Demokrasi ve Barış Konferanslarının ilki 25-26 Mayıs tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirildi. Sürmeli Otel’de gerçekleşen konferansın çağrısını Yaşar Kemal, Murathan Mungan, Şebnem Korur Fincancı, Vedat Türkali, Orhan Pamuk, Arif Sağ, Gencay Gürsoy, Yakın Ertürk, Rakel Dink, İonna Kuçuardi ve Tarık Ziya Ekinci yaptı. 500’ün üzerinde katılımcının olduğu konferansta iki gün boyunca yoğun tartışmalar yaşandı.
Konferansın açılış konuşmasını HDK Milletvekili Sırrı Süreyya Önder gerçekleştirdi. Önder konuşmasında konferansın amacına değindi: “Sayın Öcalan’ın da yapılmasını önerdiği, aciliyeti ve gerekliliğini vurguladığı bu ‘kalıcı barış’ konferansı hem başındaki ‘kalıcı’ kelimesinin gerçekçiliği hem de ‘barış’ kelimesinin tarihsel anlamı gereği hepimiz için yön belirleyici bir pusula niteliğindedir.” Müzakere sürecini izleyip kolaylaştırmak, gözleyip denetlemek için konferans çağrısı yapıldığını vurgulayan Önder, kararsız kitleleri bu konferans ve paralelindeki çalışmalarla bilgilendirip ikna edeceklerini ifade etti. Ötekileştirilenlerin bu sürecin esas aklı olduğunu dile getiren Önder, “barışla gelecek hayatın demokratik biçimde oluşması ve sürmesi asli görevimizdir” diyerek sözlerini noktaladı.
Önder’in konuşmasının ardından divanın belirlenmesine geçildi. Divan Başkanlığı görevini üstlenen Prof. Dr. Gencay Gürsoy müzakere sürecinin yarattığı sevince ve endişelere değindi: “Barış sürecinin ülkede yarattığı sevinç büyüktür. Hiçbir yasal düzenleme olmadığı halde sorun çıkmaması, iki tarafın da provokasyonlara gelmemesi, iki tarafın da gösterdiği çaba ve hassasiyet sayesindedir. Henüz endişeliyiz ve pratik endişelerimizi haklı çıkarıyor. Ovada siyasetin alanı daraltılıyor. Gösteri ve basın açıklamaları abartılmış polis şiddeti ve devlet terörü ile bastırılıyor. Belli ki istediğimiz mesafeyi almak için güçlük çekeceğiz. Türkiye otoriterleşiyor. Taleplerimizi toplumun talepleri haline getirmek için başlattığımız bir dizi konferansın ilkidir bu. Giderek engelleri aşacağız ve kitle desteğini alacağız. Savaşın gölgeleri ve tehdidi altında bunu yapmak zorundayız.”
Konferans çağrıcıları arasında yer almalarına karşın konferansta hazır bulunamayan isimlerin mesajları okundu. Aralarında aydınların, sanatçıların, gazetecilerin, kurum temsilcilerinin, milletvekillerinin, kanaat önderlerinin bulunduğu konferans delegasyonu mesajları coşkulu alkışlarla karşıladı.
Konferansta partisi adına kısa bir değerlendirme yapan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak şöyle konuştu: “Herkesin bildiği ama ‘bilmiyoruz’ diye sitem ettiği bir süreçten geçiyoruz. Bundan önceki süreçler yarım kalıyordu. Daha önce görüşmeler gizli yapılıyordu. Şimdi kamuoyuna açık yapıldığı için görüşmeler tarihseldir ve artık geri dönülmesi mümkün değildir. Bu, diğer süreçlerden farklıdır. Farklılık Sayın Abdullah Öcalan’ın Newroz’da duyurduğu barış ve çözüm deklarasyonunda yatıyor. Hep beraber geleceğe bakabilirsek geçmişteki hataları düzeltme gücünü ve imkânını buluruz. Burada hep beraber geleceğimizi kurgulayacağız. Bunu da kamuoyuna deklare edeceğiz. Bu kalıcı barışa doğru bir yolculuktur. Eşitlik hukuku içerisinde bir yaşama yolculuktur. Biz bu topraklarda neden bu kadar acı çektik, zulüm gördük? Bunun cevabı bir hukuk devletinde yaşamıyor oluşumuzdur. Birbirimize karşı farklı hukuklarımız olabilir ama devletin hepimize karşı eşit bir hukuku olmalıdır. Özgürlük getirmeyecekse, anayasa değişmeyecek. Yama istemiyoruz. Anayasa değişikliği ertelenemez. Geciktirilemez. Bu güçlü bir toplumsal talep haline gelmiştir. Ancak yeni anayasa sorun üreten değil, sorun çözen, arzularımıza göre bir anayasa olmalıdır. Bir an önce reformlara başlanmalıdır. Yol temizliğine hızla başlanmalı ve süreç demokratik anayasa ile taçlandırılmalıdır. Müzakere süreci kesintiye uğramasın diye hepimiz sorumluluk almalıyız. Biz birbirimizle toplumsal müzakere içinde olursak egemenlerle olan müzakere çok kolaylaşacaktır. Kürtlerle devleti baş başa bırakıp sonra da suçlu ararsak o suçlu biz oluruz.”
