Katil İsrail devletinin Gazze’de yürüttüğü katliam, dünya ve Türkiye işçi sınıfının haklı öfkesine yol açtı. İçinde sendikaların da yer aldığı ya da sendikalar öncülüğünde düzenlenen eylemlerde Filistin bayrakları taşınıyor ve dayanışma mesajları iletiliyor. Emekçiler alanlarda Siyonist İsrail devletine ait sembolleri çiğneyerek, yakarak öfkelerini dışa vuruyorlar. Bu eylemler, sendikaların savaşlara karşı kimin tarafında, nasıl bir tutum alması gerektiğini gündeme getirdi.
Sendikalar bugüne değin, basın açıklaması, meşaleli yürüyüşler, boykot veya kokart takma eylemleriyle, İsrail devletinin saldırılarını protesto ettiler, ediyorlar. DİSK, KESK, TTB, TMMOB gibi örgütler, “ateşkes ilan edilmesi”, “ambargonun kaldırılması”, “Türkiye ile İsrail arasındaki askeri işbirliği anlaşmalarının kaldırılması”nın yanı sıra ve “Türkiye’nin içinde yer alacağı bir barış gücünün hemen bölgeye gönderilmesi” gibi taleplerin de yer aldığı bir bildiri yayınladılar. Kimi sendikalarsa işçilerin duyarlılığını arttırmak adına “din kardeşliği” vurgusunu ön plana çıkardılar.
Elbette sendikaların katil İsrail devletine karşı duyarsız kalmamaları önemlidir. Ancak sendikalar üretimden gelen güçlerini kullanmadıkları ve kitleleri seferber etmedikleri gibi, Türkiye burjuvazisinin değirmenine su taşıyacak bir tutum takınıyorlar. İşte DİSK’in başını çektiği kurumların altına imza attığı bildiri tam da bu kapsamdadır. Bildiride birçok doğru bulunmasına karşın, esas dikkati çeken ve çekmesi gereken husus, Türkiye’nin içinde yer alacağı bir “barış gücü”nün bölgeye yerleştirilmesinin talep edilmesidir. Çok açık ki bu talep, uzun bir dönemdir bölgede emperyal bir güç olarak yükselmek isteyen ve İsrail’in son saldırılarını da bu temelde kullanan TC egemenlerinin talebidir. İsrail ile Filistin arasındaki sınıra yerleşen bu sözde barış gücü ne yapacaktır? Ne yapacağı bellidir: Filistin halkının ve onun direnişçi örgütlerinin İsrail’e karşı giriştiği mücadeleyi bastıracak ve böylece Filistin sorunu çözümsüzlüğe bırakılacaktır.
Sendika bürokratlarının genelde emperyalist savaşlar karşısındaki tutumları, özelde de Filistin ulusal mücadelesi hakkındaki tutumları devletçi, milliyetçi, pasifist ve hatta dinsel ayrım sınırlarını aşmamaktadır. Kaldı ki, Filistin halkının acısı karşısında bir şekilde sesini çıkartan sendikalar Kürt halkının ezilmesi ve ona karşı yürütülen haksız savaşa karşı nedense duyarsız kalmaktadırlar. Katil İsrail devletine karşı öfke duyan kitlelerin dini duyarlılıklarının kaşınarak harekete geçirilmesi, öfkenin yanlış adrese gitmesi demektir. Dünya işçi sınıfının milliyeti yoktur, İsrail, Filistin ve Türkiye işçi sınıfları aslında aynı sınıfın ve aynı tarafın parçalarıdırlar. Milliyetçi ve dini temelde kitlelerin harekete geçirilmesi tam da egemenlerin istediği bir şeydir. Halklar birbirlerine düşman olurken, egemenler kendi çıkarlarını üstün kılmaya çalışırlar. Türkiye işçi sınıfının tepkisinin yönelmesi gereken adres İsrail egemen sınıfıdır. Unutmamak gerekiyor ki, Türkiye işçi sınıfı nasıl ki Türk milliyetçiliği ile zehirleniyorsa, İsrail işçi sınıfı da Siyonizm tarafından zehirleniyor.
Filistin halkının yürüttüğü haklı mücadeleye sendikalar sahip çıkmalı ve Filistin halkının kendi kaderini tayin etmesi için uluslararası düzeyde katil İsrail devletine baskı uygulanmalıdır. Bu noktada sendikalara büyük görevler düşmektedir. Sendikalar işçi sınıfının örgütleridirler. Dolayısıyla da sendikaların görevi işçi sınıfının uluslararası dayanışmasını sağlamak ve işçi sınıfını birbirine düşürecek her türlü burjuva milliyetçi ve dinci görüşü teşhir etmek, bunun işçi kitleleri tarafından sahiplenilmesinin önüne geçmek için mücadele etmektir.
Sendika bürokratları işçi sınıfının geniş kesimlerini eylemlere katmamaktadırlar. İşçilerin üretimden gelen devasa gücü sendikacılar tarafından harekete geçirilmemektedir. Genel grevler, silah sevkiyatlarına engel olma, silah üretimlerini durdurmak gibi en temel eylemler hayata geçirilmemektedir. Dünyanın ilgisizliğinden yakınan sendika başkanları, üyesi oldukları uluslararası federasyonları acaba neden harekete geçirmiyorlar? İşçi sınıfını mücadeleye sevk etmeyenler, işçileri evlerinde kalarak pasif eylemler yapmaya çağırıyorlar. Düdük veya korna çalma, boykot ve kokart takma ile Filistin halkının yanında olunamaz ve haksız savaş durdurulamaz.
Emperyalist ve haksız savaşlara, burjuva siyasetine alet olunarak karşı çıkılamaz. Sendikal eğitimlerde savaşlar konu edinilmeli, düşen ücretler, işsizlik, açlık, yoksulluk ve artan baskılar arasındaki ilişkiler somut olarak gösterilmelidir. Günümüzde yürüyen emperyalist savaşın kendiliğinden ortaya çıkmadığı, akılsız politikacılardan kaynaklanmadığı, paylaşım ve hegemonya amaçlı olduğu vurgulanmalı ve işçi sınıfı harekete geçirilmelidir.
Ortadoğu ve dünyanın diğer kıtalarında kalıcı barış ancak işçi sınıfının mücadelesiyle mümkün olabilir. Burjuva ateşkes dönemleri yeni savaşlar için verilen geçici molalardan başka bir şey değildir. Savaş kapitalistler için kâr demektir. Ancak işçi sınıfının devrimci, enternasyonalist mücadelesiyle savaşa karşı doğru bir mücadele yürütülebilir. Filistin sorununun çözülmesi için de dünya işçi sınıfı mücadele vermelidir. Savaş yerine kalıcı barış, sömürü yerine eşitlik ancak işçi sınıfının uluslararası mücadelesiyle sağlanabilir.
link: MT okuru bir işçi, Sendikaların Savaşa Karşı Tutumları, 16 Ocak 2009, https://en.marksist.net/node/2022
Statükoculuk, Liberalizm ve Türk Tipi Burjuva Demokrasisi Üzerine Notlar /XI
Polis Devleti Uygulamaları Yaygınlaşıyor