KESK Danışma Kurulu üyeleri, kamu çalışanları için bir ilk olan 15 Ağustos tarihli toplu görüşmenin iki gün öncesinde, yani 13 Ağustosta, konfederasyon merkezinin bulunduğu İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıktı. Sloganı “İnsanca Yaşam” olarak belirlenen yürüyüş, iki yıldır işçi sınıfının çok can alıcı bir şekilde yaşadığı ekonomik krizin, Irak’ta önümüzdeki aylarda yaşanması muhtemel savaşın ve 3 Kasım erken genel seçim pazarlıklarının çok yoğun olarak yaşandığı günlerde başladı ve 17 Ağustosta, Ankara’da, yaklaşık 10 bin kamu işçisinin katıldığı bir mitingle son buldu.
AB uyum yasaları çerçevesinde yasalaşan toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun değişen hali, miting ve yürüyüşler için izin alınması zorunluluğunu ortadan kaldırıyor, bunun yerine, o yerin en yüksek mülki amirine 48 saat önce bildirilmesini yeterli buluyor. Fakat KESK’in günler öncesinden basına ve kamuoyuna açıklamış olduğu 13 Ağustosta başlayan ve 17 Ağustosta Güvenpark’taki kitlesel basın açıklamasıyla sona erecek olan yürüyüş yol boyunca çeşitli engellemelerle karşılaştı. Adapazarı’ndaki polis barikatına, Zonguldak’taki vali yasağına rağmen yürüyüş Ankara’ya kadar devam etti.
17 Ağustos günü yaşananlara geçmeden önce, bu yürüyüşü hazırlayan sürece bir göz atalım. 2001 Haziranında TBMM’de kabul edilen 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, kamu emekçilerine (“memur” sıfatıyla çalışan işçilere) toplu görüşme hakkı tanımış ama grev ve toplu sözleşme hakkını tanımamıştı. Bu yasayla, %5’lik ülke barajını aşan ve işkollarında en çok üyeye sahip sendika ve konfederasyona, tüm çalışanlar adına hükümetle toplu görüşme yapma hakkı verildi. Yasanın yürürlüğe girmesiyle hızlanan üye yazılımları 31 Mayıs 2002’de sona erdi. Temmuzun ilk haftası açıklanan sonuçlara göre toplam 11 işkolunun 3’ünde yetkiyi KESK’e bağlı sendikalardan eğitim işkolunda örgütlü olan Eğitim-Sen, Belediye ve Yerel Yönetimler işkolunda Tüm Bel-Sen ve Kültür ve Sanat işkolunda Kültür-Sen aldı. Bunun yanı sıra üye sayısına göre KESK’in ikinci büyük sendikası olan sağlık işkolundaki SES, SSK ve Üniversite Hastanelerinde, Adli Tıp Kurumunda, Sosyal Hizmetler ve Özürlüler İdaresinde yetkili sendika olarak açıklandı. Diğer işkollarında ise yetkili konfederasyon Kamu-Sen olarak açıklandı. Kamu-Sen 1995 yılında kamu işçilerinin sendikalaşma çabalarını bölmek amacıyla bizzat devlet tarafından üst düzey bürokratlara kurdurulmuştu. İlerleyen yıllarda hükümet ortağı bir parti olan MHP’nin bu konfederasyon üzerindeki belirleyiciliği silahlarla yapılan genel kurullara da yansıdı. Kendi içinde bir tasfiye süreci yaşayan Kamu-Sen, bizzat MHP Genel Başkanı Bahçeli tarafından belirlenen isimlerle kongrelerini tamamladı. Özellikle MHP’ye bağlı bakanlıklarda sürgün, baskı ve tehditle üye kaydı yapan Kamu-Sen’e bağlı sendikalar, devlet tarafından 31 Mayıs itibariyle 8 işkolunda kağıt üzerinde en çok üyeye sahip olan sendikalar olarak “yetkili kılındı”. “Yetkili kılındı” diyoruz, çünkü olmayan okulların olmayan üyeleriyle yetki aldıkları ortaya çıktı. KESK’in Çalışma Bakanlığına teslim ettiği üye formlarının %50’si yetki sayısına yansıtılmadı. Bunun üzerine KESK yetki itirazında bulundu. Yasada yetki itirazlarının 15 gün içerisinde sonuçlanması öngörülürken, mahkemeler şimdiden Ekim ayına ertelendi bile!
