AKP hükümetinin “12 yıllık kesintili eğitimi” öngören ve 4+4+4 olarak kodlanan yasa teklifi, şiddetli kavgaların ardından Meclis’te kabul edildi. Bir yandan imam-hatip okullarının orta kısımlarını açmak, öte yandan eğitim alanındaki neo-liberal saldırıları dizginsizce yürütebilmek üzere hazırlayıp “büyük bir reform” olarak sunduğu bu yasayı tam bir emrivakiyle Meclis’ten geçiren AKP, bu süreçte hiçbir sese kulak vermedi. Söz konusu yasayı protesto etmek isteyen kamu emekçileri üzerinde polis terörü estirmeyi de ihmal etmedi. Doğrusu bu tutum, temel nitelikteki pek çok kanunun gündeme getirilip yasalaşması sürecinde de görüldüğü üzere AKP açısından bir tarz haline gelmiştir. “Çoğunluk benim, ben yaparım olur” dayatmacılığıyla ve burnu büyüklüğüyle karakterize olan bu tutum, bu son yasayla birlikte iyice zorbalığa dönüşmüştür.
28 Şubat 1997’de Refah-Yol hükümetinin “post-modern” bir darbeyle iktidardan devrilmesinin intikamını beş yıl sonra tek başına iktidara gelerek aldığını düşünen AKP, şimdi bu darbenin en temel icraatlarından birini tasfiyeye girişmiştir. Hatırlanacağı gibi, 28 Şubat örtülü cuntasının, imam-hatip okullarına darbe vurmak amacıyla gündeme getirdiği bir dayatmayla, eğitim sisteminde iki köklü değişikliğe gidilmişti. Bunlardan birincisi, getirilen 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemiyle ortaokulların, dolayısıyla da imam-hatip okullarının orta kısımlarının kaldırılmasıydı. İkinci değişiklik ise, üniversite sınavlarında uygulanan katsayı sisteminin yeniden düzenlenmesiydi. Gerçekte, başarı oranı oldukça yükselmiş olan imam-hatip liselerinden mezun olan gençlerin ilahiyat fakülteleri haricindeki bölümlere rahatça girmelerinin önünü kesmek üzere yapılan bu düzenleme, tüm meslek lisesi öğrencilerinin kaderini değiştirmişti. İktidarını iyice pekiştirmesinin ardından geçtiğimiz yıl söz konusu katsayı uygulamasını değiştiren AKP, şimdi de 8 yıllık kesintisiz eğitime son vererek imam-hatip ortaokullarının açılmasını sağlamak üzere harekete geçmiştir. Katsayı sisteminin yeniden düzenlenmesi, AKP’nin niyetinden bağımsız olarak, meslek liselilere yönelik eşitsizliği alabildiğine derinleştiren anti-demokratik bir engelin ortadan kaldırılması bakımından gerekli bir adımdı. Ancak iktidar partisinin attığı ikinci adım pek çok yönden gericidir.
AKP’nin hükümet tasarısı olarak değil, birkaç milletvekiline yasa teklifi olarak hazırlatıp gündeme getirdiği bu pakette, komisyona gelme aşamasından önce, temel noktalardan tâli denebilecek olanlara kadar pek çok değişiklik yapılmış, daha doğrusu yapılmak zorunda kalınmıştır. Sırf bu bile yasanın bilimsellikten ve ciddiyetten uzaklığının bir göstergesidir. Kısaca hatırlatacak olursak, teklifin ilk hali, açıköğretim seçeneğini ilk dört yıldan sonra öngörüyordu ve bu durum başta kız çocuklar olmak üzere geniş bir kesimin ilk dört yıldan sonra okulu fiilen terk etmesinin önünü açacak bir uygulama olarak yoğun bir eleştiri aldı. İlk başlarda kuyruğu dik tutmaya çalışan AKP, gelen salvolar üzerine birkaç gün sonra teklifte sessiz sedasız bir değişikliğe gitti ve ilk sekiz yıl için kesintili ancak örgün eğitim (okul çatısı altında yapılan eğitim) modelinin benimseneceğini söylemek zorunda kaldı. Böylece açıköğretim seçeneği ikinci dört yıldan sonraya alınmış oldu.
İkinci olarak, bundan çok daha vahim sonuçları olabilecek bir yanlıştan geri adım atılıp, çıraklık yaşının 14’ten 11’e indirilmesinden vazgeçildi. ILO normlarına tamamen aykırı biçimde yapılmak istenen bu düzenleme hayata geçirilseydi, atılan adım sanayiye sürülecek küçücük çocukların 11 yaşından itibaren posalarının çıkarılmasıyla sonuçlanacaktı.
