Bir okurumuzun dergimize gönderdiği mektubu ve dergimizin ona yanıtını aşağıda sunuyoruz.
Merhaba;
Referandum sürecinde halkoyuna sunulan pakete Marksist Tutum dergisi olarak evet dediniz. Bu, cesur ve anlaşılabilir bir tavırdı. Cesurdu; çünkü solun tamamına yakını hayır demişken ve sola yakın kitlelerin tamamı histerik bir AKP-fobi ile hayır demişken siz gündemi soğukkanlı bir şekilde analiz etmeye çalıştınız. Solun genelinin yanılgı içinde olduğunu söylediniz. Solun geneli tarafından yöneltilecek “liberallik, kuyrukçuluk”' gibi suçlamaları göze aldınız. Anlaşılabilirdi, çünkü paket yüksek yargı ve askeri bürokrasi karşısında parlamentonun etkinliğini arttırıyordu. Ve parlamento –burjuva anlamda da olsa– demokrasinin motor gücü, halk iradesinin somutlaşmış hali idi. Burjuva demokrasisini fersah fersah aşacak olan işçi demokrasisini inşa edebilecek kitlesellikten uzak olduğumuz günümüzde de bu tarz demokratik adımların desteklenmesi anlaşılabilir bir durumdu.
Fakat kafama takılan bazı konular var. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, AKP bir burjuva partisi. Kemalist bürokrasiye karşı da demokratikleşmeyi savunmasının yegâne sebebi gücünü parlamentodan alıyor olması. Yoksa geride bıraktığımız son 8 yıl, AKP’nin demokrasiden ne anladığını net bir şekilde ortaya koydu. Kürt Hareketi ile yürütülen kirli savaştan emekçi kitleler üzerindeki baskılara kadar AKP, çıkarları tehdit edildiğinde Kemalist bürokrasiden aşağı kalmayacak kadar despotlaşabileceğini kanıtladı. (Siz de derginizde şu an hatırlayamadığım bir yazıda AKP’nin otoriterleşme eğilimlerinin varlığını kabul etmiştiniz.) Örneğin AKP, daha referandumda kullanılan oyların mürekkebi kurumadan başkanlık sistemini dile getirdi. Başkanlık sisteminin yürütmeyi yasama karşısında güçlendirdiğini, başkanın görev süresi dolana kadar görevden alınma korkusu olmadan rahatça hareket ettiğini siz de bilirsiniz. Daha düne kadar askeri ve sivil bürokrasi karşısında yasamayı güçlendirmeye çalışanlar, bugün yasamanın da ayak bağı olmasından kurtulmaya çalışıyorlar. Ve bu sadece bir örnek. Devamının gelmesi kuvvetle muhtemel.
(AKP’nin otoriterleşme eğiimlerinden korkup asker-sivil bürokrasinin eteğine sığınmanın ne kadar komik bir tavır olduğunu asgari düzeyde vicdana sahip herkes itiraf edecektir zaten.)
Kısaca şunu sormak istiyorum: Bugüne kadar AKP, Kemalist bürokrasi ile yürüttüğü mücadele gereği parlamentoyu, ve dolaysısı ile demokratikleşmeyi savundu. Artık bu mücadelenin bittiğini, büyük oranda AKP’nin zaferi ile sonuçlandığını söyleyebiliriz. AKP, varlığından şüphe edemeyeceğimiz otoriterleşme eğilimlerini daha rahat dile getirecektir bundan sonra. Sahip olduğu muazzam kitle desteği sayesinde, işine gelmeyen konularda muhalefete karşı daha da sertleşecektir. (Tekrar pahasına söylüyorum: AKP, son sekiz yılda Kürt Hareketine ve işçi mücadelelerine karşı takındığı tavırla şartlar onu mecbur etmediği sürece demokrasi kavramını hatırlamayacağını kanıtlamıştır.) Peki bu süreçte Marksistlerin tavrı ne olmalıdır sizce? Daha özelde, AKP’nin yasamaya karşı yürütmeyi güçlendirme çabaları sivilleşme olarak mı adlandırılmalıdır, eleştirilmeli midir, yoksa “'işçi sınıfını ilgilendirmez”' mi denilmelidir?
Eğer kısa da olsa cevap yazarsanız sevinirim.
O.Ç.
Sevgili O.,
Referanduma ilişkin tavrımızı “cesur ve anlaşılabilir” olarak görmen bizleri sevindirdi. Bizler gerçekten de, sosyalist solun geleneksel (Kemalist ve Stalinist) önyargılarına, küçük-burjuva reflekslerine ve gayrı-ciddi ya da lafazan tutumlarına karşı kararlı bir ideolojik mücadele yürütüyoruz. Bu mücadeleyi de sınıf temelinde azimli bir çalışma sürdürerek yürütmenin tek devrimci yöntem olduğunu düşünüyoruz.