Pek çok konuşmacının söz aldığı ilk oturumun sonunda öğleden sonra yapılacak paralel oturumların sunumları yapıldı. Paralel oturumlar 3 başlıkta gerçekleşti:
1) Hakikat, Yüzleşme ve Adalet
2) Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa
3) Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaştırılması ve Demokratik Siyaset
İlk sunumda herkesin farklı bir barış tahayyülü olduğu ve toplumun nasıl barışacağını bilmediği vurgulandı. İkinci başlığın sunumunda ise şu vurgulara yer verildi: “Onarıcı bir adaleti ve hukuku toplumsallaştırabilmeliyiz. Anayasa geçmişle kopuş anayasası olmalıdır. Hem cezalandırıcı hem de onarıcı hukuk zemini oluşturulmalıdır. Bu anlamda uluslararası deneyimler gözden geçirilmelidir.” Üçüncü sunumda ise diğer sunumlarda yer alan taleplerin yerine gelebilmesi için yaratılacak araçların, mekanizmaların neler olduğu üzerinde duruldu. Bu sürecin çatışmasızlık süreci olduğu fakat henüz bir demokrasi ve barış süreci olmadığı vurgulandı. Öğleden sonra gerçekleşen 3 paralel oturumda yoğun tartışmalar yaşandı. Tüm toplumsal gruplardan konuşmacılar bu süreçten beklentilerini, taleplerini ortaya koydular, yerine getirilmesi gereken görevlerin altını çizdiler.
Üçüncü oturumda bir konuşma yapan Gültan Kışanak, müzakerenin iki tarafı olduğunu ve mücadelenin güç dengeleri doğrultusunda devam ettiğini, bu nedenle toplumsal müzakerenin güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Kışanak, bugüne kadar zorunlu olarak bir arada yaşandığını, şimdi bu zorunluluğu yoldaşlığa çevirmek istediklerini dile getirdi.
İkinci oturumda ise Sırrı Süreyya Önder söz aldı ve Anayasa Komisyonu çalışmalarının geldiği son duruma ilişkin bilgi verdi: “Biz anayasa komisyonuna önerilerimizi götürürken bize iletilen talepler üzerinde hiç oynamadan bildirdik. Devlet Kürt meselesini yönetemiyor artık, bu nedenle apar topar bir çözüm arayışına girdi. Ama kendini barışa ayarlamadığı için bütün organları farklı tarafa gitti. Medyada söylediklerine bakmayın, hükümet önemli taahhütler verdi. Başbakan medyada Türk milleti diyor ama anayasada bu böyle olmayacak. Bu konferansta en önemli şey, bu süreçte normalleşme sağlanana kadar bu çalışma gruplarından çıkacak komisyonların süreci denetleyeceğidir. Bu komisyonlar, ortak talepleri duyuracak, Öcalan’la görüşecek, konferans tüm süreci belirleyecektir. Biz alanı boşaltırsak demokratikleşme olmayacak.”
Konferansın ikinci günü bir önceki günün paralel oturumlarının raporlarının okunmasıyla başladı. Tartışmalar ikinci gün de yoğun biçimde sürdü. Söz alan çok sayıda konuşmacı müzakere sürecinin demokrasi ve barış sürecine evrilmesi için çabaları yoğunlaştırma çağrısı yaptı.
Söz alan Sebahat Tuncel şöyle konuştu: “Bu konferans tarihi bir konferanstır. Derdimiz Türkiye’nin toplumsal grupları olarak üzerimize düşenleri hatırlamak ve yapmaktır. Bu nedenle bu, sözümüzü söyleyip gittiğimiz değil, kalıcı bir konferanstır. Bu yan yana duruş bizi çok heyecanlandırıyor. Öcalan’ın elini güçlendireceğimiz zemin burasıdır. Buradan hükümete söz söylememiz gerekiyor. ‘Biz üzerimize düşeni yapıyoruz’ demeli ve taleplerimizi öne çıkarmalıyız. Müzakere eşit koşullarda olur. Öcalan tutsakken müzakere eşit koşullarda olmaz. Kürtlerin dil ve kültür hakkı pazarlık konusu olamaz. Pazarlıklar başka noktalarda yapılmalıdır. Biz sadece Kürtlerle savaşın bitmesini ve barışın gelmesini değil, halkın devletle hukukunu yeniden oluşturmak istiyoruz. Eşitlik, adalet, özgürlükçü yaşam istiyoruz. AKP hep iktidarda kalmayacak. Bizim mücadelemiz onu iktidardan alaşağı edecek. Komisyonlarımızı arttıralım ve çabamızı yoğunlaştıralım. Bu ülkede yaşayacaksak istediğimiz gibi bir ülkede yaşamalıyız.”
Konferansın son saatlerinde paralel oturum başlıklarının komisyonları oluşturuldu. Komisyonların kısa zamanda bir araya gelerek çalışmalara başlaması benimsendi. Konferansın kalıcılaşması için Haziran ayında Diyarbakır’da ardından Brüksel ve Erbil’de toplanması kararlaştırıldı.
