

Marksist Tutum, henüz milenyum dönemecinin başlarında yaptığı tespitlerde, dünya çapında büyük bir toplumsal bunalımın mayalandığını dile getirerek, bu bunalımın çeşitli alanlardaki işaretlerine dikkat çekmişti. Zenginlik giderek daha az sayıda elde yoğunlaşırken diğer kutupta sefaletin büyümesi, işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar üzerindeki ekonomik, sosyal ve siyasal baskının şiddetlenmesi, işsizlikteki artış, çalışma koşullarının ağırlaşması ve geleceğe yönelik güvensizlik hissinin büyümesi bu tablonun en çarpıcı yönlerinden birini oluşturuyordu. Diğer yandan, işçi sınıfının uzun mücadeleler ve ağır bedellerle elde ederek insanlığa mal ettiği ekonomik, sosyal ve demokratik kazanımlar yavaş yavaş ortadan kaldırılırken, otoriter ve militarist eğilimler dünya çapında güç kazanmaya başlamıştı. Ahlâki ve kültürel yozlaşmanın boyutu artmıştı. Bir yanda tüm dünya toplumunu birbirine bağlayan ve yaklaştıran nesnel olanaklar geliştiği halde, diğer yanda etnik, dinsel, mezhepsel vb. düzeylerde ayrışma ve kutuplaşma şiddetlenmeye başlamıştı. Tüm bunlara bütün bir canlı hayatı tehdit eden ekolojik kriz alâmetleri de eklenmişti.
Aradan geçen çeyrek yüzyılda kapitalizme içkin bu sorunlar daha da büyüdü, çürüme daha da yaygınlaştı, çelişkiler daha da keskinleşti, emekçi kitleler için hayatın her alanında hissedilir oldu. Bu süreçte kapitalizmin mutat sorunlarının ötesinde, tarihsel kriz ve tıkanıklık dönemine girmesinin sonuçları damgasını basmış, tüm dünyayı sarsan olağanüstü gelişmeler yaşanmıştır. Kapitalizmin tarihsel sistem kriziyle bağlantılı olarak kendine özgü biçimlerde yürüyen 3. Dünya Savaşı, Ortadoğu’nun bu savaşın merkezi haline gelmesi, Rusya-Ukrayna savaşı, globalizm ideolojisinin iflası büyük umutlar bağlanan AB hayalinin son bulması, otoriterleşmenin norm haline gelmesi, Covid-19 pandemisi, ekolojik krizin derinleşmesi… Marksist Tutum tüm bu gelişmeleri diyalektik materyalizm yöntemiyle analiz ederek tespitlerini ortaya koydu. Marksizmin ortaya koyduğu temel ilkeler ışığında günümüzün somut koşullarının somut tahlilini yaparak işçi sınıfının devrimci siyasetini savundu, sınıftan kopuk küçük-burjuva sol anlayışla arasına çizgi çekti. İnsanlığın bir tarihsel dönemeçte olduğu bu dönemde ortaya çıkan tozu dumanı dağıtarak dünyayı anlamak ve değiştirmek isteyenler için muazzam bir külliyat oluşturdu.
Tüm bunlar yaşanırken ezilenlerin, sömürülenlerin sessiz sedasız saldırıları kabul etmesi beklenemezdi. Nitekim dünyanın farklı coğrafyalarında büyük kitlesel protestolar, devrimci durumlar ve bunların sonucunda rejim değişiklikleri de yaşandı. Ne var ki, bunların hiçbirisi kapitalist düzenin sonunu getirecek düzeye ilerleyemedi. Çünkü devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyinin yeterli olmadığı, doğru stratejik ve taktik hedefleri gösterecek siyasal bir önderliğin olmadığı koşullarda ayağa kalkan kitlelerin yalpalaması veya düzen içi yollara savrularak hareketin sönümlenmesi kaçınılmazdır. İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin stratejik ve taktik hedeflerini belirleyebilmek için, içinde yaşadığımız global kapitalist sistemin temel özelliklerini ve ana eğilimlerini bilmek gerekir.[1] Marksist Tutum bu temel ihtiyaçtan hareketle, kapitalizmin sonunu getirmek için gerekli olan devrimci bilinç ve örgütlülüğün teorik temellerini savunmak ve güçlendirmek üzere yola çıktı. Sınıfın devrimci ideolojisini içselleştirmiş ve bu sayede sınıf temeline oturmuş bir siyasal örgütlülüğün gerekliliğini savundu. Marksist Tutum, hem sınıfa doğru fikirleri yayarak sınıfın bilinç düzeyinin yükseltilmesine, hem de bu fikirler etrafında yan yana gelmesini sağlayarak örgütlülük düzeyinin yükseltmesine katkıda bulundu.