Yazdıklarından, referanduma ilişkin tavrımızın genel çerçevesini kavradığını ve benimsediğini görmek bizleri ayrıca mutlu etti. Genel çerçevesini diyoruz, çünkü sorduğun sorudan anladığımız kadarıyla birkaç noktanın altını kalınca çizmemiz gerekiyor.
1. Bu referandumla, TC rejiminin tümüyle demokratikleşeceğini asla söylemedik. Zaten bu büyük bir yalan olurdu. Son derece yetersiz ve sınırlı olmasına rağmen bu paketi, burjuva demokratik çerçevenin bir nebze daha genişletilmesi doğrultusunda bir adım olarak gördük. Bizim söylediğimizin özünü şu üç noktayla özetlemek mümkün: (a) Anayasa paketinde yer alan değişiklikler işçi sınıfı açısından bir HAK KAYBINA YOL AÇMAMAKTA, bu nedenle de reddedilmesi için bir gerekçe bulunmamaktadır; (b) Yapılan düzenlemeyle asker-sivil bürokrasinin siyasal alan üzerindeki belirleyici ağırlığı tümüyle ortadan kaldırılmasa bile ZAYIFLAYACAK ve dolayısıyla burjuva demokrasisinin çerçevesi bir nebze daha genişleyecektir; (c) Yapılan düzenlemelerin kabul edilmesi halinde 12 Eylül faşist cuntasıyla ve onun anayasasıyla hesaplaşmanın ÖNÜ AÇILACAK ve bunlar da dahil olmak üzere yeni bir anayasa konusu toplumun gündemine daha yaygın olarak girecektir.
2. Bizim gözümüzde AKP tıpkı diğerleri gibi bir burjuva düzen partisidir. Onun verili konjoktürde “demokratikleşme” doğrultusunda attığı adımların hangi dinamikten kaynaklandığını, ne denli sınırlı olduğunu vb. çeşitli yazılarımızda sürekli olarak işlemiş bulunmaktayız. AKP ancak mevcut burjuva düzen partileriyle (CHP, MHP gibi) karşılaştırıldığında statüko yanlısı olmayan ve kendi meşruiyeti için belirli ölçüde demokratik dönüşüm isteyen bir parti olarak görülebilir. Koyunun olmadığı yerdeki keçi hikayesi! AKP bu değişiklikleri demokratik bir zihniyeti içselleştirmiş olduğu için değil, asker-sivil bürokrasinin belirleyici rolünü kırmak için yapmaktadır, çünkü bu durumun sürmesi onun siyasal varlığını sürekli bir tehit altına sokmaktadır (darbe plan ve girişimleri, kapatma davaları vb.). Tekelci sermayenin AB’ye katılım doğrultusundaki tercihleri, emperyalistleşen Türkiye’nin kendi iç sorunlarını mümkün olduğunca çözmenin ya da hafifletmenin gerekleri vb. de onu bu doğrultuda adım atmak ZORUNDA BIRAKMAKTADIR. Öte yandan, AKP’nin Kürt sorunu ve işçi hareketi karşısındaki tutumları, onun demokratlığının sınırlarını gerçekten de yeterince açıklıkla göstermektedir. Ancak böylesi iki temel sorun konusunda, hele de işçi hareketi sözkonusu olduğunda, hangi burjuva partisinden tutarlı bir demokratlık beklenebilir ki! Bu yüzden AKP’nin demokrasi istemindeki sınırları ile darbeci-faşist zihniyeti birbirine eş koşmak da önemli bir politik hata olurdu.
3. AKP’nin yürüttüğü mücadelenin “bittiğini ve büyük oranda onun zaferiyle sonuçlandığını” söylemek için ise henüz çok erken. Kanımızca AKP liderliği de böyle düşünmüyordur. Ne var ki, onlar ne düşünürlerse düşünsünler, Türkiye’nin temel demokratik sorunları halen olanca ağırlığıyla önümüzde durmaktadır. Asker-sivil bürokrasi halen efendi konumundan burjuvazinin sıradan bir hizmetkârı konumuna geçmiş değildir. Kürt sorunu tüm yakıcılığıyla ortadadır. 12 Eylül Anayasası yürürlüktedir. Darbelerin ürünleri olan kurumların (Anayasa Mahkemesi, MGK, YÖK vb.) hepsi kısmen yıpranmış bile olsa ayaktadır. İşçi sınıfını doğrudan ilgilendiren İş Yasası, Grev ve Toplu Sözleşme Yasası, Sendikalar Kanunu gibi yasaların anti-demokratik ve işçi düşmanı zihniyeti bariz biçimde sürmektedir. Üniversitelerin durumu ortadadır; eğitim sisteminin bilimsel, demokratik, laik bir içeriğe kavuşturulması görevi ortadadır. Aleviler ve gayrı-müslimler üzerindeki ayrımcılık ve baskı devam etmektedir. Hatta Müslümanların dini hayatı üzerindeki anti-laik devlet denetim ve yönetimi, baskılar vb. hâlâ yürürlüktedir vb. İşte asıl mesele buradadır; AKP tüm bu noktalarda kalıcı, tutarlı ve demokratik bir çözüm yaratabilecek midir? Bizce hele ki, şu ülke ve dünya konjonktüründe hayır!