Büyük bir coşkuyla sona eren konferansın ardından sonuç bildirgesi yayınlandı ve basına duyuruldu.
Demokrasi ve Barış Konferansı Sonuç Bildirgesi
25-26 Mayıs 2013 Ankara
Müzakere sürecini, Kürt sorununda çözüm ve barışla taçlandırmak için yapılması gerekenleri değerlendirmek amacıyla toplanan Demokrasi ve Barış Konferansı’nda, Türkiye’deki farklı kesimler bir araya geldik.
Konferans’ta buluşan biz Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Kürtler, Türkler, Sünniler, Araplar, Romanlar; bir başka deyişle bu ülkenin farklı halkları ve inanç grupları, inançsızları, aydınları, akademisyenleri, gençleri, kadınları, LGBT’lileri, emekçileri, sendikacıları, siyasi parti ve grupları, başlatılan müzakereleri doğru bir yönde ilerletmek, kalıcı bir barışı tesis etmek, hepimizin hak ve özgürlüklerini kapsayacak eşit ve ortak bir demokratik gelecek kurmak için birlikte hareket etmeye, çözüm inisiyatifini geliştirmeye ve toplumsallaşan bir barış hareketini örmeye karar verdik.
***
Biz bu Konferans’ta bir araya gelenler, bugün Türkiye’nin çözüm ve barış sürecinin önemli bir aşamasında bulunduğunu saptıyoruz. Kürt sorununda çözüme yönelik görüşmeler sürecinin desteklenmesi ve geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Konferansımızın, müzakere sürecinin kesintisiz olarak sürdürülmesi için kararlı bir tutum ve çaba içerisinde olacağını ilan ediyoruz.
Sürecin kalıcı bir barışa ulaşması için çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir demokrasiyi bütün kurumlarıyla oluşturmanın ve buna işlerlik kazandırmanın kaçınılmaz olduğunu vurguluyoruz. Demokrasiyle barışın birbiriyle doğrudan bağlantılı olduğunu bir kez daha saptayarak, demokratikleşme yönünde atılacak adımların barış sürecini de ilerleteceğini belirtiyoruz.
Bugün bazı yaklaşımların, barış ve demokratikleşme sürecinin karşılıklı güven içerisinde ilerleyebilmesi açısından kimi sorunlar yarattığını görüyoruz. AKP Hükümeti’nin, hegemonyacı ve otoriter bir siyaset anlayışı ile çözüm sürecinin sağlıklı gelişiminin önünde sorun alanı yaratmaması gerektiğini belirtiyoruz. Güven sağlayıcı adımların tek taraflılık karakteri göstermemesi, karşılıklı güvenin artırılması, çözüm ve barış sürecinin güçlendirilmesi için hükümeti sorun alanlarını daraltacak adımları gecikmeden atmaya davet ediyoruz.
Müzakerelerin sonuç alıcı bir biçimde sürmesi ve geliştirilmesi için, şu aşamada müzakereyi büyük kısıtlılıklar altında yürüten Sayın Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması ve toplumun çeşitli kesimlerinden oluşan heyetlerle iletişim imkânlarının yaratılması gerekliliğini belirtiyoruz.
Nefret dilinin değil, barış dilinin yaygınlaşmasının, karşılıklı anlayış ve saygının bu sürecin selameti açısından yaşamsal önemini vurguluyoruz.
Barış ortamının ve müzakerelerin toplumsallaşması için demokratik mücadeleye yönelik engellemelerin sona erdirilmesi; bu kapsamda ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerinin hiçbir şekilde kısıtlanmamasının önemini hatırlatıyoruz.
Hasta ve çocuk tutsaklar başta olmak üzere, siyasi tutukluların serbest bırakılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin geciktirilmeden ele alınmasını talep ediyoruz.
Halkların dil, kültür, inanç ve kimlik haklarının evrensel olduğunu, bunların bir pazarlık konusu haline getirilemeyeceğini ve bu hakların eşit yurttaş olmanın gereği sayıldığını bir kez daha vurguluyoruz.
Çözüm ve demokratikleşme sürecinin her aşamasında, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlerin eşitlik hukukunu, kadın-erkek eşitliğini sağlayıcı adımlarla kalıcı ve gerçek bir barış sağlanacağına olan inancımızı bir kez daha dile getiriyoruz.
SÜRECİN TAKİPÇİSİYİZ...
Konferans katılımcıları olarak kendimizi barış ve müzakere sürecini izlemekle görevlendiriyoruz. Güvenlikçi politikalara asla geri dönülmemesi, sürecin kesintiye uğramaması ve geliştirilmesi gereğini özellikle vurguluyor ve bu bakımdan üzerimize düşen bütün çabaları gösterme kararlılığını ilan ediyoruz.
Gerçek bir barışın sağlanması için bugünden başlayarak geçmişe kadar uzanan tüm katliamlarla, faili meçhullerle, kayıplarla, soykırımlarla yüzleşmenin vazgeçilmezliğinde birleşiyoruz ve günümüzden geriye doğru, insanlığa karşı işlenmiş bütün suçları, zaman aşımı olmaksızın ortaya çıkarmak ve adaleti tesis etmek için üzerimize düşen her şeyi yapacağımızı belirtiyoruz.