Marksist Tutum, soldurulmaya çalışılan devrim fikrini yeşertmek, kapitalist bataklığın saçtığı pislikten başka türlü kurtulamayacağımız düşüncesini güçlendirmek için mücadelesine devam ediyor. Emekçilere kan, gözyaşı ve yoksulluktan başka bir şey veremeyen burjuvazi türlü araçlarla gerçekleri ters yüz ediyor, örgütsüz kitleleri manipüle ediyor. Burjuva ideolojik saldırıların hafızaları dumura uğrattığı günümüz koşullarında, işçi sınıfının devrimci mücadelesine, devrimci fikirlere sahip çıkmak, yorulmadan propagandasını yapmak her sınıf devrimcisinin görevidir.
Milenyum dönemeci ve tarihsel sistem krizi
Kapitalizmin, milenyum dönemeciyle birlikte tarihsel bir sistem krizine girdiği tespiti Marksist Tutum’un en önemli tespitidir diyebiliriz. Bu gerçek anlaşılmadan, küçüğünden büyüğüne herhangi bir sorunun veya gelişmenin doğru kavranması mümkün olmadığı gibi, bunlara karşı devrimci temellerde çözüm üretilmesi veya doğru tutum alınması da mümkün değildir. Çünkü, ekonomik ve siyasal krizler, hegemonya krizi, göç krizi, ekolojik kriz vb. bütün sorunlar hep bu tarihsel sistem krizi zemininde boy vermektedir. Bu yüzden kapitalist sistem krizine ilişkin daha önce çeşitli yazılarımızda ayrıntılı bir şekilde üzerinde durduğumuz bazı temel noktaları hatırlatmakta fayda var.
Çürüyen kapitalizm artık tarihsel bir gerileme ve durgunluk dönemine girmiştir. Bu durum, kapitalist ekonominin kısa vadeli iniş çıkışlarının çok ötesine geçen uzun vadeli bir gerileme dalgası yaratmıştır. Bu, kapitalist üretim biçiminin olağan periyodik krizleri ile karıştırılmamalıdır. Bu, kapitalizmin tarihsel bir sistem krizidir. 2000’li yılların başından bu yana, ekonomik göstergeler burjuva iktisatçıları küresel kriz ve küresel durgunluk konusunda giderek daha ciddi endişelere yöneltmektedir. ABD’den AB’ye, Japonya’dan Rusya ve Çin’e kadar emperyalist güçler dâhil olmak üzere tüm kapitalist ülkeler derinleşen bir kriz sarmalındadır. Bu kriz, daha önceki büyük krizlerden farklı olarak, kredi mekanizması gibi önemli araçların aşındığı, kapitalizmin gençlik ve atılım dönemine dönmesinin mümkün olmadığı, artık iyice yaşlanıp köhnediği bir döneminin ürünüdür.