İşte bütün bu karmaşa içerisinde, teklif, AKP’nin zorbaca dayatmalarıyla Milli Eğitim Komisyonundan, 20 maddesi son günde ve yarım saat içinde olmak üzere yedi günde geçirildi. Ardından da aynı hızla Meclis’te onaylanarak yasalaştı. Yürürlük maddeleri dahil 27 maddeden oluşan yasanın ilk 13 maddesi ilköğretime ilişkin değişiklikleri içeriyor. Okula başlama yaşını 5’e çeken, ilköğretimi 4+4 yıl olmak üzere ikiye bölerek ve “mesleki” eğitimi ortaokul düzeyine indirerek imam-hatip okullarının orta kısımlarının yeniden açılmasını öngören, zorunlu din dersini kaldırmak bir yana din derslerinin sayısını arttıran, meslek lisesi öğrencilerinin daha yoğun sömürüsünün yolunu açan ve tüm bunları parasız eğitime vurulan büyük bir darbeyle pekiştiren bu yasanın getirdiği değişikliklere daha ayrıntılı olarak bakalım.
Kışla disiplini 5 yaşa indiriliyor
Yasanın 1. maddesi, zorunlu ilköğretim çağını 6-13 yaş olarak saptıyor ve bu dönemin başlangıcını çocuğun 5 yaşını bitirdiği Eylül ayı sonu olarak ifade ediyor. 1983 tarihli eski yasa maddesi, yeni yasadan farklı olarak bu dönemi 6-14 yaş olarak tanımlıyordu. Ancak 6 denildiği halde, ilköğretim dönemini aslında şimdi geçirilen yasada olduğu gibi 5 yaş olarak saptıyordu. Okul yaşını bir yıl geriye çeken 1983 tarihli yasayla birlikte, o yıl 5 yaşını dolduran çocuklar okula alınmaya başlanmış, ancak bu uygulama çeşitli dezavantajlarının görülmesi üzerine iki yıl sonra fiilen sona erdirilmişti. Şimdi AKP aynı yanlışa geri dönüyor ve okula başlama yaşının alt sınırını 60 ay (5 yaş), üst sınırını 72 ay (6 yaş) olarak belirliyor.
Açıkça dile getirilmese de buradaki amaç bellidir. Tüm ileri ülkelerde son derece yüksek olan 5 yaş grubu çocukların okul öncesi eğitim oranları Türkiye’de hâlâ %40 civarındadır. Bu nedenle eğitimciler okul öncesi bir yıllık eğitimin zorunlu olması ve bunun ilkokullardaki anasınıflarında yapılması gerektiğini dile getirmektedirler. AKP ise altyapı eksikliği ve bütçe yetersizliği bahanesiyle bu talebin şu anda hayata geçirilemeyeceğini söylemektedir. İşte şimdi “1+” olarak formüle edilen okul öncesi bir yıllık zorunlu eğitim talebi karşısında AKP dahiyane bir çözüm üretmiş ve kuşaklar ölçeğinde sorun yaratacak bu uygulamaya sorumsuzca imza atarak okula başlama yaşını 5’e çekmeye karar vermiştir. Oysa pedagoglar ve eğitimciler bu yaştaki çocukların zihinsel ve bedensel gelişimi için ilkokula değil anasınıflarına devam etmeleri gerektiğini, dünyadaki yaygın uygulamanın da bu olduğunu dile getiriyorlar.
Bunun yanında, eğitimciler 5 ve 6 yaş grubunun birlikte okula alınmasının doğuracağı problemlere de dikkat çekmektedirler. Eğitimciler, 60 ve 72 aylık çocukların zihinsel, bedensel ve duygusal bakımından ciddi farklılıklar içerdiğini, bu yaştaki çocuklar arasındaki üç aylık bir sürenin bile çok önemli bir farklılık olarak görüldüğünü belirtiyorlar. Üstelik bırakalım 5 yaşı, 6 yaşındaki çocukların bile henüz oyun çağındayken 5 ilâ 8 saat boyunca kışla disiplinine sokulmaya çalışılması, çocuklarda travmaya varan çeşitli arazlar yaratabilmekte, okula uyum sorunu yaşanabilmekte, başarı oranları düşmektedir.
8 yerine 4+4
Yasanın 2. maddesi, şu anda kesintisiz sekiz yıl olarak uygulanmakta olan ilköğretimi, dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokul olarak ikiye bölüyor. 3. maddede ise, ilkokul ve ortaokulların bağımsız okullar halinde kurulmasının esas olduğu, ancak imkân ve şartlara göre ortaokulların, ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabileceği söyleniyor.