Çözümün yalnızca tek taraflı fedakârlıklarla sağlanamayacağını değerlendirerek, Meclis’te bulunan siyasi partilere çağrı yapıyoruz. İktidar ve muhalefetiyle yasal reform adımlarının, demokratikleşmenin hızlandırılması, yeni anayasa çalışmalarının seçimlerden önce sonuçlandırılması, çözüm sürecinin ruhuna uygun bir çalışma temposunun, tarzının ve dilinin parlamentoda da geliştirilmesi gerektiğini belirtiyoruz.
Barışın sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu ve Suriye’de de gerçekleşmesi hedefinin Konferans katılımcılarının ortak mücadele konusu olduğuna işaret ederken, Reyhanlı’da yaşanan katliamın barış ihtiyacının ne kadar acil olduğunu gösterdiğini vurguluyoruz.
Konferans’ta buluşanlar olarak, Kürt sorununda çözüm, barış ve demokratikleşme için ortak taleplere ve yaklaşımlara sahip olduğumuzu beyan ediyoruz ve bunları gerçekleştirecek mücadelede ortaklaşacağımızı herkese duyuruyoruz.
Konferansa katılanlar olarak barış, demokrasi ve emeğin haklarından yana tüm kişi ve kurumlara, Türkiye’deki eşitlik, adalet ve demokrasi mücadelesini birlikte sürdürme, barış ve çözüm sürecine dâhil olma çağrısını yapıyoruz.
Farklı seslere, görüşlere ve tarzlara açık olduğumuzu belirtirken, bunların güvence altına alınmasının yolunun, farklı olanların ve toplumdaki tüm mağdurların birlikte hareket etmesi olduğuna işaret ediyoruz.
Bu Konferans’ta toplumun çok farklı kesimlerini bir araya getiren bir çözüm, barış ve demokratikleşme iradesi oluşmuştur. Bundan sonraki çalışmalarımızı, ‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet Komisyonu’, ‘Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa Komisyonu’, ‘Toplumsal Müzakere ve Demokratik Siyaset Komisyonu’ ve bunların Koordinasyonu aracılığıyla sürdürme kararlılığındayız.
Buradan hareketle, Konferans katılımcıları olarak, barışın ve müzakerenin toplumsallaşması mücadelesini genişletme ve geliştirme; eşitlik, özgürlük, emeğin hak arayışı ve ekolojik adalet mücadelesini demokrasiyle taçlandırma kararlılığını ortak ve güçlü bir irade olarak ilan ediyoruz...
“Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa” Toplantısı Sonuç Raporu
Barışın inşasında hukukun rolü...
“Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa” başlıklı oturumda yapılan değerlendirmeler ve tartışmalarda şu sonuçlara ulaşıldı:
Bugün Türkiye barış ve çözüm sürecinin önemli bir aşamasında bulunuyor. Bu sürecin olumlu şekilde gelişmesi ve barışın tesisi için çoğulcu demokrasiyi bütün kurumlarıyla oluşturmak ve işlerlik kazandırmak kaçınılmazdır. Demokrasi, barış sürecinin güvencesi ve olmazsa olmaz şartıdır.
Uluslararası deneyimlerden de bildiğimiz ve bugün Türkiye’de de yaşanmakta olan bazı engeller, barış ve demokratikleşme sürecinin karşılıklı güven içerisinde ilerleyebilmesi açısından sorunlar yaratıyor. Bunlar,
1) Hukukun üstünlüğü ve adalet idaresindeki zafiyet,
2) Süregelen insan hakları ihlalleri,
3) Güven artırıcı adımların genel olarak tek taraflılık karakteri arz etmesi,
4) Yargı sisteminin özellikle toplumun belli kesimleri açısından yeterli bir güvence sunmamasıdır.
Karşılıklı güvenin sağlanması ve barış sürecinin güçlendirilmesi için yukarıda sayılan engellerin ortadan kaldırılması aciliyet arz ediyor.
Çatışma hali yerine çözüme yönelik görüşmeler süreci, desteklenmesi gereken bir politikadır. Bu politikanın güçlendirilmesi demokratikleşme yolunda atılacak adımlara bağlıdır. Bu sayede güven tesisi yolunda da ileri adımlar atılması fırsatı doğacaktır.
Bu bağlamda,
- Ceza mevzuatının yenilenmesi, Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması;
- Temsilde adaleti engelleyen yüzde 10 barajının değiştirilmesi ve Hazine yardımının bütün partilere yapılması başta olmak üzere Siyasi Partiler ve Seçim Mevzuatı;
- İfade ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgili mevzuatta köklü değişikliklerin yapılması;
Yargı sistemine hâkim olan anlayışın değişmesi sürecin başarıyla devam etmesi için hayati önemdedir. Bugün cezaevlerinde bulunan binlerce siyasi tutuklu ve hükümlünün özgürlüğünden yoksun olması da bu saydığımız mevzuatın ve yargı anlayışının ürünüdür.
