sendikanın bu konuda tavizler vermesine rağmen, patronlar yeni sistemi çalıştırmak için alacakları işçileri sendikasız çalıştırmak, böylece de sendikayı giderek tasfiye etmek istiyorlar. 1950’lerde 100.000 üyesi olan ILWU, bugün 10.500 üyeye sahip.
Batı sahili limanları ABD ekonomisinde önemli bir rol oynuyor. Milyarlarca dolarlık ithalat ve ihracatın yapıldığı bu limanların kapanması, ABD ekonomisine günde 1 milyar dolarlık ithalat ve ihracat kaybına mal oluyor. Hammadde, yardımcı madde ya da üretilen ürünün parçalarının gerektiği zamanda gelmemesi yüzünden pek çok fabrikada üretim duruyor. Bütün bunlar liman işçilerinin ellerinde ne büyük bir gücü barındırdıklarını da gösteriyor. Bunun farkında olan Bush yönetimi, pek çok kilit sektörde olduğu gibi limanlarda gerçekleşecek bir greve de donanma ve ordu güçleriyle müdahale edeceğini tereddütsüz bir şekilde ifade ediyor.
Bu hükümet politikasının somut bir sonucu olarak, lokavtın on birinci gününde Federal Bölge Yargıcı, “ulusal güvenlik ve sağlığı” tehdit ettiği gerekçesiyle lokavtı erteledi ve işçilerin en kısa sürede işbaşı yapmasına karar verdi. İşçilere de aynı gerekçeyle iş bırakma ve yavaşlatmayı yasakladı. Asıl amacı olası bir grevi bastırmak olan bu hareketin başarıya ulaşıp ulaşamayacağı, işçilerin ve sendikanın bundan sonra nasıl bir tutum takınacaklarına ve kararlılıklarına bağlı. Önümüzdeki günler mücadelenin şiddetini de gösterecek bizlere.
Güney Afrika’da 48 saatlik genel grev
Güney Afrika’da 1-2 Ekim tarihlerinde yapılan genel grev, sendika konfederasyonu COSATU’nun çağrısıyla gerçekleştirildi. Genel grevin amacı, ANC hükümetinin özelleştirme planlarını, işsizliği, yoksulluğu ve temel yiyecek maddelerinin fiyatlarındaki artışı protesto etmekti. Elektrik, su, sağlık gibi kamu sektörlerinde çalışan işçilerin katılımının engellenmesine rağmen, liman, maden, metal, inşaat ve enerji işçilerinin katılımı oldukça yüksek oranlardaydı. Johannesburg’da yapılan gösteriye yaklaşık 100 bin kişi katıldı. Ülkenin farklı bölgelerinde 30’u aşkın yürüyüş gerçekleştirildi ve bu gösterilerin en küçüğü 5000 kişiyle yapıldı.
Yıllar süren ulusal kurtuluş mücadelesinin ardından yönetime gelen ANC (Afrika Ulusal Kongresi) hükümeti, önceleri işçiler tarafından bir kurtuluş umudu olarak görülüyordu. Bunda kuşkusuz mücadeleci geçmişinin payı büyüktü. Ne var ki yedi yılı aşkın bir iktidar dönemi, ANC’nin bir burjuva önderlik olduğunu ve onun da kapitalist saldırılardan muaf olmadığını kanıtlamış durumda.
Paris’te 100 bin işçi yürüdü
3 Ekimde sağcı Raffarin[2] hükümetini protesto etmek için Paris’te 100 bin işçinin katıldığı bir gösteri düzenlendi. Gösteriye bir kamu kuruluşu olan EDF-GDF (elektrik ve gaz işletmesi) işçileri kitlesel bir şekilde katıldılar. Onların yanı sıra, çeşitli sektörlerden pek çok kamu işçisi de yer aldı: Air France işçileri, metro işçileri, madenciler ve demiryolu işçileri.
Gösterinin temel talepleri, Raffarin hükümetinin planladığı EDF-GDF özelleştirmesine karşı çıkılması, 35 saatlik çalışma haftasının korunması, emekli maaşlarının korunması, daha yüksek ücret talebi ve iş güvenliğiydi. Raffarin işbaşına geldiğinden bu yana, kamu sektöründe kesintilere gidilmesi, sosyal hizmetlere ve 35 saatlik çalışma haftasına saldırılması ve yeni özelleştirmelere gidilmesi için uğraş veriyor. Bu eylem tüm bu saldırılara verilen ilk yanıt niteliğindeydi.