Burada şunu belirtelim ki, eğitimciler, 12 yaşa kadar olan çocuklarla bu yaş grubunun üzerindeki çocukların ayrı binalarda ve ilkokul-ortaokul ayrımıyla eğitim görmelerinin çocuk gelişimi açısından çok daha sağlıklı olduğunu belirtiyorlar. Dolayısıyla mevcut işleyişin her halükârda değiştirilmesi gerektiğini ve ilkokul ve ortaokul çocuklarının ayrı okullarda eğitim görmelerinin şart olduğunu ifade ediyorlar. Bu uyarılar ve sekiz yıllık kesintisiz eğitimin ilköğretim adı altında tek bir okul bünyesinde verilmesinin doğurduğu çeşitli sakıncalar dikkate alındığında, ilköğretimin iki kademeye ayrılması ve ayrı binalarda yapılması kararının doğru bir karar olduğu görülüyor. Ancak bunun 4+4 şeklinde uygulanmasına da eğitimbilimcilerden itirazlar yükseliyor. Zira dünyada bir iki istisna haricinde yaygın olan uygulamada, ilköğretimin ilk kademesi beş ya da altı yıl sürüyor. Ancak AKP’nin asıl derdi çocuk psikolojisi ya da çocukların sağlıklı gelişimi değil, imam-hatiplerin orta kısımlarını yeniden açmaktır ve hükümet açısından gerisi teferruattır.
Parasız eğitime sessiz ve derin darbe
Yasanın 7. maddesi, Milli Eğitim Temel Kanununun 22. maddesinde yaşa ilişkin tâli bir düzeltme yaparken, el çabukluğuyla, “ilköğretimin devlet okullarında parasız olduğu”na ilişkin ifadeyi uçurmuştur. Bunun, neo-liberal uygulamaların derinleştirilmesine geniş bir kapı aralamak üzere atılan bir adım olduğu açıktır. Burjuva hükümetlerin yıllardır süreklilik arz edecek şekilde izledikleri neo-liberal politikalar, devletin kamusal görevlerini bir “yük” olarak görme mantığına dayanarak bu “yük”ten kurtulmayı esas almaktadır.
Devlet okullarına ayrılan kaynakların sürekli olarak kısılması, okulların temizlik, yakıt, sarf malzemesi gibi en temel giderlerinin velilerden zorla toplanan paralarla karşılanmasının dayatılması, öğretmenlerin sözleşmeli öğretmen haline getirilmesi, özel okulların teşvik edilmesi, eğitimin kalitesinin bilinçli olarak düşürülerek okulların sıfır eğitimle diploma dağıtan dükkânlar haline getirilmesi bu politikanın temel taşlarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla eğitimin azami ölçüde paralı hale getirilmesi için, yasalardaki her türlü ayakbağının temizlenmesi burjuvazinin yıllardır istediği bir şeydir ve AKP hükümeti de bunu adım adım hayata geçirmektedir. İşte “eğitimi herkes için ve 12 yıl boyunca zorunlu hale getiriyoruz” şeklindeki cafcaflı sözlerin ardına gizlenen gerçeklerden biri de budur. AKP iktidarının, parasız eğitim isteyen, piyasacı uygulamalara direnen gençlere en ufak bir tahammül göstermemesi, onları akıl almaz hapis cezalarına çarptırması, okullardan attırması hiç de tesadüf değildir. Hükümet, ona boyun eğmeyi reddeden her türlü toplumsal muhalefet karşısında çılgına dönmektedir.
Erdoğan’ın son günlerde yaptığı açıklamalar, yapılan değişikliklerin daha kapsamlı bir planın parçası olduğunu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Güney Kore gidişinde bir gazeteci, Erdoğan’a, “özel okullar, ders kitapları ve bedava tablet uygulamalarının dışında bırakılmaktan şikâyetçi” diyor ve ardından, sermayenin utanma duvarını aşarak sergilediği açgözlülüğün ifadesi olan bu talebin avukatlığına soyunarak, “onları da kapsayacak bir uygulama mümkün mü?” sorusunu soruyor. Erdoğan’sa aynen şu yanıtı veriyor:
“Değerlendirebiliriz. Ancak özel okullara yeni imkânlar doğacak. 4+4+4 sistemi nedeniyle yeni binalara ihtiyaç olacak. Okul yapma konusunda büyük bir fatura var. Özel okullardan hizmet alma noktasındayız. Danıştay bozmuştu. Yeniden çalışma yürütüyoruz. Bunu da ilk kez açıklıyorum. Üniversite giriş sınavlarını da, üniversite hazırlık kurslarını da ortadan kaldırıyoruz. Bu dershaneler ya liseye dönecekler ya da kapanacaklar. Çünkü insanların ellerindeki son imkânları bu alanda kullanmalarını istemiyoruz. Ben bazı büyük dershanelerle konuştum. Kendileri «Biz de bu yola girmeyi düşünüyoruz» dediler.”