Aynı çerçevede bir güven mesajı vermek üzere Türkiye’nin taraf olduğu, temel hak ve özgürlüklere ilişkin tüm uluslararası anlaşmalardaki çekinceler kaldırılmalıdır. Zira bu çekinceler esas itibariyle ülkedeki farklılıkları, eşit ve demokratik bir ortamda yaşamayı ret eden bir anlayıştan kaynaklanıyor.
Bugün kendi ülkesinde demokratik bir ortamda, ortak ve eşit yaşam koşullarını oluşturmak isteyen, dil, inanç, kültür ve kimlik farklılıklarını bir zenginlik olarak gören ve bunların tümünü anayasal güvence altına almak isteyen bir anlayışın bu çekinceleri korumasının anlamı kalmamıştır. Bu nedenle başta Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere, temel hak ve özgürlüklere dair tüm uluslararası sözleşmelerdeki çekinceler vakit geçirilmeksizin kaldırılmalı; insan ve doğa hakları ile ilgili diğer sözleşmeler de imzalanmalıdır. Bu sayede bir demokrasi için elzem olan çoğulculuğun hukukla korunması yolunda önemli bir mesaj verilmiş olacaktır.
Türkiye’nin idari yönetiminde her dönem merkezi yönetim ve merkezi vesayet anlayışı egemen olmuştur. Bütçenin en az dörtte üçünün harcama yetkisinin merkezde toplandığı ülkemizde bu yanlışlığın ve adaletsizliğin giderilmesi, ekonomik kaynakların daha adil kullanılması için yerelden ve yerinden yönetim anlayışının geliştirilmesi, kararların yerelde ve yerinde alınması ve uygulanması büyük önem taşıyor. Bu bağlamda dünyanın bütün çağdaş demokrasilerinde geliştirilen âdem-i merkeziyetçi yönetim anlayışına geçiş Türkiye için atılması gereken bir adım olmalıdır.
Denge ve denetim mekanizmalarıyla güçlendirilmiş kuvvetler ayrılığı ilkesine yeni anayasada yer verilmelidir.
Yeni bir anayasa ihtiyacı seçimlere veya başkanlık tartışmalarına bağlanamaz. Bugün askeri darbe döneminin ürünü olan 12 Eylül 1982 Anayasası’nı kimi tadilatlarla bir “geçiş anayasası” haline getirmek suretiyle demokratik bir çözüm üretilemez. 1982 Anayasası referans alınarak yeni bir anayasa yapılamaz. Yapılırsa da bu yeni bir anayasa olmaz.
Türkiye’nin yeni anayasası tekilleşmeye değil, çoğulculuğa vurgu yapan; insan onuruna, insan ve doğa haklarına dayanan; devlet, ulus ve aileden ziyade bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyan, kadın-erkek eşitsizliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen ve her türlü ayrımcılığı ret eden bir anayasa olmalıdır.
Türkiye’de yaşayan herkesin buluşacağı bu anayasanın;
- Herkesin anadiliyle eğitim gördüğü ve hayatın her alanında anadiliyle yaşadığı;
- Farklı dil, kültür ve inançların, inançsızların; cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlerin eşitlik hukuku çerçevesinde tanındığı ve korunduğu;
- Toplumsal cinsiyete duyarlı;
- Vicdani ret hakkının tanındığı;
- Siyasi katılımı, ekonomide adaleti, çevre ve iklim adaletini esas alan bir anayasa olması hepimizin acil, vazgeçilmez talebi ve ihtiyacıdır.
Seçimlerden önce yeni bir anayasa çalışmalarının tamamlanması siyaset kurumunun önünde duran önemli bir görevdir.
Barışın hukukunu hep birlikte kurmak, geliştirmek ve etkin olarak uygulanmasını takip etmek kararlılığındayız.
“Hakikat, Yüzleşme ve Adalet” Toplantısı Sonuç Raporu
Demokrasi ve Barış Konferansı’nın “Hakikat, Yüzleşme ve Adalet” toplantısında aşağıdaki sonuçlar elde edildi:
Toplantıda söz alan katılımcıların Türkiye’nin neredeyse bütün etnik-dini eğilimlerini barındırdığı; politik olarak daha çok siyasi yelpazenin solunda yer aldıkları; söz alan herkesin ya doğrudan ya da ait hissettiği sosyal grup üzerinden devlet şiddetine ve ayrımcılığa maruz kalmış olduğu; kendileri için olduğu kadar diğer ezilenler ve örselenenler için de hak ve adalet talebi peşinde oldukları gözlemlendi.
Osmanlı’dan bugüne Türk devlet geleneğinde başta Aleviler, Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Kürtler, Romanlar ve Museviler olmak üzere, hâkim dini/etnik gruptan farklı olanların ciddi baskılara, ayrımcılığa, asimilasyona ve kırımlara uğratıldığına vurgu yapıldı. Bu baskı ve asimilasyon politikalarının dört ana grupta toplanabileceği belirtildi: 1) Kürtlerin ve diğer Türk olmayan unsurların Türkleştirilmesi; 2) Alevilerin Sünnileştirilmesi; 3) Sünnilerin laiklik sopasıyla terbiye edilmesi; 4) Ermeni, Süryani, Bulgar ve Rum halklarının sürülmesi, soykırıma uğratılması.