Nitekim eylemlerin arkası kesilmedi. Birkaç ay önce iktidara gelen Raffarin hükümeti, öğretmen ve yardımcı öğretmen sayısında büyük bir eksiltmeye gidileceğini duyurdu. Öğretmen sendikaları, eğitim sektöründeki kesintilere ve öğretmen açığına karşı 17 Ekimde ulusal ölçekte greve gittiler ve çeşitli kentlerde gösteriler düzenlediler. Öğretmenlerin bunun yalnızca bir başlangıç olduğunu belirttikleri grev halktan da büyük destek gördü. Demiryolu işçileri de 26 Kasımda gerçekleşecek ulusal çaplı bir gösteri örgütleme kararı aldılar. Bütün bunlar ekonomik krizin giderek derinleştiği, işsizliğin hızla yükseldiği bir ortamda yapılıyor ve bu da huzursuzluğun ve tepkinin daha da artacağını gösteriyor.
500 bin işçi Madrid’i ayağa kaldırdı
20 Hazirandaki genel grevin bir devamı olarak yapılan ve işsizlik yardımlarını kesintiye uğratmak üzere sunulan yasa tasarısını protesto etmek için 5 Ekimde Madrid’de gerçekleştirilen gösteriye 500 bin kişi katıldı. Üstelik bu katılım sendikaların fabrikalarda ve işyerlerinde hiçbir ciddi çalışma yürütmemesine rağmen sağlandı. Kamu harcamalarında kısıntıya gidilmesi, sendikal haklara yönelik saldırılar, kamu kesiminde ücretlerin dondurulması, asgari ücretin düşürülmesi, işsizlik, geçici işçiliğin ve esnek çalışmanın yaygınlaşması; bütün bunlar İspanyol işçi sınıfının mevcut Halk Partisi hükümetine karşı öfkesinin doruğa çıkmasına neden oluyor.
Kamuoyu araştırmaları Halk Partisinin ciddi bir oy kaybı yaşadığını, PSOE (Sosyalist Parti) ile arasındaki farkın iki puana kadar indiğini gösteriyor. Ekonomik durumun giderek daha kötüye gitmesi ve işçi mücadelelerin şiddetlenmesi, burjuvazinin bazı kesimlerinin daha fazla destek kaybetmeden erken seçime gidilmesi önerisini getirmelerine neden oluyor.
Şimdi sırada, eğitim sektöründe öğrencilerin, öğretmenlerin ve öğrenci ailelerinin ortak katılımıyla gerçekleşecek bir grev var. 29 Ekimde yapılacak bu grev, “Kalite Yasası” adı altında yapılan saldırıları hedef alıyor. Bu yasa, işçi çocuklarının yüksek öğrenim görmelerini engellemeye ve devlet yardımlarının devlet okullarına değil özel okullara akmasına hizmet ediyor. Çeşitli defalar çok büyük katılımlarla gerçekleştirilen eğitim sektöründeki grevlerde, öğrenciler hükümete geri adım attırmayı başarmışlardı.
Portekiz’de kamu işçilerinin genel grevi
Portekiz’de kamu sektörüne bağlı yüz binlerce işçi, ücretlerin ve iş koşullarının düzeltilmesi için 16 Ekimde iş bıraktı. Lizbon sokaklarını dolduran 50 bin işçi arasında ağırlıklı olarak doktorlar, hemşireler, diğer sağlık görevlileri, öğretmenler, belediye ve yargı işçileri, askeri sanayide çalışan işçiler bulunuyordu. Grev sırasında ülke çapında, hastanelerde, okullarda, yerel yönetimlerde ve belediyelerde çalışma durdu.
Hükümet kamu işçilerinin ücretlerini Avrupa Birliği’ndeki enflasyon oranına göre, yani %2 arttırmak istiyor. Oysa Portekiz’de enflasyon %3,8. Hükümetin bir diğer girişimi de emeklilik koşullarını zorlaştırmak ve emekli ücretlerine saldırmak. Mevcut durumda 36 yıl çalışan bir erkek ya da kadın işçi emekliliğe hak kazanıyor; hükümetse buna ek olarak 60 yaş sınırını getirmek istiyor. Bütün bu saldırılara karşı işçiler 30 Ekimde ülke genelinde bir eylem daha yapacaklar ve sessiz kalmayacaklarını haykıracaklar.
İtalya’da genel grev
İtalya’da işçi sınıfına yönelik saldırılarını giderek arttıran Berlusconi hükümeti, İş Kanunun patronların haklı bir neden olmaksızın işçi atmasını yasaklayan 18. maddesini yasadan çıkarmak istiyor. Berlusconi hükümetinin önerdiği değişiklik kabul edilirse, krizin de etkisiyle ilk etapta 280 bin işçinin işinden olabileceği hesaplanıyor. İtalya’nın en büyük sendika federasyonu olan CGIL, hükümetin önerdiği yasa tasarısına, uyguladığı ekonomik programa ve oluşturduğu 2003 bütçesine karşı 18 Ekimde genel greve gitti. Ne var ki, Temmuzda hükümetle “toplumsal sözleşme” imzalayan diğer iki sendika federasyonu CISL ve UIL, CGIL’i bu eyleminde yalnız bıraktı.
