Giyim sektöründe 400 kişilik bir şirkette çalışıyorum. Çalıştığımız yer büyük bir işyeri, sözde büyük olduğu için de yasalara uygun çalıştırıyorlar işçileri. “Ben iş yasasına uygun çalıştırıyorum”u göstermek için iş yasasını panolara asmış. Asmış ama kitapçığı zincirle tutturmayı da ihmal etmemiş. Oku ama ben senin okuyup okumadığını göreyim, diyor yani. Gerçi okuyan da yok.
Bu yasalar her ne kadar bizim değil onların yasaları da olsa zamanında mücadele etmiş işçilerin izlerini üzerinde taşır. Bizim lehimize olan kısımlar bunlardır işte. Biz ise bunlara sahip çıkmayı bile beceremiyoruz. Mesela bizim çalıştığımız işyerinde neredeyse her yaptığımız hareket için ihtar yazılır. Tuvalete gidersen, hele biraz fazla kalırsan yersin ihtarı. Sağa sola bakmak da ihtar yemen için yeterlidir. Hastasın diyelim telefonla haber verip de gelmezsen, seni taciz eden ustayı susmayıp da şikâyet edersen, haksız bir suçlamaya bile cevap verirsen, sen kötü bir işçisindir, hak etmişsindir ihtarı. Tüm bunları bizim gözümüzü korkutup sesimiz çıkartmamızı engellemek için yapıyorlar. Bunu görmemek körlük olur. Ama başarılı da oluyorlar çünkü biz yasal haklarımızı bile bilmiyoruz. İşten atılma ya da kötü bir laf yeme endişesiyle sinip kalıyoruz olduğumuz yerde. Ama biz mücadele etmezsek bu düzen böyle sürüp gidecek. Hatta yakında tuvalete gitmeyelim diye altımıza bez bağlamaya kalkarlarsa hiç şaşırmayalım.
Patronlar örgütlü çalışıyorlar. Televizyonuyla, radyosuyla, okuluyla, mahkemesiyle, yasasıyla ve diğer örgütlenmeleriyle kolektif çalışıyorlar. Onlar nasıl birlikte hareket ediyorsa biz de öyle etmeliyiz ki boğazımıza taktıkları urganı çıkaralım. Bunu yapabilmek için öğrenmeli, bilinçlenmeli ve örgütlenmeliyiz. Korkacak bir şey yok, çünkü kaybedecek bir şey yok! Kazanılacak koca bir dünya var.
İnsanca yaşayıp insanca ölebilmek, arkamızdan gelenlere güzel bir dünya bırakmak için yaptıklarımızla ölçülebilir ancak. Özgür yaşamak, boğazımızdaki urgandan kurtulmak, belki zor ama imkânsız değil. Bir tek bizim birleşip mücadele etmemize bakıyor.
Haydi koş alabildiğine özgür
Özgürlük dediğin nedir çocuk
Koşabilmek mi kumsalları boydan boya
Meydanlar dolusu bağırabilmek mi
Yoksa susabilmek mi asırlar boyu
Sessizce ağlayabilmek mi yoksa
Sen sen ol çocuğum
Özgürlüğü öyle hafife alma
Özgürlük ne yarım ekmek
Ne yarım ezgi
O masmavi bir bulut gökyüzünde
Ulaşılması güç, imkânsız değil ama
Birlik olup kenetlendiğimizde
O bulut iner yeryüzüne
Yoksa özgürlük birlikte paylaşamadığımız
Yüreğimizden bileğimize inen
Zincir olmasın
link: Topkapı’dan MT okuru bir tekstil işçisi, Özgürlük dediğin nedir, 1 Mart 2006, https://en.marksist.net/node/944
Yakov Sverdlov
Ölümünün 87. Yıldönümünde Sverdlov'u Saygıyla Selamlıyoruz