Demokratikleşme sürecinde, Türkiye’nin tüm renklerine eşit yurttaşlık temelinde saygı gösteren bir siyasi dönüşüm için mücadele etmenin önemine işaret edildi.
Şu anda içinden geçmekte olduğumuz, Türk-Kürt meselesindeki barış/çözüm sürecinin önemli bir imkân olabileceği, ancak bu sürecin sağlıklı ve sonuç alıcı bir şekilde ilerleyebilmesi için, AKP’nin dar ufuklu ve yüzeysel yaklaşımı karşısında derinlikli ve gerçek bir barış perspektifi oluşturmanın önemine değinildi. Bu bağlamda, uluslararası barış süreçlerindeki olumlu-olumsuz örneklere dikkat çekilerek Türkiye’de adil bir çözümün gerçekleşmesi gereğine işaret edildi.
Hakikat, Yüzleşme ve Adalet toplantısındaki saptamalara göre kapsamlı, kalıcı ve adil bir barışa ulaşmak için en önemli öğelerden biri yüzleşmedir. Yüzleşmenin iki temel işlevi ise, “hakikatin ortaya çıkartılması” ve “öteki sayılanlarla empati ve vicdan üzerinden yeni bir ilişkisel alan yaratılması”dır.
Yüzleşmemiz gerekenler, öteki saydıklarımızın ve kendimizin duyguları, yaşantıları, suçlarımız, travmalarımız ve acılarımızdır. Dönüp dolaşıp bir bütün olarak kendimizle, kimleri nasıl incittiğimizle ya da ne tür incinmişlikler yaşadığımızla yüzleşmeliyiz. Samimi ve sahici bir yüzleşme süreci, kendisiyle yüzleşenler için dönüştürücüdür. Kendimizle yüzleştikten sonra tekrar dönüp yenilenmiş halimizle, öteki saydıklarımızla bu sefer hakikat zemininde yeni bir ilişkisellik yaratabiliriz. Bu anlamda yüzleşme bir imkândır.
Yüzleşme-barış sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için:
· Güven ve güvenlik ihtiyacı kritiktir; bu nedenle mevcut çatışmasızlık ortamının özenle sürdürülmesi gerekmektedir.
· Tarafların birbirini eşdeğer olarak görebilmesi ve birbirine asgari saygı duyması; buna uygun bir barış dili geliştirmesi gerekir.
· Hakikatlerin ortaya çıkartılması için bir bilgi ve hafıza çalışması olarak;
- Hızla sivil bir ‘Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun kurulmasına karar verilmiştir:
■ Alt-komisyonlar olarak tarihi hakikatler, faili meçhuller, göç, cinsiyet eşitliği ve kadın mağduriyeti, aşiretlerin ve korucuların işlediği suçlar, ekolojik tahribat, çocuk mağdurlar, askeri darbeler gibi konular özel olarak gündeme alınmalıdır.
■ Bu komisyon çerçevesinde bu alanlarda çalışma yapan sivil toplum örgütleriyle ve kişilerle bağlantı kurarak bu konudaki bilgi ve belgeler bir araya getirilmeli; toplumun diğer kesimleri nezdinde görünür kılınmalı; faillerin envanteri çıkarılmalı ve teşhiri sağlanmalıdır.
■ Öncelikle devletin işlediği suçların hakikatini ortaya çıkarmak, yüzleşmek, farklı kesimlerin birbiriyle yüzleşmesinin de yolunu açacaktır.
■ Mağdurlarının kendilerini dillendirebilecekleri ve sessiz tanıkların da suskunluklarını bozabilecekleri ortamlar yaratılmalı, araçlar geliştirilmelidir.
○ Mahkemeler yoluyla faillerin yargılanması ve cezalandırılması çabalarının sistematik ve ciddi bir şekilde yapılması; mağdurlara ve ifade vermeyi kabul eden faillere korunma sağlanması; şimdiye dek geniş ölçüde sürdürülen faillere yönelik cezasızlık politikasına son verilmesi gerekmektedir.
○ TBMM’de yeni bir yasal düzenlemeyle, hem milletvekillerinin hem de sivil toplum örgütü temsilcileri ve akademisyenlerin asli üye olarak katılım sağlayabileceği, ayrı bütçesi olan resmi hakikat komisyonlarının oluşturulması ısrarla talep edilmelidir.
○ Bütün bu kanallarda ortaya çıkan bilgilerin toplumsallaştırılması için medyanın daha etkin kullanılması sağlanmalıdır.
- Mevcut konjonktür gereği, Türk-Kürt meselesi üzerinden ve bugünden başlayacak olan yüzleşme ve adalet arayışında yol alındıkça, diğer kara sayfalarla ve geçmişle yüzleşme de kolaylaşacaktır. Bu bağlamda, özellikle 1915’te Ermeniler, Pontus Rumları ve Süryanilere, 1938’de Dersim Alevilerine uygulanan soykırımlarla, 1925 Şeyh Sait ayaklanmasına İstiklal Mahkemeleri eliyle uygulanan katliamla yüzleşme gereğine işaret edildi.
