Süngüsü ilk birkaç günde düşen ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, bugün artık, “sondan ziyade başlangıçta olduklarını”, “harekâtın gelecek gün ve haftalarda daha tehlikeli hale gelebileceğini” söylüyor. Gireriz, alırız, indiririz, yönetiriz havaları kısa sürede yerini çok daha temkinli bir söyleme bıraktı. ABD bütün planlarını gözden geçirmek zorunda kalıyor. ABD’li egemenler daha şimdiden bazı siyasetçilerin (aralarında Rumsfeld, Franks gibi elebaşlarının da adı geçiyor) kellelerini feda ederek işin içinden sıyrılma teşebbüsünde bulunabileceklerinin işaretlerini veriyor. Richard Perle’ün istifası şu ana kadar bu doğrultuda gerçekleşen ilk ve en somut gelişme. İşler sarpa sarmaya devam ettikçe bunu başkalarının izlemesi şaşırtıcı olmaz.
Bu arada yalan makinesi de son sürat işlemeye devam ediyor. Körfez Savaşı sırasında, ABD haydutları, medya aracılığıyla yayınlanan petrole bulanmış karabatak görüntüleriyle sulugöz küçük-burjuvaların vicdanlarını kaşımıştı. Sonradan, Avrupa’daki bir tanker kazasında çekilen görüntüler olduğu anlaşılan bu görüntüler, pek çok timsah gözyaşının dökülmesine yol açmış, ama Iraklı çocukların parçalanmış ölü bedenleri nedense aynı etkiyi yaratmamıştı.
Amerika ve İngiltere, şimdi de, yürüttükleri bu iğrenç savaşı, gerçekleri yok etme yönünde bir psikolojik savaşla desteklemeye çalışıyor. Savaş başlamadan bir gün önce, Tarık Aziz’in ülkeyi terk edip Türkiye’ye kaçtığı haberini yaydılar. Amaç tüm dünyaya daha savaşa başlamadan Irak yönetimini çökertecek kadar üstün bir güce sahip olduklarını göstermek, Irak halkının ve ordusunun moralini bozmak, başlatılacak işgal harekâtına karşı direnmeksizin teslim olmalarını sağlamaktı. Fakat çok kısa sürede bu haberin balon bir haber olduğu anlaşıldı.
Emperyalist güçler, bir yandan yalan haberler yayarlarken, bir yandan da gerek cephede gerekse cephe gerisindeki desteklerinin zayıflamasına yol açabilecek her türlü haberi sansüre uğratıyorlar. İstenen şablonun dışında bir davranış sergileyen gazeteciler ve televizyoncular engelleniyor. Burjuva medyanın ağır toplarından biri olan Körfez savaşının ünlü muhabiri Peter Arnett bile, Irak TV’sinin sorularını yanıtladığı için aforoz edilip işten atılabiliyor.
El-Cezire’nin, Abudabi Televizyonunun vs. verdikleri daha objektif haberler sayesinde dünya, ABD ve İngiliz tekelci medyasının çarpıtılmış ve süzgeçten geçirilmiş haberleri dışındaki haberlere ulaşabilirken, ABD ve İngiliz halkı ne yazık ki bundan mahrum kalıyor. Aksi davranışlara vatan hainliği gözüyle bakılıyor. Kitleler bu yalan haberlerle uyuşturulup aptallaştırılıyor ve böylece ağzından kan damlayan zalim yönetime tam itaat etmeleri sağlanmaya çalışılıyor.