KESK’in 13 Ağustosta başlattığı eylem, hem yetki itirazlarını kamuoyuna duyurma hem de 16 Ağustosta başlayacak olan toplu görüşmede üyelerinin desteğini alma amacını güdüyordu. Eylem kararının açıklanmasından sonra 15 Ağustosta başlayacak olan toplu görüşme için hükümetin ortak metin oluşturulması isteği üzerine biraraya gelen üç konfederasyonun (KESK, Kamu-Sen, Memur-Sen) yürüttüğü çalışmada bir yandan anlaşma sağlandığı diğer yandan uzlaşma sağlanamayan maddelerin olduğu haberleri yayılmaya başladı. KESK içinde özellikle anlaşma haberlerinin kulaktan kulağa yayılması rahatsızlığı ve beraberinde de “Madem anlaşma sağlamışlar, bizi niye Ankara’ya çağırıyorlar?” tepkisini doğurdu. Bu Ankara mitingi, KESK üyeleri arasında genellikle, artık “sıradanlaşmış” Ankara eylemlerinden biri olarak algılandı. Yine sadece sendikal kadrolarla Ankara’ya gidilecek, yürünecek ve geri dönülecekti! Başka bir şey beklenmiyordu, çünkü Ağustos ayı kamu çalışanlarının büyük bir kısmının yıllık izinlerini kullandığı, öğretmenlerin ise hiç çalışmadığı bir aydı. Zira KESK, yetki sürecinde işyerlerinde aktif bir örgütlenme çalışması yapmamış, yaptıkları kağıt üzerinde kalmış, üyelerine eğitimler vermemiş, toplu görüşmeye hazırlık sürecinde günübirlik anket çalışmaları yapılmış ve Ankara eyleminin gerekliliğini üyelerine anlatamamıştı. Afişler ancak eylemden iki gün önce, 13 Ağustosta sendikalara ulaştırdı. Bu aslında KESK yönetiminin de bu eyleme ilişkin umutsuz bakışının göstergesidir.
Ve böylece 16 Ağustos gecesi ülkenin her yerinden 250 otobüsle yola çıkan sınırlı KESK kadroları, 17 Ağustosta yaklaşık 10 bin kişi olarak Ankara’ya ulaştı. Sabah 08:00 civarında Hipodromdaki Paraşüt Kulesi alanında toplanmaya başlayan kamu çalışanları saat 10:00 civarında Kızılay Güvenpark’a yürümek üzere kortejlerini oluşturmaya başladı. Alana en son girenler, yolda çeşitli engellemelerle karşılaşan Diyarbakır ve Hakkari kamu çalışanları oldu. Kürt illerinden gelen kamu çalışanlarının depremin yıldönümü olması nedeniyle açtığı Kürtçe pankart “17 Ağustos’u unutturmayacağız” dikkat çekiciydi. İlk defa bir Kürtçe pankart açılmıştı.
Saat 11:00’da güvenlik güçlerine Kızılay’a yürüneceği iletildi. Valiliğin yasaklama kararını gerekçe gösteren polisin, tel örgülerle çevrili olan alanın iki araç çıkışını da panzerlerle barikat kurarak kapattığı ve valiliğin yasaklaması nedeniyle korteji yürütmediği kürsüden açıklandı. Kürsüden, sakin olunması, bu barikatın açılacağı, görüşmelerin devam ettiği ve kortej düzeninin bozulmaması söylenirken, KESK üyeleri “emekçiye değil çetelere barikat”, “direne direne kazanacağız” sloganlarını atarak barikata doğru ilerlemeye başladı. Kontrolün kendisinden çıktığını fark eden kürsü kitleyi sakinleştirmeye çalışıp, kortejlere dönülmesi için anons yapsa da bunda başarılı olamadı. Bunun üzerine barikata doğru yürüyen kitleye öncülük etme kararı aldığını göstermek için “evet arkadaşlar yürüyoruz, kolkola girelim ve bu barikatı kaldıralım” anonsu duyuldu. Bundan güç alan kamu çalışanları daha hızlı ve karalı adımlarla Kazım Karabekir Caddesinde kurulan polis barikatına yöneldi. Kamu emekçileri polis barikatını 5-6 metre kadar geri itmeyi başardı. Arbede devam ederken kürsüden “Danışma Kurulu üyelerinin pankartla öne geçeceği” anonsu yapıldı. Aslında panzerlerle polis barikatı arasına sıkışmış olan eylemciler anonsu duyar duymaz geri doğru çekildi ve Danışma Kurulu üyelerine yer açıldı. Tekrar barikata yüklenildiğinde bu sefer polisler coplarla, tazyikli boyalı su ve biber gazıyla saldırdı. Eylemciler buna taşlarla karşılık verdi. Çıkan olaylarda biri polis üç kişi yaralandı. Eylemcilerden yaralananların ikisi de Danışma Kurulu üyesiydi.