* Yüzleşmenin duygusal açıdan da geniş kitlelere taşınabilmesi için başta sinema, müzik, edebiyat ve plastik sanatlar olmak üzere bütün sanat çalışmalarının desteklenmesi gerekir.
* Birleşmiş Milletler’in 1325 sayılı kararı çerçevesinde, yüzleşme ve barış süreçlerine başından sonuna kadınların katılımı sağlanmalı; kadınların daha zor görünür ve daha zor dile getirilir olan mağduriyetlerinin ve taleplerinin ortaya konabilmesi ve cezasız kalmaması için uygun mekanizmalar yaratılmalıdır. Bütün bu süreçlerde cinsiyetçi bir dilden uzak durulmalıdır.
* Yüzleşme süreci ilerledikten ve bu süreçte toplum hazırlandıktan sonra en yetkili merciin ağzından işlenen suçlar için mağdurlar ve yakınlarından açıkça ve samimi bir özür dilenmeli ve bağışlanma talep edilmelidir.
* Şiddet ve zorunlu göç mağdurlarının maddi ve manevi kayıpları tazmin edilmelidir.
* Tıbbi ve psikolojik hasarlara yönelik rehabilitasyon ve tedavi faaliyetleri mağdurlara ücretsiz olarak sunulmalıdır.
* Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi ve Dersim’de halen insan kemikleri barındıran mağaralar müzeye dönüştürülmeli; Roboski gibi yaşanan diğer zulümleri simgeleyen anıtlar oluşturulmalıdır.
* “Gözaltında kayıptan korunmayla ilgili” uluslararası sözleşmeye Türkiye’nin imza koyması sağlanmalıdır.
Bu kapsamda hakların yeniden tanımlanması ve yasal düzenlemeler için:
○ Tüm baskıcı/ayrımcı yasaların ve mevzuatın, eşitlikçi ve barışçıl uzlaşı temelinde elden geçirilmeli; bütün mağdur kimliklerin egemen kimliklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasını sağlayan anayasal ve yasal düzenlemeler yapılmalı,
○ Tüm ders kitapları bu bağlamda yeniden düzenlenmeli,
○ Nefret söylemini ve ayrımcılığı cezalandıran yasal düzenlemeler yapılmalı,
○ Toplumun ayrımcılık konusunda aktif biçimde eğitilmesi yoluna gidilmelidir.
○ Halen süren hak ihlalleri yakından takip ve teşhir edilmelidir. En son ve en yakıcı örnekler olarak Roboski ve Reyhanlı’da gerçekleştirilen katliamların aydınlatılmasının ve faillerinin yargılanmasının takipçisi olunmalıdır.
“Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaşması ve Demokratik Siyaset” Toplantısı Sonuç Raporu
“Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaştırılması ve Demokratik Siyaset” başlıklı toplantıda tartışmalar, müzakere sürecinin ilerletilmesi için yapılması gerekenler ve müzakerelerin yerelleşmesi-toplumsallaşması ve demokratik mücadelenin yükseltilmesi üzerinde yoğunlaştı. Toplantıda ortaklaşılan görüş ve öneriler şöyle:
Kürt sorununun çözümü amacıyla müzakerelerin başlaması tarihsel önemde bir gelişmedir. Devletin süregelen Kürt sorunundaki inkâr ve asimilasyon politikasının iflas ettiği anlaşılmış ve kabul edilmiştir. Gelinen nokta; tekçi, asimilasyoncu ve otoriter devlet yönetimine karşı başta Kürt halkı olmak üzere mücadele eden herkesin emeğinin toplam sonucudur.
Devletin ve AKP Hükümeti’nin, Kürt halkının ve Kürt hareketinin müzakereler için muhatap olarak gösterdiği Sayın Abdullah Öcalan ile görüşmelere başlaması, tüm Türkiye halkları tarafından olumlu bir gelişme olarak destek bulmuştur.
Konferansımız da müzakereleri, Kürt sorununun çözümünde en etkili ve sonuç alıcı yol olması nedeniyle, olumlu bulmaktadır. Kalıcı bir barış sağlanıncaya kadar, bu müzakereler etkili ve katılımcı bir yöntemle sürdürülmelidir.
Müzakereleri yürüten Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması, müzakerelerin daha hızlı ve daha sonuç alıcı bir şekilde ilerlemesini sağlayacaktır.
Başta kimlik, dil ve kültürel haklar olmak üzere temel hak ve özgürlükler pazarlık konusu edilmemelidir. Bu haklar önündeki engeller müzakere konusu dahi edilmeden, iade edilmelidir.
Kadınlar müzakerenin her aşamasında yer almalı ve toplumsal barış inşa edilirken her aşamasında kadın-erkek eşitliği gözetilmelidir.
Müzakere sürecinin birinci aşamasında; PKK’nin, elinde bulundurduğu kamu görevlilerini salıvermesi, HPG gerillalarının geri çekilmesi, tüm eksikliklerine rağmen, Akil İnsanlar Heyeti’nin oluşturulması ve yedi bölgede çalışmaya başlaması, yine TBMM Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu’nun kurulması, sürecin ilerletilmesi açısından önemli gelişmeler olmuştur.