Kapitalizmin her geçen gün daha da derinleşen sistem krizine, ABD, AB, Rusya, Çin gibi büyük güçler arasında kızışan uzatmalı hegemonya savaşı eşlik etmektedir. Tırmanan gerginlik ve rekabet bu dönemin koşullarının biçimlendirdiği yeni yöntemlerle devam eden bir dünya savaşına yol açmıştır. Sürmekte olan savaşın Üçüncü Dünya Savaşı olduğu ancak Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte dillendirilmeye başlansa da, Elif Çağlı bu tespiti yıllar öncesinde yapmıştı. Daha 2003 yılında kaleme aldığı bir makalesinde durgunluk dönemine giren kapitalizmin savaşlarla krizini aşmaya çalışacağını hatırlatarak “Amerikan emperyalizminin özellikle 11 Eylül’le birlikte tüm dünya karşısında ilan ettiği yeni saldırganlık dönemi, «yeni dünya düzeni»ni biçimlendirecek olan zalim ve kanlı bir yeniden paylaşım savaşının, adeta üçüncü dünya savaşının başlangıcıdır” diyordu.[2]
2007’deki bir başka yazısında ise yeni paylaşım savaşının öncekilerden farklı biçimlerde yürüdüğünü belirterek savaşın daha da kızışacağı tespitinde bulunuyordu: “Vaktiyle büyük emperyalist savaş cehenneminin alevleri Avrupa ülkelerini yaladığında bu dönemler Birinci ve İkinci Dünya Savaşı olarak adlandırılmıştı. Günümüzde ise emperyalist güçler kozlarını nüfuz alanları paylaşımına konu olan bölgeleri cayır cayır yakarak paylaşıyorlar. Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır ve şimdilik işte bu biçimde yürümektedir. Yarın bu savaş alanının ne şekilde genişleyeceği konusunda fal açamayız. Ama bilinen bir gerçek var ki, dönemin yükselen emperyalist güçleri Rusya ve Çin de paylaşım bölgelerindeki çatışmalara giderek daha çok müdâhil olacaklardır. Hegemonya için yarışan güçler arasındaki çekişmeler, yeni emperyalist blokların oluşumunu ve bu bloklar arasında dozu yükselen çatışmaları gündeme getirecektir.”[3]
İlerleyen yıllar bu tespitleri doğrulamış ve savaş alevleri çok daha geniş alanlara yayılmıştır. Gürcistan, Yemen, Libya, Sudan, Suriye, Filistin, Ukrayna emperyalist güçlerin kozlarını paylaştıkları ülkeler olmuştur. Bunun yanı sıra Myanmar’dan Nijer’e askeri darbeler, Tayvan geriliminden ticaret savaşlarına kadar bu küresel kapışmanın farklı görünümleri yaşandı.
Sistem krizi ve emperyalist savaş analizlerimiz günübirlik gelişmelerin iğvasına kapılmadan, materyalist yöntemi uygulayabilmenin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Somut gelişmelerin somut tahlilini Marksist yöntemle yapmayanlar, olguları süreçler halinde ele almazlar, günübirlik gelişmeleri dondurarak değerlendirirler, ara durakları hedefle karıştırabilirler. Mesela ABD emperyalist savaşı tüm hararetiyle devam ettirirken Irak’ta ve Afganistan’da bataklığa saplandığını, Vietnam senaryosunun tekrar ettiğini savunanlar oldu. ABD’nin Irak’tan, Suriye’den, Afganistan’dan askerlerini çekeceğine dair yaptığı açıklamaları ve bu kapsamdaki bazı askeri güç kaydırmalarını ABD’nin yenilgisi olarak yorumlayanlar oldu. Emperyalist savaşın başından beri hem Afganistan hem Irak için yapılan “Vietnam bataklığı” benzetmelerinin yanlışlığının üzerinde durduk ve liberal basından sosyalist basına taşınan yanıltıcı “direniş” edebiyatının tehlikelerine işaret ettik. ABD, emperyalist savaşa karşı mücadele edebilecek örgütlü halk kitlelerinin olmaması nedeniyle çok uzak coğrafyalara kan, ölüm ve gözyaşı götürmeye devam ediyor. Attığı her adımda istediği sonucu alamasa da yeni dünya koşullarında gücünü koruyabilmek için bir stratejiyi hayata geçirmeye çalışıyor. Üstelik “unutulmasın ki yeni pazarlara yayılma itkisiyle saldırganlaşan bir emperyalist ülke, militarist serüvenlere, her şey tereyağından kıl çekercesine kolay olacak beklentisiyle girmez.”[4] Gerçek durumu görmeyip ABD emperyalizminin bazı taktik adımlarını abartarak yenilgi olarak değerlendirmek kimi sosyalistleri çok yanlış noktalara savurmuştur. Günümüzün koşullarını Marksist yöntemle ele alıp değerlendirmek yerine dünün şablonlarıyla anlamaya çalışmak, politik çevreler açısından sadece görüş hatası olarak kalmıyor; Suriye’de HTŞ’nin iktidara gelmesini “halk devrimi” olarak değerlendirmek veya Ukrayna-Rusya savaşında emperyalist güçlerden birinin destekçisi olmak gibi yıkıcı politik sonuçları oluyor.