Olaylar devam ederken KESK Başkanı Sami Evren “Başbakanla görüştüğünü ve barikatın açılacağını ve hiçbir gücün kamu çalışanlarının yürüyüşünü engelleyemeyeceğini” açıkladı. Bunun üzerine herkes kortejlerine döndü ve saat 14:00 gibi polis barikatı açıldı. Kamu çalışanları Sıhhıye Meydanına doğru yürüyüşe geçti. Pazarlıklar sonunda Güvenpark’tan vazgeçilmiş ve eylemin Sıhhiye’de bitirilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı. Temsilcilerden oluşan bir heyet başbakanla görüşmeye giderken kamu çalışanları da Sıhhiye’ye doğru yürüyüşü geçti. İki saat süren görüşmenin ardından Sıhhiye’ye gelen heyet, taleplerin Başbakana iletildiğini ve 26 Ağustosta tüm illerde kamu çalışanlarının sokakta olacağını bildirerek eylemin bittiğini açıkladı. Başbakana iletilen talepler arasında öne çıkanlar, ücretlere %100 zam yapılması, kira yardımının 200 milyona çıkarılması ve yılda 4 defa tam maaş ikramiye verilmesi idi.
Ekonomik taleplerin öne çıkarıldığı eylemde, savaş ve IMF karşıtı sloganlar atılmasına rağmen, bu sloganlar dar bir ulusalcı anlayışın ötesine geçemiyordu. Oysa gerek IMF reçeteleri gerekse emperyalist savaş tehdidi yalnızca Türkiye’ye ilişkin bir gerçeklik değildir. Tüm dünya işçi sınıfı bugün burjuvazinin bu tehditleri ve açık saldırılarıyla karşı karşıyadır. İşçi sınıfının uluslararası mücadelesini yükseltmenin önkoşullarından biri şüphesiz, sınıfın kapitalist sisteme karşı içgüdüsel tepkisinin ulusalcı bir çerçeveye hapsedilmesine karşı mücadele etmektir.
KESK’in Ankara eylemi, Türkiye burjuvazisi ve devletinin despotluğunu ve tahammülsüzlüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. KESK eylemi AB uyum yasalarını ballandıra ballandıra kamuoyuna açıklayan ve meclisin tarihe geçtiğini, Türkiye’nin artık demokratik bir ülke olduğunu yazıp çizenlerin yalanlarını bir kez daha ortaya çıkardı. Ankara’da yaşananlar, demokratik hak ve özgürlüklerin sahte yasalarla değil, işçi sınıfının kararlı, sürekli ve bilinçli mücadesiyle kazanılabileceğini ve korunabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Gerek sınıfı şu ya da bu türden bir milliyetçiliğin esiri haline getirenlere, gerekse de işçi sınıfının AB’ye girmekle kurtulacağını vazeden liberallere karşı önümüzde duran görev, işçi sınıfının Enternasyonalist bilincini geliştirmek ve onun uluslararası devrimci siyasal örgütlülüğünü yaratıp güçlendirmektir.
link: Marksist Tutum, KESK’in 17 Ağustos Ankara Mitingi, 24 Ağustos 2002, https://en.marksist.net/node/315
Küreselleşme: Efsaneden Gerçeklere ...