Bütün bunlar, AKP’nin 12 yıllık zorunlu eğitimin uygulamaya konmasında yaşanacak okul ve öğretmen sıkıntısını aşma bahanesiyle, halktan vergi yoluyla toplanan kaynakları sermayeye nasıl peşkeş çekeceğini ve eğitim alanında yürütülecek özelleştirme saldırısında nasıl bir yol haritası izleyeceğini net bir biçimde ortaya koyuyor. Başta AKP yanlısı medya olmak üzere burjuva medya milyonlarca insanı yakından ilgilendiren ve bir toplumsal yaraya dönüşen üniversite sınavı ve dershaneler mevzuunu öne çıkarıp sınavın kaldırılacağı yalanını allayıp pullayıp servis ederken, bu gerçeği tümüyle gözlerden saklamaktadır.
Keseriz, böleriz, imam-hatipleri yeniden açarız!
Yasanın diğer bir temel maddesine geçelim. Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi 4+4 şeklinde ikiye bölen yasanın 9. maddesiyle, ortaokul düzeyinde meslek okullarının ve farklı programlara sahip okulların açılabilmesine izin veriliyor. Üstelik teklifteki ifadeye Meclis’te açıkça “imam-hatip ortaokulları” ibaresi de eklenmiş ve yasa bu şekilde çıkarılmış bulunuyor. Bunun yanı sıra, teklif aşamasında “seçmeli ders” olarak kapalı bir şekilde ifade edilen şey, yasanın Meclis’te görüşülme sürecinde açık bir şekilde bu maddeye eklenmiştir. Bu ek sonucunda, ortaokul ve liselerde “Kuran” ve “Peygamberin hayatı” dersleri seçmeli ders olarak müfredata sokulmuştur. Böylece “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” diyen AKP, yıllardır kaldırılması için mücadele verilen din dersine, Timur’un filleri misali yenilerini eklemiştir. Bu önerinin yasa henüz teklif aşamasındayken bizzat MHP’den geldiğini de ekleyelim.
Tekrar ilk hususa dönecek olursak, yapılan değişiklikle birlikte, şu anda lise düzeyinde yani 14 yaşta yapılan mesleki veya dini yönlendirme 9 yaşa çekilmiştir. Peki, 9 yaşındaki çocuklar hangi kriterlere göre imam-hatip okullarına, sanayi okullarına, sanat okullarına yönlendirilecektir? O yaşta ailenin ya da devletin dayatmalarına karşı koyma gücü ve iradesi olmayan çocukların hayatıyla nasıl bu kadar kolay oynanabilir? Doğrusu böylesi bir uygulama dünya üzerinde muhtemelen ilk olacak ve Türkiye bir konuda daha literatüre girme hakkı kazanacaktır. Şu anda dünyada genel kabul gören şey, mesleki eğitim başlangıç yaşının 16 ve üzeri olmasıdır ve ileri ülkelerde meslek liselerinin yerini giderek yüksek okullar almaktadır. Almanya gibi ülkelerde mesleki eğitimin erken yaşlarda katı bir yönlendirmeyle hayata geçirilmesi ise ciddi tartışmalara yol açmaktadır. Bu uygulamanın işçi çocuklarına üniversite yolunu kapattığı ve kastlaşmaya yol açtığı dile getirilerek buna karşı güçlü tepkiler yükselmektedir.
Dershaneleri işlevsiz hale getirip kaldıracağız diyen AKP hükümetinin, imam-hatip ortaokullarını açmak üzere giriştiği bu eğitim darbesinin bir sonucu da, tam aksine dershanelere gitme yaşının 7’ye çekilmesi olacaktır. Zira Anadolu Liselerinin, özel okulların vb. orta kısımlarının açılması, buralara yönelik giriş sınavı uygulamasını yeniden başlatacaktır.
Zorunlu ama değil!
Yasanın 10. maddesi, mevcut kanunda “en az üç yıl” olarak geçen ortaöğrenimi (yani lise öğrenimini) “zorunlu” ve “dört yıl” olarak belirlerken, bir yandan da “örgün” ibaresinin yanına “veya yaygın” ibaresini ekliyor. Böylelikle, zorunlu hale getirilmekle övünülen lise eğitimini okullarda görmek zorunlu olmayacak, açıköğretim aracılığıyla da bu eğitimi almak mümkün kılınacak. Bunun anlamı gerçekte “zorunluluğun” fiilen ortadan kaldırılmış olmasıdır.