“Büyük güçler arasındaki çok boyutlu rekabeti ve kapışmayı doğru değerlendirmek için her şeyden önce bu güçlerin niteliğini doğru değerlendirmek gerekir. Çin ve Rusya’nın emperyalist güçler haline geldiklerini görmek bu noktada kilit önemdedir. Şablonları kıramayan ve geçmişteki tahlil ve pozisyonlarının esiri olan politik çevrelerin bu gerçekliği göz ardı etmelerinin onları nerelere savurduğuna sıkça şahit oluyoruz. Şabloncu yaklaşımlardan uzak analizlerle, bu iki büyük gücün süreç içerisinde geçirdiği dönüşümü titiz incelemelerle ortaya koymuş ve onların emperyalist niteliğini tespit etmiş bulunuyoruz. Bu görülmeksizin, yürümekte olan emperyalist hegemonya yarışını kavramak da, bunun sonuçlarından biri olan emperyalist paylaşım savaşı karşısında doğru tutum almak da olanaksızdır.”[5]
Bu hususları sistem krizi ve emperyalist savaş konulu yazılarımızda ayrıntılı bir şekilde ele aldık ve o günden bugüne kadar yaşananlar yazdıklarımızı doğrulamış, bizi haklı çıkarmıştır. Bir yayın organı olarak Marksist Tutum gelişmeleri Marksist yöntemle ele alarak takipçilerinin gelişmeleri doğru kavramasını sağlamış, nasıl bir dünyada yaşadığını göstererek dünyayı bu hale getiren kapitalizme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini de öğretmiştir.
Yeni milenyumda uluslararası alanda sayısız önemli gelişme oldu. Her birine dair Marksist Tutum’un analizlerinin doğruluğunu ve bunun ne kadar önemli olduğunu gösteren alıntılar verebiliriz. Fakat buna bu yazının sınırları yetmeyeceği gibi gerek de yoktur. Ancak küresel Covid-19 pandemisine değinmeden Türkiye safhasına geçmek olmaz. Çünkü pandemi burjuva ideolojisi karşısında Marksist geçinenlerin dahi nerelere savrulabileceğini göstermesi bakımından çok çarpıcı bir deneyimdi. Pandemi 2020’deki ekonomik çöküşün üzerini örtmek, egemenlerin krizin faturasını çıkarttıkları emekçilerin tepkisinin önüne geçmek için kullandıkları bir araç oldu. İnsanlığın çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu söylenerek müthiş bir panik ve korku yayıldı emperyalizmin propaganda merkezlerinden. Virüs korkusuyla paralize edilmiş emekçiler, uzunca bir süre bu bahaneyle gerçekleştirilen sınıfsal saldırılara tepki gösteremediği gibi burjuva devletlerin politikalarını destekleyen bir pozisyon aldılar. İşçi sınıfına öncülük iddiasında olan sosyalist hareket de pandemi sınavından geçemedi. Sosyalist hareketin virüsten korkmayı bırakıp burjuvazinin ideolojik, ekonomik ve politik saldırılarına karşı mücadeleye başlaması için epey vakit geçecekti. Marksist Tutum olarak ise daha en başından itibaren asıl tehlikenin kapitalizm olduğuna işaret ettik. Salgınla gizlenmeye çalışılan krizi ve burjuvazinin saldırılarını faş ederek insanlığa artık hiçbir gelecek vaat etmeyen bu çürümüş düzene karşı işçi sınıfını mücadeleye çağırdık.