Ancak bunlar yeterli değildir. Çözüm sürecinde parlamento daha fazla sorumluluk almalı, “Hakikat, Yüzleşme ve Adalet Komisyonu” ve “Barış Komisyonu” yasayla kurulmalıdır. Hükümet müzakere sürecinin ilerlemesi için, güven geliştirici adımlar atmalıdır.
Müzakere sürecinin dil ve üslubu önemlidir. Tüm kesimleri dil ve üslup konusunda dikkatli olmaya davet ediyoruz.
Müzakerelerin başlaması ve çatışmaların durmuş olmasının yarattığı ortam, Türkiye’ye, halklarımıza rahat bir nefes aldırmıştır. Bu durum aynı zamanda sivil demokratik siyasete, yani hepimize büyük bir sorumluluk yüklemiştir.
Konferansımız bu sorumluluk bilinciyle, “barış ve demokratik çözüm sürecinin” görevlerini başarıyla yerine getirme kararlılığı içindedir. Müzakereleri toplumsallaştırmak, toplumun tüm farklı kesimlerinin birbirlerini anlaması, önyargıların aşılması, şovenizmin engellenmesi öncelikli görevlerimizdir.
Yine demokratik sivil siyasetin güçlenmesi, toplumsal mücadelenin yükseltilmesi ve ortaklaştırılması müzakere sürecinin doğru istikamette ilerlemesinin güvencesi olacaktır. Konferansımız tüm demokrasi güçlerini ve toplumsal mücadele dinamiklerini, “demokratik çözüm ve barış” sürecinin temel aktörü olarak görmektedir.
Barış, dar anlamda çatışmasızlık hali olarak tanımlanabilir; ancak gerçek barış, kimsenin kendini dışlanmış ve tehdit altında hissetmediği, tüm toplumsal kesimlerin temel hak ve özgürlüklerini yaşadığı, demokratik bir ortamla mümkündür.
Bu nedenle Konferansımız, kalıcı barışın tesis edilmesi için aşağıdan yukarıya doğru bir barış mücadelesi örgütlemeyi öncelikli görevleri arasında görmektedir. AKP’nin bu sürece yüklediği ya da istediği politik sonuçlardan bağımsız olarak, barış mücadelesini yükseltmek, müzakere sürecini yakından takip etmek ve Kürt halkının yanında yer almak içinde bulunduğumuz sürecin görevlerindendir.
Akil İnsanların sadece hükümete bilgi ve rapor sunması müzakere süreciyle bağdaşmamaktadır. Sonuçların tüm partilerle ve halkla paylaşılması gerektiğini düşünen Konferansımız, müzakere sürecinin şeffaflaşmasının gerekli olduğuna da dikkat çekmiştir.
Müdahalelere, işgallere, Reyhanlı’da yaşandığı gibi katliamlara ve savaşa karşı durmayı insani tutum sayan Konferansımız, barış ve müzakere sürecinin, bölgede ve Ortadoğu’da barış mücadelesinden soyutlanarak ele alınamayacağını düşünmektedir.
Bu anlamda barış bütün ezilen halk kitlelerinin müdahil olacağı bir mücadeleyle kazanılacaktır. “Masanın bir tarafında devlet, diğer tarafında yalnızca Kürtler var” algısı doğru değildir. Müzakerelerin devletle Kürtler arasında değil, devletle tüm ezilenler arasında süren bir mücadele olduğu gerçeğinden hareketle, bütün ezilenlerin ortak duruşunu sağlamak Konferansımızın ortaklaştığı bir tespittir.
Bu süreçte esas olan müzakerelerin toplumsallaşmasıdır. Barış mücadelesinin toplumsal dayanaklarını genişletmektir. Türkiye’nin her ulustan, dilden, inançtan ve kültürden halklarının arzusu, bu müzakerelerin, Kürt sorununda çatışma sürecinin bir kez daha gündeme gelmeyeceğini garanti altına alacak bir demokratikleşme ve kalıcı barışla sonuçlanmasıdır.
Bu tespitlerden hareketle toplantı bileşenimiz, ilk aşamada bu çalışmaların koordine edilmesi, barış sürecine daha aktif katılım mekanizma ve yöntemlerinin geliştirilmesi görevini yürütmek için kendi içinde bir komisyon belirlemiştir.
Bu komisyon, katılımcıların önerileri doğrultusunda, süreci gözlemlerken, olası tıkanıklıkların aşılması için taraflarla görüşmelerde bulunmayı da hedefler. Aynı zamanda barışın toplumsallaşması amacıyla, yerellerde konferans ve benzeri çalışmaları örgütler, eylem ve etkinlikler düzenler.
link: Marksist Tutum, Ankara’da Demokrasi ve Barış Konferansı, 4 Haziran 2013, https://en.marksist.net/node/3269
Gezi Parkı Direnişi Devam Ediyor
Kapitalist Talana ve Polis Terörüne İsyan Büyüyor