Türkiye’de şu anda okullaşma oranı %98,5 olan ilköğretimde, okulu terk oranı %15’tir ve kız çocuklarında bu oran %17’yi aşmaktadır. Bunda yoksullukla birlikte kız çocuklarının okumasını gereksiz gören anlayışın halen yıkılamamış olmamasının büyük bir rolü bulunmaktadır. Lise eğitimine gelindiğinde ise okullaşma oranı %70’e düşmektedir ve okul terk oranı %8,2’dir. Bu oran meslek liselerinde %10’a yaklaşmaktadır. Yoksul emekçi aileler, gerek eğitimin külfetini kaldıramadıkları gerekse çocukların çalışmak suretiyle eve getirecekleri paraya duydukları şiddetli ihtiyaç nedeniyle çocuklarına lise eğitimi aldıramamaktadırlar. Bunun yanı sıra eğitimin işsizliğe çare olmadığını görerek böylesi uzun bir eğitimi gereksiz bulan ailelerin oranı da hiç düşük değildir. Sonuç olarak, liselerin açıköğretim seçeneği de sunularak sözde zorunlu hale getirilmesi, çocukların önemli bir bölümünün bu eğitimi evde ya da çalışarak görmeye başlamalarına, ancak tamamlayamamalarına yol açacaktır. Lise eğitiminin 13 yaşta başlayacağı düşünüldüğünde, bu o yaştaki çocukların önemli bir bölümünün ucuz işgücü olarak emek piyasasına sürülmeye devam edeceği anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra, belli bölgelerde yaygın bir olgu olan kız çocukların eve kapatılması ve küçük yaşta evlendirilmesi gerçeği, bu düzenlemeyle varlığını sürdürecektir.
Bu noktada işçi sınıfının talebi, zorunlu, örgün ve tüm masrafları devlet tarafından karşılanan lise eğitimi olmalıdır. Devlet eğitim çağındaki tüm çocuklara ücretsiz yemek vermeli, ulaşım parasız olmalıdır. Ancak bu olanaklar sağlandığı takdirde eğitim emekçi ailelerin sırtında ağır bir yük olmaktan çıkabilir ve çocukların büyük bir çoğunluğu okula devam edebilir. Aksi takdirde yasalara “12 yıl eğitim zorunludur” yazmakla tüm çocukların bu eğitimi almaları sağlanamaz.
AKP’nin önce ortaokul düzeyinde başlatılacağını açıklayıp gelen tepkiler üzerine geri adım atarak bunu lise düzeyine çıkardığı açıköğretim modelinin en temel sakıncalarından birisi de eğitimi salt bir diploma aracı olarak görüp onun sosyal yönünü hiçe saymaktır. Oysa eğitim bir toplumsal dönüşüm ve kültürlenme aracıdır ve bu amaca ancak canlı bir sosyal etkileşim yoluyla ulaşılabilir. Bu açıdan okul, eğitim aracı olduğu kadar sosyalleşme aracı olarak da büyük bir önem taşımaktadır. Çocuğun ya da gencin evde, özel öğretmen ya da çeşitli bilgi araçları yardımıyla kitabi bilgiyi edinmesi mümkündür elbette. Ancak bu şekildeki bir bilgilenme, pratikle pekiştirilmediği için gerçek yaşamdan kopuk kalacak, sindirilemeyecek ve çocukta sosyal bir dönüşüm yaratamayacaktır.
AKP’nin açıköğretimi ya da evden öğretimi yaygınlaştırma amacının temelinde, devletin bir yük olarak gördüğü eğitime minimum kaynak ayırma arzusu yatmaktadır. Bir yandan mümkün olduğunca fazla sayıda öğrenciye şu ya da bu şekilde diploma vererek eğitim istatistiklerini şişirmek isteyen burjuva devlet, öte yandan bunu en az maliyetle yapmanın yeni yollarını aramaktadır. İnternet ya da televizyon gibi araçların yaygınlığını öne sürerek çocukların okula gitmeksizin bunlar aracılığıyla da eğitim görebileceklerini ileri süren burjuva yaklaşımların asıl dertleri, öğretmen ve okul giderleri başta olmak üzere bütçeden eğitime ayrılan payı alabildiğine kısabilmektir.
Daha fazla stajyer, daha fazla sömürü!
Yasanın 12. maddesi, 3308 sayılı kanunun meslek lisesi öğrencilerinin işyerlerinde “beceri eğitimi” adı altında çalıştırılmasını düzenleyen 18. maddesini değiştiriyor. AKP hükümeti, geçtiğimiz yıl, meslek lisesi öğrencilerini çalıştıracak işyerlerinin büyüklüğünü ve çalıştırabilecekleri öğrenci sayısını düzenleyen bu maddede değişikliğe gitmişti. “20 ve daha fazla personel çalıştıran işletmeler” ifadesini “on ve daha fazla….” şeklinde değiştiren hükümet, bununla da yetinmeyip Bakanlar Kurulu’na bu sayıyı 5’e indirme yetkisi tanımıştı. Şimdi de aynı maddede yer alan “çalıştırdıkları personel sayısının yüzde beşinden az, yüzde onundan fazla olmamak üzere” ifadesinin ikinci kısmı yani, “yüzde onundan fazla” ibaresi çıkarılarak, patronlara bütün işçilerini meslek lisesi öğrencilerinden seçme hakkı veriliyor. Böylece sermayeye, asgari ücretin net tutarının yüzde 30’u kadar bir ücretle (on kişinin altındaki işletmelerde bu yüzde 15’e iniyor) dilediği kadar meslek lisesi öğrencisini çalıştırarak sınırsız sömürü olanağı sunulmuş oluyor.
