Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu adıyla anılan, polise keyfi davranabilme, dilediği gibi şiddet uygulayabilme rahatlığı sağlayan 2559 sayılı kanun çıktığından bu yana polisin şiddet uygulamalarında ciddi bir artış meydana geldi. Kimlik göstermeye itiraz eden, direnç gösteren, gösterilere katılan birçok insan polis şiddetine maruz kalıyor. Yasalarla yetkisi genişletilen polis, bir insanın ölümüne kasten neden olsa bile, oldukça düşük cezalar alıyor, çoğu zaman hiç ceza almıyor. İşkence ve kötü muamele vakalarının büyük bir bölümünün üstü örtülüyor. Birçok işkence olayında mağdurlar yaşamlarını ya kaybediyor ya da en iyi ihtimalle gördükleri işkencenin etkisini uzun süre taşımak zorunda kalıyorlar. Sadece 2008 yılı içerisinde 38 kişi polis tarafından işkenceyle veya kurşunlanarak öldürüldü.
İstanbul Avcılar’da bir müzikholü basan polis kılığında üç kişinin bir kadını yerde sürükleyerek kaçırmasına o anda orada bulunan hiç kimsenin ses çıkarmaması tartışmalara yol açmıştı. Oysa son zamanlarda ekranlarda görülenler, gerçeğin medyaya kontrollü bir şekilde taşınan kısmıdır sadece. Polis şiddeti kendini her yerde ayan beyan ortaya koyuyorken, olay kimlik sorma cesaretine indirgenerek farklı bir noktaya çekilmektedir. Tartışma bir yandan devam ederken İstanbul polisinin baş amiri şöyle buyurmuştu: “Polis kimlik sorduğunda siz de polisten kimlik göstermesini isteyin”. Bu sözlerin hemen ardından televizyon programlarında “polise kimlik sorulup sorulamayacağı” tartışılırken, sokakta polise kimlik sormaya cesaret edenler, cesaretlerinin karşılığını polisin hışmına uğrayarak ödediler. Oysa yasalara göre, kimlik soran polisin önce kendi kimliğini göstermesi gerekiyor.
Devlet tarafından olağanüstü yetkilerle donatılan polis, sokakta istediği gibi kimlik ve üst araması yapabiliyor, “şüpheli” olarak gördüklerini (bu da polisin o anki keyfine bağlı olarak değişebiliyor) gözaltına alıyor. İtiraz edenleriyse “polise mukavemet etmek” suçlamasıyla tutuklayabiliyor. Çevik kuvvet, yunus ya da karakol polisi her sokağın başını mesken tutmuş bulunuyor. Dolmuşlar, otobüsler yol üzerinde durdurularak bütün yolcuların kimlikleri tek tek kontrol ediliyor. Evine veya işine bir an önce gitme telâşında olan insanlar bu süre boyunca alıkonuyor. Bir dönem OHAL’in uygulandığı Kürt illerinde sıkça tekrarlanan belediye otobüslerini durdurarak kimlik sorma uygulaması, İstanbul’da yaygın bir şekilde uygulamaya konmuş durumda. Yolcularsa polisin bu keyfi uygulamalarına seslerini çıkaramıyorlar. Polise kimlik sormaya veya bu uygulamanın nedenini sormaya cesaret edenler polisin hışmına uğruyorlar. Fabrika girişlerinde, alış-veriş merkezlerinde üst aramalarından geçiriliyoruz. Vaktiyle bir korku senaryosu olan “Büyük Birader”i aratmayan nice yöntemlerle hayatımız her yandan abluka altına alınmış durumda.
Bu uygulamalar tek bir amaca yöneliktir: İşçi sınıfını sindirmek ve denetim altında tutmak. Kapitalizmin krizlerle sarsıldığı böylesi bir dönemde, burjuvazi işçi sınıfı üzerindeki baskısını daha da yoğunlaştırıyor. Çünkü krizin faturasını tümüyle işçilere çıkarmanın hesabını yapıyor. İşten çıkarılan işçilerin fabrikaları işgal etmelerini, fabrika önlerini direniş alanlarına çevirmelerini, krizin yükünü taşımayı alanlarda reddetmelerini, bu yolla, yani genel düzeyde baskı altına alarak engellemeye çalışıyor.
Kapitalistlerin her yönden kuşatma ve esaret altında tutma harekâtına karşı, işçi sınıfı haklarına sahip çıkmak ve onları daha da geliştirmek için mücadeleye girişmek zorundadır. Yukarıda sıralanan uygulamalar tüm emekçileri tehdit etmektedir. Çok açık ki, bu abluka ancak örgütlü bir mücadeleyle dağıtılabilir. İşçi sınıfı kapitalistlerin kendi çıkarlarına göre şekillendirdikleri “demokrasi”nin sınırlarını ancak mücadeleyle genişletebilir.
link: İstanbul’dan bir MT okuru, Polis Devleti Uygulamaları Yaygınlaşıyor, 29 Ocak 2009, https://en.marksist.net/node/2023
Sendikaların Savaşa Karşı Tutumları
Kızıl Kanatlı Rosa /2