CGIL’in çağrısı diğer sendikalardan destek görmemesine rağmen işçilerden oldukça büyük bir destek gördü. Ülkenin dört bir yanında greve giden 1 milyon işçi, davullar ve ıslıklar çalarak ve Enternasyonal’i söyleyerek 120 farklı yerde gösteri düzenledi. Grev sırasında okullar, bankalar ve postaneler kapandı, pek çok uçak ve otobüs seferi iptal edildi, tren seferlerinin yüzde 40’ı gerçekleştirilmedi.
Geçtiğimiz haftalarda İtalyan şirketleri 20 binden fazla işçiyi işten atacaklarını duyurmuşlardı. Sadece Fiat Oto’nun işten çıkarma kararı aldığı işçi sayısı 8 bin 100’dü. Bu sayı, İtalya’da otomobil sektöründe çalışan işçilerin yüzde 20’sine tekabül ediyor. Bu kararın ardından işçilerin tepkileri iyice yükselmeye başlamıştı. Nitekim 18 Ekimde gerçekleştirilen gösterilere Fiat işçileri de coşkulu biçimde katıldılar. Ayrıca İtalya’nın üç büyük federasyonuna bağlı olarak metal işkolunda faaliyet gösteren sendikalar, Fiat’ın aldığı kararı protesto etmek için 10 Kasımdan önce 8 saatlik bir greve gideceklerini duyurdular.
23 Martta gerçekleştirilen ve 2 milyon kişinin katıldığı büyük gösteri de bizzat CGIL tarafından örgütlenmişti. İşçiler arasındaki prestiji artan sendika lideri Sergio Cofferati, bütün bu sol çıkışlarıyla politikaya güçlü bir şekilde atılmanın yolunu döşüyor. Fakat asıl önemlisi, bu aynı zamanda kitlelerin reformist sendika bürokrasisine söylem değişikliğini nasıl dayattığının da mesajını veriyor.
Cezayir’de hastane işçilerinin grevi
Cezayir’de 100 bin hastane işçisi, ücretlerinin yükseltilmesi talebiyle 22-23 Ekim tarihlerinde iki günlük greve gitti. Hemşirelerin, radyoloji teknisyenlerinin, ambulans sürücülerinin ve güvenlik görevlilerinin katıldığı grev boyunca, bütün ülkede hastanelerin yalnızca acil servisleri çalıştı. Ulusal Sağlık İşçileri Federasyonunun açıkladığına göre, greve yaklaşık tam katılımla gerçekleşti. İşçiler, hükümeti, ücretlerin yükseltilmesi için görüşme yapmaya yanaşmadığı takdirde tekrar iş bırakmakla tehdit ettiler.
* * *
Sağcı ya da reformist sendika liderleri uzun yıllar boyunca sendikaları burjuvaziyle uzlaşmanın ve işçi hareketini boğmanın araçları haline getirmeye çalıştılar. Sınıf mücadelesinin muazzam bir gerileme döneminden geçtiği uzun yıllar boyunca, sosyalist ve öncü işçilerin yılgınlığa kapılıp mücadeleden uzaklaşmaları, sendikaları bu fırsatçılar için boş bir alan haline getirdi. Ne var ki bugün dünyanın pek çok yerinde bütün işçi sınıfıyla birlikte ilerici ve öncü işçilerin de ruh halleri değişmeye başlıyor. Kitleler halinde mücadeleye girişen işçiler, ne kadar büyük bir güç olduklarının yeniden farkına varıyorlar. Mücadelenin giderek daha da kızıştığı böyle bir dönemde, işçi sınıfının enternasyonal ölçekli Marksist önderliğinin yaratılması sorunu çok daha yakıcı bir biçimde kendini dayatıyor. Sendikaların bürokratların ve reformistlerin elinden kurtarılarak uzlaşmaz mücadele örgütleri haline getirilmesi, mücadelenin ekonomik mücadeleyle sınırlı olmaktan çıkarılıp gerçek düşmana yani kapitalizme yönelmesi, işçi sınıfı için ölümcül bir tehdit olan burjuva düzenin temellerinden yıkılması, ancak işçi kitleleriyle organik bağlara sahip böyle bir politik önderlik sayesinde mümkün olacaktır.
[1] International Longshore and Warehouse Union (Uluslararası Yükleme, Boşaltma ve Depolama Sendikası)
[2] Liberal Demokrasi Partisinin başkanı ve başbakan.
link: Marksist Tutum, Ekim Ayı Mücadele Ayı Oldu, 24 Ekim 2002, https://en.marksist.net/node/334
Sahte Cennetlerin Öteki Yüzü
Seçime Doğru