Milenyum sürecinde Türkiye
Çürümüş kapitalizmin hal ve gidişatı, Türkiye’de bu toprakların tarihsel ve kültürel özgünlükleriyle şekillenerek kendine özgü bir görünüm kazandı. 2002’de Türkiye’nin siyasal ve ekonomik sorunlarına çözüm bulmayı vaat eden ve tek başına iktidara gelen Erdoğan liderliğindeki AKP, 2011’den itibaren giderek otoriterleşti ve nihayetinde bugünkü faşist rejim kuruldu. AKP iktidarının ilk yıllarında, siyasal gündeme burjuvazi içi kapışma damgasını bastı. Avrupa kapitalizmiyle ekonomik-siyasal entegrasyona yönelen Türkiye burjuvazisi, kendi tarihsel arka planının sorunlarıyla yüzleşiyor, bunun sancıları yaşanıyordu. Burjuvazinin AB’ci liberal kesimi ile statükocu-milliyetçi kesimi arasında bu süreçte yaşanan kapışma toplumsal alandaki bütün sorunlara yansıyor, sosyalist hareket içindeki farklı anlayışları da açığa çıkartıyordu. Burjuvazinin tepesindeki bu iç kapışmayı doğru tahlil etmek ve bağımsız sınıf çizgisinden sapmamak son derece önemliydi. Marksist Tutum’da, bu perspektifle AB etrafında dönen liberal hayallerin ve globalizm ideolojisinin tehlikeleri ile bilhassa Türkiye solunun Kemalizmle hesaplaşması gerektiğine dair hem teorik yazılar hem de güncel politik yazılar yazıldı. Amacımız, siyasal gelişmeler hakkında işçi sınıfını doğru bilgilendirmek ve bizi bekleyen sınıf mücadelesi sürecine doğru bir siyasal perspektifle hazırlanabilmek, burjuvazinin herhangi bir kanadının kuyruğuna takılmadan işçi sınıfının bağımsız siyasetini sınıfın saflarına taşıyabilmekti. Kürt sorunundan Ermeni sorununa, dinden laikliğe, AB tartışmalarından anti-emperyalizme kadar burada sayamayacağımız kadar çok soruna dair yine burada referans veremeyeceğimiz kadar çok yazı yazıldı. Türkiye’nin tarihsel arka planının bugüne etkilerini anlamak isteyenler için hazine değerinde bir kaynak oluştu.
Türkiye kapitalizminin önündeki tarihsel sorunların çözülmeye başlandığı bu dönem çok uzun sürmedi. 2011 seçimlerinden zaferle çıkarak büyük bir güç kazanan Erdoğan liderliğindeki AKP, artan özgüveniyle emperyalist hedeflerini gerçekleştirmek için daha saldırgan politikalar izlemeye başladı. Bu emperyalistleşme hedefleri, işçi sınıfını daha yoğun bir şekilde sömürme ve tam kontrol altına alma çabalarını beraberinde getirirken, otoriterleşme eğilimini de hızlandırdı. Zaten kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak otoriterleşme eğilimleri dünya genelinde hız kazanıyordu. İşte AKP iktidarının giderek otoriterleşmesi, kapitalizmin tarihsel krizi, emperyalist savaşın bölgedeki yansımaları, hegemonya mücadelesi ve Kürt sorununun şekillendirdiği koşullarda gelişti. Nihayetinde 20 Temmuz 2016 darbesiyle ilan edilen OHAL ile birlikte Türkiye’de siyasal rejimin niteliği fiilen Bonapartizmden faşizme evrildi.
“Türkiye 2016 yılından bu yana sivil faşist bir rejim altındadır. Türk-İslam faşizmi olarak hayat bulan bu rejim, deyim yerindeyse Türkiye’nin siyasi gericilik anlamında tüm tarihsel müktesebatını bünyesinde toplamıştır. Siyasal İslamcı damar, geleneksel Türkçü faşist akım ve statükocu Kemalizmin en gerici damarı, AKP-MHP- Ergenekon ittifakı şeklinde bir faşist rejimde kucaklaşmışlardır. Bu rejim altında parlamento ve seçimlerin var gibi görünmesi aldatıcıdır. Gerçekte bu kurumlar artan ölçüde işlevsiz hale getirilmiş, yok derekesine indirgenmişlerdir. Dahası bu kurumlar bir asma yaprağı işlevi görmekte, içte ve dışta bir yanılsamayı beslemektedir.”[6]
Burada ancak çok kısa hatırlatmalar yapabildiğimiz, 2000’lerin başlarından bu yana Türkiye’ye damgasına basan siyasal gelişmelere dair yaptığımız tahliller çok önemlidir. Kapitalizmin tarihsel krizini göz ardı ederek dünyayı anlamak ve değiştirmek nasıl mümkün değilse, Türkiye’deki rejimin faşist karakterini ve kendine has özelliklerini doğru analiz etmeden bu topraklardaki siyasal gelişmeleri doğru yorumlamak ve devrimci bir tutum almak da mümkün değildir. Marksist Tutum olarak bu otoriterleşme sürecinin her safhasını (Bonapartlaşma, faşist tırmanış dönemi, faşizmin iktidara oturması ve kurumsallaşması) ayrı ayrı ele alarak adını koyduk ve buna göre faşizme karşı mücadele taktiklerini belirledik. Faşizm karşıtı mücadelede işçi sınıfının birleşik mücadele cephesinin inşa edilebilmesi açısından, işçi sınıfı içinde çalışan devrimci güçlerden müteşekkil, ilkelerde anlaşmış kararlı bir çekirdek gücün oluşturulmasının önemine vurgu yapıp mücadeleyi büyütme çağrısı yaptık. Ne var ki, parlamento, seçimler vb. kurumların varlığı bütün muhalif toplum kesimlerinde ciddi yanılsamalara yol açtı. Bu ve başka birçok faktörün etkisiyle güçlü bir mücadele geliştirilemediği için faşist tırmanış süreci durdurulamadı.