Son bir husus olarak şunu da belirtelim ki, AKP, yasanın 24. maddesiyle Kamu İhale Kanununa geçici bir madde ekleyerek, FATİH projesi kapsamında yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işlerini Kamu İhale Kanunundan muaf kılmıştır. Hükümet böylece, 8 milyar dolarlık bir rantı yandaş sermaye gruplarına gönlünce peşkeş çekmesinin önündeki önemli bir engeli de ortadan kaldırmıştır.
“Eğitim sisteminin sorunlarını çözüyoruz” yalanı
Görüldüğü üzere, 16 milyona yakın öğrenciyi ve 750 bini aşkın öğretmeni doğrudan ilgilendiren bu yasa, eğitim sisteminin sorunlarını çözmek bir yana çok daha büyük sorunlara zemin hazırlamaktadır. Oysa eğitim sisteminin gerçekten de köklü bir değişime ihtiyacı vardır. Türkiye’de onyıllardır, bilimsellikten son derece uzak, baskıcı, ırkçı, ezberci, yaratıcılığı ve rasyonel düşünceyi öldüren, anti-laik, anti-demokratik bir eğitim sistemi hüküm sürüyor. Mevcut tablo, hâlâ birleştirilmiş ya da mevcudu 50-60 öğrenciyi bulan sınıfların var olmasıyla, öğretmen yetersizliğiyle, okul öncesi eğitimde geri kalmışlıkla, yüz binlerce öğrencinin yoksulluk nedeniyle okulu terk etmek zorunda kalmasıyla, derin bir uçurum halini alan eşitsizliklerle, anadil yasağıyla, zorunlu din dersi dayatmasıyla karakterize olan gerici bir görünüm arz ediyor. Bunu gizlemek üzere teknolojik atraksiyonlarla yapılan makyajsa gerçeklerin üzerini örtmeye yetmiyor.
TC tarihindeki bütün burjuva hükümetler, eğitim sistemini kendi ideolojileri temelinde değiştirmeye ve yeniden şekillendirmeye çalışmışlardır. Benzer şekilde, gerek Diyanet kurumu gerekse eğitim sistemi aracılığıyla milliyetçilikle ve resmi ideolojiyle bütünleşmiş tek tip bir Sünnilik tüm topluma tepeden devlet eliyle dayatılmış, devlet dinsel alandan elini hiç çekmemiştir. AKP hükümetinin de doksan yıldır Kemalist rejimin ırkçılıkla, resmi din anlayışıyla, cins ayrımcılığıyla şekillendirdiği eğitim sisteminin bu yönlerinden herhangi bir rahatsızlığı ya da ona bilimsel ve demokratik bir nitelik kazandırmak gibi bir derdi bulunmamaktadır. Aksine bu sisteme, dinsel içeriğini daha da yoğunlaştırmak ve eğitimi daha da fazla ticarileştirmek üzere müdahale etmektedir.
İmam-hatip ortaokullarını açmak ve normal okullardaki zorunlu din derslerini ek din dersleriyle pekiştirmek isteyen AKP, imam-hatip lisesi mezunlarının yeterli dinsel donanıma sahip olmadıklarını, orta kısımların açılmasıyla daha donanımlı imamlar yetiştirileceğini iddia etmektedir. Oysa imam-hatip öğrencilerinin çok küçük bir kısmı imam olmak için bu okullara gitmektedir ve AKP’nin orta kısımları açma nedeni de gerçekte bu değildir. Bir yandan takıntı haline getirilmiş bir konuda, öç alma güdüsüyle atılan bu adım, aynı zamanda ve daha derininde, toplumda giderek aşınan muhafazakârlığı koruma altına alma ve emekçi sınıfları dinsel dogmalarla alıklaştırıp itaatkâr kılma amacı taşımaktadır. Diyanet “toplum dininden uzaklaşıyor” diye feryat etmekte, kadınları ve çocukları çekmek üzere camileri daha çekici kılmaya çalışmakta, yarıyıl tatilinde okul çocukları için umre turları örgütlenmektedir. İslamcı kesimin “manevi değerler aşındı, dindarlar sekülerleşti” yollu serzenişleri de giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir. İşte AKP’nin atmak istediği adımlarda bütün bu rahatsızlıkların büyük bir payı vardır.