4. Sorun tam da bu noktadadır. Bizler devrimci Marksistiz. Bu sorunların çözümünü burjuva düzen partilerine ya da burjuvazinin şu ya da bu kesimine havale edemeyiz. Bizler bu sorunların tam ve tutarlı bir çözümüne ancak işçi sınıfının devrimci mücadelesinin yükseltilmesiyle ulaşılabileceğini savunuyoruz. Bu sorunların çözümü için AKP’ye ya da TÜSİAD’a vb. bel bağlamak ve bunun propagandasını yapmak biz Marksistlere değil, sol liberallere yakışan bir tutumdur. Liberallerin bu beklentilerinin ne denli büyük yanılgı ve hayalden ibaret olduğunu, Elif Çağlı çeşitli yazılarında dile getirmişti. İşte bu yüzden, bizim EVET’imiz ile sol liberallerin EVETi asla aynı kefeye konamaz. Bu nedenle biz, demokrasinin kaderinin işçi sınıfına bağlı olduğunu vurguluyoruz.
5. Başkanlık sistemi hakkındaki soruna gelince. Bu husustaki görüşlerimiz daha önce dergimizde dile getirilmiş ve onun parlamenter rejime kıyasla gerici doğası deşifre edilmişti: “Burjuva demokrasisinin tarihsel gelişimine baktığımızda, bazı biçimsel adımlar atılmış gibi görünse de özde halk temsilinin sürekli olarak daha etkisiz hale geldiği ve geniş halk yığınlarının seçimlere giderek artan ölçüde ilgilerini yitirmekte olduğunu görüyoruz. Bu, seçimlerle bir şeyin değişmediğine dair yerleşen kanının bir ifadesidir. Burjuva demokrasisi halkın demokratik özlemlerine çare olamadığı gibi, onların artan ölçüde boğulması anlamına gelmiştir. Diğer taraftan bu tarihsel gelişim içinde temsili kısıtlayıcı biçimlerin daha fazla yaygınlık kazandığını da gözlemekteyiz. Meselâ parlamenter biçime karşı başkanlık sistemi uygulamaları yayılmaktadır. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte kurulan, başta Rusya olmak üzere yeni kapitalist ülkelerin hemen tamamında da başkanlık sistemi yürürlüğe konmuştur. Son yıllarda Türkiye’de de sıkça başkanlık sistemi tartışmalarının açılması ve seçim sistemi değişikliği önerisi de bu genel eğilimlerin bir uzantısından başka bir şey değil aslında. Biçimsel olarak bakıldığında sanki halkın seçme hakkı geliştiriliyormuş gibi bir düzenleme (“yürütmeyi [başkan] de halk seçiyor!” ya da “barajlar kalkıyor!”), ama gerçekte halk açısından iktidarı kontrol ve etkileme olanaklarından daha fazla uzaklaşma ve siyasal aygıtın sermayenin çok daha doğrudan kontrolüne alınması. İşte burjuva demokrasisi oyununun günümüz koşullarındaki somut eğilimleri bunlardır.” (Burjuvazinin Demokrasi Oyunu, MT, Şubat 2006) Başkanlık sistemi parlamenter rejim ile Bonapartist eğilimlerin bir sentezi olarak yorumlanabileceği için Marksistlerin bu sistemi savunması da, işçileri ilgilendirmez demesi de mümkün değildir.
Umarız, kafana takılan hususlarda yardımcı olabilmişizdir.
Devrimci sevgi ve selamlarımızla.
Marksist Tutum
link: Marksist Tutum, Bir Mektup, Bir Yanıt, 1 Ekim 2010, https://en.marksist.net/node/2504
12 Eylül’ün Hesabını Sormaya Bilendik
Paşa’dan İtiraflar: “Kıbrıs’ta Cami Yaktık”