Örneğin Irak’ın ABD askerlerini esir aldığı haberi, ABD’deki ve İngiltere’deki TV kanallarında duyurulmadı. Esir alınan askerlerin aileleri bu haberi ancak yabancı kanallardan öğrenebildiler. İşgal orduları girdikleri her kent ve kasabada şiddetli bir direnişle karşılaştıkları ve buraları kontrol altına alamadıkları halde, söz konusu yerlerin daha ilk günden düştüğü söylenmeye devam ediliyor. Ölen asker sayısı verilmiyor ya da çok düşük gösteriliyor, düşürülen uçak ve helikopterler sürekli inkâr ediliyor. Ve tersine, Irak birliklerinin verdiği kayıp sürekli abartılıyor. Medyada, girilen kasabalarda halkın Saddam posterlerini ABD askerleriyle birlikte gülücükler dağıtarak indirdiği görüntüleri yayınlanırken, Basra’da halk Saddam’a karşı ayaklandı yalan haberleri ortalığı sarmışken, aslında buralarda hiç beklenmedik bir direniş yaşanıyor. ABD’nin savaş esiri askerler olarak yakaladığını söylediği binlerce erkeğin, girilen kasabalardan toplanan insanlar olduğu anlaşılıyor. Dünyanın en büyük terörist gücü, öldürdüğü ya da esir aldığı pek çok sivili, üniformasız asker ya da “terörist” olarak niteliyor. Böylece bütün bir halk terörist ilan edilerek, terörizme karşı savaş safsatalarına malzeme hazırlanmış oluyor.
ABD ve İngiltere, savaşın ilk günlerinden itibaren, ellerini arkadan bağladıkları ve dizleri üzerine çöktürdükleri Iraklı esirleri kendi televizyonlarında sabah akşam gösterirken, Irak televizyonunun ABD’li esir asker görüntülerini yayınlamasını Cenevre Konvansiyonunu çiğneyen bir suç olarak ilan ediyor. ABD’nin Afganistan’da esir aldığı ve halen Guantanamo üssünde tuttuğu askerlerin, savaş yasalarının dışında muameleye tabi tutulabilmeleri için savaş esiri bile sayılmadıkları henüz unutulmadı. Bu kampta gördükleri işkence sonucu iki savaş esiri ölmüştü. Kamptaki esirlerin görüntüleri Pentagon’un izniyle tüm TV’lerde yayınlanmıştı. Yine Afganistan’da binlerce savaş esiri öldürülmüştü. Bütün bunlara rağmen, ABD, esirler konusunda Irak’ı suçlayabilecek kadar pervasızlaşabiliyor.
Esir alınan ve ölen “koalisyon” askerlerinin, bombalar altında ölen Iraklı sivillerin görüntüleri, ABD ordusunu moral açıdan çökertmeye başlamış durumda. “Şok ve Dehşet Operasyonu” Irak’tan çok ABD ordusunu şoka uğratıyor. Amerika Irak’a 200 psikolog göndereceğini açıkladı. Bunlar, daha şimdiden Vietnam sendromuna girmiş askerleri tedavi etmek üzere oraya gidiyorlar.
ABD askerleri Vietnam Savaşında çok sık görülen bir tepki eylemi geliştirmişti: Kendilerine iyi davranmayan subaylarını, el bombası atarak ortadan kaldırmak. Bunun Irak’ta ilk örneğini daha savaşın ikinci gününde gördük. Küçük yaşta Müslüman olan bir Amerikan askerinin, içinde ABD subaylarının bulunduğu üç çadıra el bombası atması sonucu bir subay ölürken 12’si yaralanmıştı. Asker yakalandıktan sonra, etrafındakilere şöyle bağırıyordu: “Sizler bizim ülkelerimize girdiniz ve kadınlarımızın ırzına geçip çocuklarımızı öldüreceksiniz.” Haksız bir savaşa girildiğinin farkına varıldıkça bu tür eylemlerin daha da artacağına hiç kuşku yok.
Birkaç gün önce Irak’a gönderilen iki asker, sivillerin öleceği bir savaşta yer almayı reddettikleri için İngiltere’ye geri götürüldüler. Ardından Stephen Eagle Funk adındaki bir ABD askeri de savaşmayı redderek ülkesine döndü. Funk, dönüş gerekçesini şöyle açıkladı: “Liderlerimizin aldatmacaları nedeniyle ahlaki olmayan bu savaşta yer almak istemiyorum. Ömrümün geri kalanını Irak’ta yaptıklarımı düşünerek geçirmektense cezamı çekmeye razıyım.” Savaşmayı reddeden bu askerler, cezalandırılmak üzere askeri mahkemede yargılanacaklar.