Fakat hiçbir rejim ilânihaye devam edemeyeceği gibi, hiçbir baskı ve zor aygıtı işçi sınıfının tarihsel misyonunu ve mücadelesini ortadan kaldıramaz. Devrimcilere düşen görev dönemin koşullarına ve olanaklarına uygun taktikleri belirlemek, Marksizmin tarihsel iyimserliğinden alınan güçle direnmek ve geleceğe hazırlanmaktır. Sosyalist hareketin ve işçi sınıfının güçsüz ve örgütsüz olduğu gericilik dönemlerinde ideolojik mevzilerin savunulması hayati bir önem taşır. Bu devrimci görev bakımından kaleme aldığımız pek çok yazıda, Türkiye’deki sivil faşizmin özgünlüklerinin üzerinden atlamadan dünyadaki faşizm örneklerinden çıkarılması gereken derslerin üzerinde durduk. Gericilik dönemlerinde devrimci mücadeleyi sürdürmek zordur; fakat sınıf devrimcisi, asıl olağanüstü baskı dönemlerinde de yüreğini karartmayıp mücadelesini sürdürendir. İşte Marksist Tutum sınıf devrimcilerini devrimci inanç ve bilinçle, tarihsel iyimserlikle donattı, donatmaya devam ediyor.
Başta da söyledik; kapitalist sistem tarihsel bir tıkanıklık ve durgunluk içerisindedir. Yakıp yıkarak, yok ederek, insanlığın ve gezegenimizin geleceğini tehdit ederek bu tıkanıklığı aşmaya çalışmaktadır. Savaşlarla, krizlerle ayakta kalmaya çalışan bu çürümüş sistem, korkunç bir eşitsizlik yaratarak emekçi kitleleri yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm ederken, bütün insanlığı da bir yok oluşa sürüklemektedir. Başka bir deyişle, kapitalizm tarihsel bir kriz içerisinde debelenirken, insanlık da tarihsel bir dönemeç noktasından geçmektedir. “Ya sosyalizm ya yok oluş” ikilemi hiç bu kadar yakıcı olmamıştı. Devrimci Marksistler olarak çok iyi biliyoruz ki kapitalizm insanlığa hiçbir gelecek vaat etmediği gibi, sosyalizm seçeneği de kitlelerin devrimci başkaldırısı olmadan varacağımız bir hedef değildir. Devrim sınıf devrimcilerinin zahmetli bir çalışmasını gerektirir, işçi sınıfı saflarına devrimci fikirlerin taşınmasını gerektirir, sınıfın öncü işçilerinin devrimci fikirler temelinde örgütlenmesini gerektirir. Bir pusula olmadan da bunun başarılması mümkün değildir. Tam da böyle hayati bir ihtiyacı karşılamak için yola çıkan Marksist Tutum’un propaganda faaliyeti şu temel hususlara dayanıyor:
“Devrimci propaganda faaliyeti, örgütlenme ve devrimci bilincin geliştirilmesi sorunlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Devrimci bilinç sorunu ise, devrimci teorinin üretimi ve bu teorinin canlı ifadeleri olan programatik açılımların ve çeşitli devrimci fikirlerin sınıfa taşınması gibi yönler içerir. Lenin’in açıklığa kavuşturduğu üzere, devrimci teori sendikal mücadele içindeki işçilerin kendiliğinden çabasının ürünü olamaz. Sosyalist siyasal bilinç ancak derin bilimsel bilgi temelinde üretilebilir. Bu bilinç işçilere siyasal bir örgütlülük sayesinde ve sendikal mücadele çerçevesi dışından taşınabilir. Devrimci propaganda, devrimci teorinin ürünleri olan siyasal açılım ve fikirlerin sınıfın öncüsüne ve sınıfın kitlesine taşınmasının yöntem ve araçlarını kapsar. Bu arada eşyanın doğası gereği aşikâr olmalıdır ki, bir siyasal çevrenin kimliğini oluşturacak teorik temeller atılmadan veya bu temellere sahip olunmadan sağlıklı bir devrimci propaganda faaliyeti yürütülemez.”[7]