Aslına bakılırsa, tüm bunlar tarihin tekerleğini geriye çevirme çabasından başka bir şey ifade etmemektedir. Burjuvazi ne kadar çırpınırsa çırpınsın, iletişim ve etkileşimin bu denli hızlı ve yaygın hale geldiği bir dünyada toplumu dinsel bir muhafazakârlığın cenderesinde uzun süre tutmayı başaramaz. Zaten tam da bu gerçekliğin farkında oluşları nedeniyledir ki, AKP benzeri dinci, muhafazakâr partiler çileden çıkmaktadırlar. Evrim konusunun müfredattan çıkarılması ve yerine yaradılış safsatasının geçirilmesi, dinsel hurafelerin tüm derslere sızması, din derslerinin yoğunlaştırılmaya çalışılması, internete getirilen yasaklar ve benzeri gerici çırpınışlar, umutsuz bir çabanın ifadesidir.
Kapitalizm sonsuz çelişkilerle yüklü bir sistemdir ve bu sistemde burjuvazi aslında kendi mezar kazıcılarını kendi eliyle büyütmektedir. Burjuvazi egemenliğini sürdürebilmek için bir yandan ona sorgusuzca itaat edecek kadar zır cahil bir işçi sınıfı arzu ederken, bir yandan da en son teknikle işleyen makinelerini kolaylıkla kullanacak kadar eğitimli ve donanımlı bir işgücüne ihtiyaç duymaktadır. Ve bu ihtiyaç son tahlilde baskın geldiği içindir ki, kapitalizmin doğuş çağından bu yana eğitim alanında önemli bir gelişme kaydedilmiş ve 19. yüzyılın ortalarından itibaren temel eğitim emekçi kitlelerin giderek daha geniş kesimlerini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Teknolojik gelişmeler sonucunda üretimin çok daha karmaşık makinelerle yapılır hale gelmesine paralel olarak burjuvazinin eğitimli işgücüne duyduğu yakıcı ihtiyaç, işçi hareketinin de bindirdiği basınçla birlikte, toplumun tümü için temel eğitimin zorunlu hale getirilmesiyle sonuçlanmıştır. Kapitalizmin ulaştığı gelişmişlik düzeyi, pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da yeni ihtiyaçları ve buna paralel olarak yeni yaklaşımları ve uygulamaları beraberinde getirmektedir. Gerek teknolojik gelişmenin gerekse işçi sınıfının kitlesel bir güç olarak yükselttiği taleplerin bir sonucu olarak çocuk emeğini sınırlandıran yasaların yürürlüğe girmesiyle birlikte, zorunlu temel eğitimin süresi de belirgin bir şekilde uzamış ve bugün pek çok ülkede bu süre 8 ilâ 12 yıl arasında değişir hale gelmiştir. 15 yaş altındaki çocukların çalıştırılmasının yasaklanması, tehlikeli işkollarında çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanması, gece çalışmasının yasaklanması, 18 yaşına kadar olan işçilerin mesai sürelerinin daha kısa tutulması gibi çocukları korumaya yönelik uygulamalar, giderek daha yaygın bir şekilde kabul görürken, mesleki eğitim ve meslek seçimi yaşında da büyük değişiklikler meydana gelmektedir. Daha önce de vurguladığımız gibi, bugün ileri ülkelerdeki yaygın uygulama mesleki eğitimin 16 yaş sonrasında verilmeye başlanması şeklindedir.
Burada şu önemli gerçekleri hatırlatmadan geçmeyelim. Emekçi sınıfın çocuklarının eğitimine yönelik talepler Komünist Manifesto’dan bu yana komünist hareketin temel talepleri arasında yer almıştır. Bu konuya başta Lenin olmak üzere Bolşevikler de büyük bir önem vermişlerdir. Bundan 100 yıl önce öne sürülen ileri talepler ve bunların Ekim Devrimiyle birlikte kısa sürede hayata geçirilmiş olması, eğitimi tümüyle sermayenin çıkarları doğrultusunda düzenleyip şekillendiren kapitalizmin bu alanda nasıl da salyangoz hızıyla hareket ettiğini gözler önüne sermektedir. 1902 tarihli Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) Programında, demokratik bir anayasayla güvence altına alınması talep edilen hak ve özgürlükler arasında eğitime ilişkin maddeler de yer almaktadır. Bu maddelerden biri, 16 yaşına kadar parasız ve zorunlu eğitimin yanı sıra, yoksul ailelerin çocuklarına (devrimden sonra bu ifade yeni parti programına “tüm öğrenciler” şeklinde geçmiştir) yiyecek, giyecek ve okul gereçlerinin devlet tarafından sağlanmasını öngörmektedir.