Körfez Savaşında 111 ABD askeri savaşmayı reddetmişti. Benzer bir durum geçtiğimiz yıl, İsrail’de de yaşanmıştı. Filistinlilere karşı yürütülen haksız savaşta yer almayacaklarını belirten subaylar da dahil İsrail askerlerinin sayısı giderek artmıştı ve bu hareket halen devam ediyor. İkinci Dünya Savaşında 42 bin, Vietnam Savaşında ise 170 bin asker aynı şeyi yapmıştı.
Aslında Amerika’nın en büyük korkularından biri de bu. Savaşın haksız ve korkunç yüzünü gören askerlerin, emirleri, kendi yönetimlerini ve hatta sistemi sorgulamaya başlamalarının, kendi sonunu getireceğini çok iyi biliyor. Bütün medya yalanlarının ve gizleme operasyonlarının temel amacı da, Amerikan halkının, asker ailelerinin ve askerlerin gerçekleri öğrenmelerini engellemek.
Tüm bu yalanlara, yasaklamalara ve engellemelere rağmen, bütün dünya korkunç bir savaş makinesinin sivilleri nasıl katlettiğini, haksızlığı gün gibi açık bir savaşın işgal edilen ülkede nasıl bir direniş hareketi doğurduğunu izliyor. Bombalar altında ölen ve yaralanan çocukların resimleri, belki de şimdiye kadar Irak’ın haritadaki yerini dahi bilmeyen Avrupalı gençlerin, işçilerin elinde bayraklaştırılıyor. Dünyanın büyük çoğunluğu, başta ABD olmak üzere bu savaşa destek veren tüm emperyalist güçleri lanetliyor.
Atılan her bomba, öldürülen her insan Saddam’a verilen desteği biraz daha arttırıyor. Amerika kendi eliyle kendi kuyusunu kazıyor. Saddam’ı devirecek olsa da, ondan sonra kuracağı yönetim altında Irak onun için tam bir bataklığa dönüşmüş olacak. Kendi eliyle yarattığı milliyetçilik dönüp yine onu vuracak.
Kendilerini “kurtarıcılar” olarak karşılayacağını düşündükleri Iraklılar, şimdi Şiisinden Sünnisine tek vücut ABD’ye karşı silahlı mücadele veriyorlar. Irak’a Arap ülkelerinden savaşmak üzere gönüllüler yağıyor. Aralarında bölgeye görece daha uzak Pakistan, Endonezya, Bangladeş ve Hindistan’ın da bulunduğu Müslüman ya da ağırlıklı bir Müslüman nüfus barındıran pek çok ülkede, bu kirli savaşa karşı kitlesel protesto gösterileri düzenleniyor. ABD, yanıbaşlarındaki Filistin davasına bile böyle kitlesel gösterilerle sahip çıkmayan bölge Arap ülkelerinin halkını da ayağa kaldırmayı başardı. Bizzat Irak içinde tarihte ilk kez Sünnilerle Şiiler bir araya geldi.
Bütün bu gelişmelerin sınıfsal çelişkileri de gizleyecek bir Arap milliyetçiliğine yol açma riski oldukça fazla. Fakat ne yazık ki gerçek bir Marksist önderlik altında yürümeyen her kurtuluş savaşı bu riski daha baştan taşır. Kitleler, yıllardır zulmüne uğradıkları diktatörlerin gerçek yüzünü, işgalci orduların sisi dumanı arasında kaybediverirler. İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin savaşın yarattığı bu toz duman ortamında gerçek kurtuluş yolunu bulabilmesini ve hem kendi diktatörlerine hem de işgalci emperyalizme karşı doğru bir savaş yürütebilmelerini sağlayacak olan, Marksist bir önderlikten başkası olamaz.
link: Zeynep Güneş, Savaşta İlk Zayiat: Gerçekler, 3 Nisan 2003, https://en.marksist.net/node/308
Ulusal Sorun Üzerine Perspektifler
Marksizm ve Antropoloji: Engels’i Savunurken