Elif Çağlı ve Mehmet Sinan’ın liderliğinde bu teorik temeller atılmıştır. Daha genç kuşaktan devrimcilere düşen görev ise bu temel üzerinde yapıyı yükseltmek için katkıda bulunmak, bu fikirleri sınıfa ve geleceğe taşımaktır. Yazımızı Elif Çağlı’nın “Bu Pisliği Ancak Devrim Temizler” yazısından satırlarla bitirelim:
“Devrim, onun uğrunda zahmetli bir hazırlık çalışması yürütmeden, işçi sınıfının öncü unsurları devrim fikriyle donatılıp örgütlenmeden, bu yolda ilerleme sağlanmadan günün birinde aniden gökten zembille inecek bir şey değildir. Kapitalizmin pisliğini ancak devrim temizler demek, hemen bugün devrime çağrı demek de değildir. Çok iyi biliyoruz ki devrim iradî bir sorun değildir. Ona hazırlanmak gerekir. Bunun da nesnel ve öznel koşullara bağlı olarak çeşitli evreleri vardır. Ve evrelerin somutluğuna bağlı olarak, bu hazırlığın biçimi, taktikleri vb. değişir. Bu gerçekleri bilen sınıf devrimcileri, bu doğrultuda önlerine somut bir hedef olarak işçi sınıfı içinde hazırlık çalışmasını koyarlar.”
“Marksist Tutum, geçmişten dersler çıkartmış, 21. yüzyıl dünyasını kavramış ve bunun bilinciyle donanmış işçi sınıfı devrimcilerinin çizgisidir. Devrimci mücadele, işçi sınıfının örgütlü gücünün devrimi gerçekleştirmesi hedefiyle, yaşamını sabır ve azimle mücadele yıllarına adayanların yürütebileceği bir iştir. Bu anlamda, bu yolda yürüyen her bir kuşaktan sınıf devrimcileri, tıpkı bir yapının temelini kazmaktan harcını karmaya, tuğlalarını sabırla örmekten iç detaylarını incelikle yerleştirmeye varana dek devrimin gerçekleştirilmesine katkıda bulunanlardır. Bu mücadele uzun soluklu bir mücadeledir ve yaşam soluğunu bunu bilerek buna göre ayarlamak şarttır.”[8]
[1] Elif Çağlı, Bu Pisliği Ancak Devrim Temizler, 20 Şubat 2025, https://marksist.net/node/8449
[2] Elif Çağlı, Emperyalist Savaşa ve Kapitalizme Karşı Görev Başına!, 25 Mart 2003, https://marksist.net/node/300
[3] Elif Çağlı, Çürüyen Kapitalizm, 29 Kasım 2007, https://marksist.net/node/1672
[4] Elif Çağlı, Tehlikenin Ortasında…, 28 Mayıs 2006, https://marksist.net/node/6588
[5] Marksist Tutum, Politik Tespit ve Değerlendirmeler: Dünya ve Türkiye - 2024, Ocak 2024, https://marksist.net/node/8196
[6] Marksist Tutum, age
[7] Elif Çağlı, Devrimci Propaganda ve Ajitasyon, 27 Aralık 2007, https://marksist.net/node/1687
[8] Elif Çağlı, Bu Pisliği Ancak Devrim Temizler

link: Suphi Koray, Kapitalizmin Bunalımı ve Marksist Tutum, 21 Mayıs 2025, https://en.marksist.net/node/8518
Kuracağız Cennetini Yaşamın