Bir diğer maddede ise, kiliseyle devletin ve okulla kilisenin birbirinden ayrılması gereği dile getirilmiştir. Bunu Türkiye topraklarına uyarlarsak, söz konusu maddeyi Diyanet’le devletin birbirinden ayrılması, din derslerinin okullardan kaldırılması olarak okuyabiliriz. Diyanetin kapatılması, dini eğitimin okullardan çıkarılarak tümüyle cemaatlerin inisiyatifine ve finansmanına bırakılması, devletin camilerin finansmanına, imamların devlet görevlisi olmasına vb. son vererek dinden tümüyle elini çekmesi laikliğin temel gereklerindendir. Ancak Türkiye’de burjuvazi arasında yürüyen kavga “laiklik” kisvesi altına gizlenmeye çalışılırken ne Kemalistler ne de İslamcılar böylesi bir laikliği savunmaktadırlar. Çünkü Kemalistler devletin dini tepeden kontrol altında tutmasından, diğerleri ise devletin her türlü olanağını kullanarak bu alanı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan yanadır.
Yine RSDİP Programında, patronların 15 yaşından küçük çocukları çalıştırmasının yasaklanması talebi de yer almaktadır. Söz konusu talebin dile getirildiği tarihten tam 110 yıl sonra Türkiye’de çıraklık yaşının hâlâ 14 olduğunu (1997’ye kadar 13’tü!), üstelik AKP’nin bunu bile umursamayarak çıraklık yaşını 14’ten 11’e indirmeye teşebbüs ettiğini hatırlatmakta yarar var.
Bolşeviklerin yükselttiği ve sonrasında hayata geçirdikleri taleplerden biri de ulusal azınlıklara anadilde eğitim hakkının tanınmasıdır. Bu demokratik talep ne yazık ki aradan 110 yıl geçmiş olmasına rağmen, yaşadığımız toprakların egemenleri tarafından halen “bölücülük” olarak değerlendirilmekte, bu talebin dile getirilmesi parti ve sendika kapatma, okuldan atılma, hapisle cezalandırılmakla sonuçlanabilmektedir.
Kapitalist sistemde eğitimin burjuvazinin hegemonya araçlarından biri olduğu kuşku götürmezdir. Ezilen sınıfları çocukluk yaşlarından itibaren kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek, itaatkâr kılmak ve böylelikle bir yandan düzenin bekasını sağlarken bir yandan da onları kolayca sömürmek için burjuvazi eğitimi bir silah olarak kullanmaktadır. Ancak burjuva eğitimin işlevi bununla sınırlı görülüp, anarşistçe reddedilemez.
Lenin 1920 tarihli bir konuşmasında şöyle diyordu: “Eski okul kitabi inceleme okuluydu, insanları kafayı dolduran ve genç kuşağı aynı örnek üzerinde kurulu bürokratlar durumuna dönüştüren, yararsız, gereğinden çok, yaşamdan yoksun bir bilgiler yığınını sindirmeye zorluyordu. Ama eğer bundan insan bilgisinin biriktirdiği zenginlikleri sindirmeden komünist olunabileceği sonucunu çıkarmaya kalkışırsanız büyük bir yanılgıya düşersiniz. Komünizmin kendisinin de bir ürünü olduğu bu bilgiler yığınını sindirmeden komünist sloganları, komünist bilimin sonuçlarını sindirmenin yeteceğine inanmak yanlış olur. Marksizm, komünizmin insan bilgileri toplamından nasıl doğduğunu gösteren bir örnektir.” (Lenin, Gençlik Üzerine, Sol Yay., 1993, s.219)
İşçi sınıfı, bu sistemi yıkıp tüm insanların her türlü ihtiyaçlarını eşitlik ve bolluk temelinde karşılayacakları sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı yaratmak için gereken her türlü bilgi ve beceriyle şimdiden donanmaya başlamalıdır. Parasız, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitim talebi bu açıdan vazgeçilmez bir taleptir. Ancak şuna da şüphe yoktur ki, işçi sınıfı ihtiyaç duyduğu gerçek eğitimi ancak kendi iktidarı altında alabilecektir. Bu yüzden işçi sınıfının gençlerine büyük bir görev düşüyor: Sınıf bilinciyle donanmak ve bu sistemi yerle bir edip, burjuva toplumun meslek denen dar ve güdükleştirici kalıplarının yıkılacağı, herkesin dilediği ilgi alanlarına yönelebileceği, her alanda olduğu gibi bu alanda da zorunluluğun yerini özgürlüğün alacağı komünist topluma doğru yürümek!
link: İlkay Meriç, 4+4+4’ün Arkasına Gizlenenler, Nisan 2012, https://en.marksist.net/node/2993
Dört Mevsimlik Dram
İşçilerin Katili Sermaye Düzeni