Kürt halkına karşı yürütülen haksız savaşın son perdesini oluşturan ve 9 gün süren sınır ötesi kara harekâtı sonlanmış bulunuyor. Bilindiği gibi bu harekât, uzunca bir süredir aralıklı olarak sürdürülen sınır ötesi kara ve hava bombardımanlarının ardından gelmişti. Savaşın kızıştırıldığı tüm bu süreç, Türk burjuvazisinin Kürt sorununa çözüm konusunda tıknefesliğini ve sıkışmışlığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Apoletli medyanın bir kez daha kepaze bir savaş çığırtkanlığına soyunarak şovenist nefret tohumları ektiği bu son perde, yine ibretlik manzaralarla doluydu. Sözde askeri başarılar büyük bir yalan kampanyasıyla yutturulmaya çalışılırken, onlarca gencecik insanın ölümü her zamanki gibi gizleniyordu. Kürt sorununda dizginleri orduya teslim etmiş olmanın adeta rahatlığı içindeki başbakan, kendinden geçerek şehitlik ve kahramanlık şiirleri okurken; havaya giren hükümet üyeleri de, “canımız ne kadar isterse o kadar kalırız” yollu demeçler vererek ucuz kahramanlığa soyundular. Ortalık bir kez daha emekli generallerden, strateji uzmanlarından geçilmez oldu. Şoke edici fon müzikleri ve efektler eşliğinde verilen militarist görüntülerle, yalan ve tahrifat dolu haberlerle, medya her zamanki uğursuz rolünü oynadı. Böylece tüm düzen cephesi “birlik ve beraberlik ruhuyla” hareket ederek haksız bir savaşı haklı göstermeye çalıştı.
Ancak mızrak çuvala sığdırılamadı. Yine de bu ucuz hamaset makinesinin fiyakasını bozmada, hiçbir şey harekâtın bitiş tarzı kadar çarpıcı olamazdı. ABD’nin “kısa kesin” yollu uyarıları karşısında diklenen ucuz kahramanlar, emperyalist efendinin hiddeti karşısında birkaç saat içinde harekâta son vermek ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Kuşkusuz bunda, harekâtın bir askeri fiyaskoyla son bulma ihtimalinin giderek belirginleşiyor olmasının da önemli bir payı olsa gerek.
Geçtiğimiz aylarda yaptığı Diyarbakır ziyaretinde, Kürt sorununun çözümü için taleplerini ileten bölgenin sivil toplum örgütlerine, “bekâra karı boşamak kolay” diyen başbakan, bununla dizginleri orduya teslim ettiğini itiraf ediyordu. Bu teslim oluş, harekatın apar topar bitişi vesilesiyle daha çarpıcı biçimde açığa çıktı. Ordunun harekatı bitirme kararı alıp bunu uygulamaya başladığı sıralarda, başbakanın, yayınlanmak üzere medyaya bandını verdiği “halka sesleniş” konuşmasında “harekat başarıyla devam ediyor” nutku atıyor olması ve gerçeğin ortaya çıkmasıyla da kaydın apar topar değiştirilmesi, herhalde akıllardan uzun süre çıkmayacaktır. Havaya girmiş medya aktörlerinin, harekatın apar topar bitirilmesiyle, adeta suçüstü yakalanmış ve boşluğa düştükleri için bir kızgınlık da ifade eden afallamış suratları da öyle. Şimdi bunları ayıbı nasıl örteriz telaşı sarmış durumdadır.
Peki bu harekattan ne gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır? Bir kere, PKK’yi ezip bitirecekmiş havasıyla sunulan bu harekatın, gerçekte ona daha da güç kazandırması muhtemeldir. Türk ordusunun kendi topraklarına girmesine göz yuman KDP ve KYB’nin aksine, buna karşı ciddi bir direniş gösteren PKK’nin Güney Kürtleri arasında etkisi artacaktır. Aynı etkinin Türkiye Kürtleri arasında daha güçlü bir biçimde olacağını söylemeye gerek bile yok. Dolayısıyla inkâr ve imhayla Kürt sorununu bertaraf edebileceğini hayal edenler, sorunu daha da derinleştirmekten başka bir şey yapmamaktadırlar.
Bu tür harekatlarla sorunun herhangi bir şekilde ortadan kalkmadığının bir kez daha bariz şekilde ortaya çıkması nedeniyle, Türkiye’nin bundan sonrası için bu tür girişimlerine uluslararası destek alması da daha zor olacaktır. Yani bununla eldeki koz bir bakıma tüketilmiş olmaktadır. Nitekim ABD tam da bugünlerde, içeride Kürt sorununa yönelik birtakım ekonomik, sosyal ve siyasal açılımlar yapılmasının gereğini hatırlatmaktadır. Aslında, sıkıştıkça askeri bahsi yükseltme şeklindeki yöntemin inandırıcılığı içeride de zedelenmiştir.
Diğer taraftan, bu harekata angaje olmakla, AKP’nin Kürtlere yönelik seçim hesapları da muhakkak ki ciddi bir darbe almıştır. Unutulmamalı ki, AKP geçen seçimlerde ordunun savaşı tırmandırma zorlamasına direnmesi sayesinde Kürt kitlelerin önemli desteğini alabilmişti. Bugün tam tersi söz konusudur. Bu bakımdan, bundan sonraki dönemde bunu telafi etmek için AKP binbir türlü göstermelik hamle yapabilecektir. Nitekim başbakanın derhal mitingler yapmak üzere bölgeye gideceği yolunda haberler hemen sökün etmiş bulunuyor. Besbelli ki başbakan nabzı tutmakta gecikmemekten ve bölge halkını bir an önce yatıştırmaktan yana. Elbette önümüzdeki dönemde siyasal sürecin nasıl gelişeceği tam olarak kestirilemezse de, şimdilik görünen şey AKP’nin Kürt halkının gözündeki kredisini önemli ölçüde harcadığıdır.
Türkiye’deki en yakıcı siyasal sorun olan Kürt sorununun çözümü için temel şart, öncelikle inkâr, imha ve zorla asimilasyona dayalı geleneksel devlet siyasetine son verilmesi ve Kürt halkının ulusal-demokratik taleplerinin karşılanmasıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için, baskıcı ve şoven Türk burjuvazisine karşı mazlum Kürt halkına yardım eli uzatabilecek tek tutarlı güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıfını böylesi bir anlayışla bilinçlendirmek de Marksist öncü işçilerin en başta gelen görevidir.
link: Marksist Tutum, Haksız Savaşa Son!, 7 Mart 2008, https://en.marksist.net/node/1722
Ergenekon’dan Çıkanlar
Bataklığı Kurutmak