İşçi sınıfına yöneltilen saldırıların yoğunlaştığı, kazanılmış hakların birer birer kaybedildiği bu dönemde sendikalı işçi sayısı da giderek azalmaktadır. Sırtını devlete ve kamu sektörüne dayayarak varolmaya çalışan sınıf uzlaşmacı sendikacıların ayaklarının altındaki zemin eridikçe sendikacılık yöntemleri daha da çirkefleşiyor. Bu yöntemler bir yandan işçilerin sendikalara güvenini yok etmekte, diğer yandan patronların sendikasızlaştırma saldırılarının bir parçası olabilmektedir. İşçiler hem sermayenin çok boyutlu saldırılarına karşı hem de sendika bürokrasisinin uzlaşmacı sendikacılık anlayışına karşı mücadele vermekle karşı karşıyadır.
Uluslararası sermayenin kendini yeniden yapılandırma ihtiyacı, dünyanın her yerinde işçi sınıfına yönelik yeni saldırıları beraberinde getirmiştir. Küresel sermayenin, vatan, milliyet ayrımı yapmaksızın tüm işçi sınıfına yönelttiği küresel saldırılar her yerde aynıdır: özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, düşük ücretler, esnek çalışma adı altında uzun saatler çalıştırma, sosyal hak gaspları, tensikatlar. Birçok ülkede bu temelde yasal düzenlemeler karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de çarpıcı örnek olarak verebileceğimiz iki yasa Sosyal Güvenlik Yasası ve İş Yasasıdır.
Kolektif patron olarak devletin cumhuriyetin kuruluşundan bu yana elinde bulundurduğu kuruluşların özel kapitalist işletmelere devredilmesi işleminin adı olarak karşımıza çıkmaktadır özelleştirme. Bu kuruluşların yerli ve yabancı patronlara devrinden önce ya da sonra o kuruluşlarda çalışan işçilerin işine son verilmekte ve kitlesel işçi kıyımları yapılmaktadır. Özelleştirmeler sonucu işlerinden çıkarılan işçi sayısı 30 bin olarak tahmin edilmektedir. Bu kuruluşların çoğunda çalışan ve işten atılan işçiler sendikalıdır.
Sermayenin sınırsız kâr hırsı, ucuz işgücü kullanma ve kuralsız çalıştırma şampiyonu olan taşeron şirketleri doğurmuştur. İlk başta yan işlerde tercih edilen taşeron şirketler, zamanla devasa boyutlara ulaşmış ve günümüzde işyerlerinde asıl işi yapan işçilerin büyük çoğunluğu taşeron şirketlerde çalıştırılmaya başlanmıştır. Bu süreçte özelikle kamu sektörlerine bilinçli olarak yeni işçi alınmamış, ihtiyaç doğrultusunda işçilerin sendikasız olarak çalıştırıldığı taşeron şirketler tercih edilmiştir. Böylece sendikalı işçiler eritilmiştir.
Adı iş güvencesi olan ama işçilere herhangi bir kazanım getirmediği pratikte kanıtlanan yasa çıkmadan hemen önce, patronlar kollarını sıvayarak “önlemlerini” aldılar ve birçok işçiyi işten çıkardılar. Ayrıca, çıkan yasa 30’un üzerinde işçi çalıştıran işletmeleri kapsadığından, küçük işletmelerde çalışan yüz binlerce işçi zaten bu yasanın kapsamı dışında kalmaktadır.
Diğer yandan kamu sektöründe uygulanan zorunlu emeklilik de özellikle sendikalı işçileri vurmuştur. Kamu sektöründe örgütlü bulunan ve en büyük konfederasyon olan Türk-İş, bu uygulamadan epeyce etkilenmiştir. Sendikalı işçi sayısı bütün bu uygulamalarla son yılların en büyük darbesini yemiştir. Çalışma Bakanlığının 2004 Ocak ayı verilerine göre sigortalı işçi sayısı 4.857.792, sendikalı işçi sayısı ise 2.806.927’dir. Bu rakamlara göre sigortalı işçilerin yaklaşık %58’i sendikalı görünmektedir. Bu verileri dikkate alacak olursak aslında örgütlenme oranının oldukça yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ama hepimiz biliyoruz ki, ne gerçek sendikalı işçi sayısı budur ne de işçi sınıfı sigortalı işçilerle sınırlıdır. Dolayısıyla istatistiklerle gerçekler arasındaki makas oldukça açıktır.
Görüldüğü gibi son yıllarda artarak devam eden saldırılar, örgütlenmenin önündeki engeller ve baskılar, sendikal harekete ciddi darbeler indirmiştir. Zaten az olan sendikalı işçi sayısı ortalama 600-700 bin civarına gerilemiştir. İstatistik verileri şişirmedir ve bu hem sendikalar hem de devlet tarafından bilinmektedir. Önümüzdeki dönemde sendikal harekette bir toparlanma olmadığı sürece bu sayının daha da aşağılara çekileceği bir süreç yaşanacaktır.
Ulusal ve uluslararası sermayenin bu pervasız saldırılarına karşı mücadele edebilmek, sağlam bir örgütlülük, militan bir tutum ve işçi sınıfının mücadelesine inancı gerektirmektedir. Ne yazık ki mevcut sendikal anlayış için bunları söyleyebilmek mümkün değildir. Sendikalarda tam bir sınıf uzlaşmacı anlayış hakim olduğu içindir ki, bırakalım saldırılara karşı mücadele yükseltmeyi ve yeni kazanımlar elde etmeyi, varolan mevziler bile korunamamaktadır.
Birbirine kırdır, sendikasızlaştır!
Burjuvazinin, işçi sınıfının mücadelesini güçsüzleştirmek ve yok etmek amacıyla yüzyıllardır uyguladığı taktiklerden biri ve en temel olanı, “böl, parçala, yönet” taktiğidir! Buna en iyi örnek sendikal yapılanmanın parçalı görünümüdür.
Türkiye’de varolan işçi konfederasyonları, bilindiği gibi Türk-İş, DİSK, Hak-İş olmak üzere toplam üç konfederasyondan ibarettir. Konfederasyonların içinde en büyüğü olan Türk-İş’e bağlı sendika sayısı 35’tir. Bunlardan ikisi “KKTC”de yetkili olan sendikalardır. DİSK’e bağlı sendika sayısı 21, Hak-İş’e bağlı sendika sayısı 6’dır. Çalışma Bakanlığının verilerine göre bağımsız sendika sayısı ise 35’tir.
%10 ülke barajını geçerek sözleşme yapma yetkisi olan sendika sayısı ise şöyledir: Türk-İş’e bağlı tüm sendikalar, DİSK’e bağlı 10 sendika ve Hak-İş’e bağlı 4 sendika. Bağımsız sendikalardan hiçbirisi anlamlı denebilecek sayıda üyeye sahip değillerdir.
Ülke barajı geçildiği takdirde toplusözleşme yapılabilecek işkolları, varolan yasaya göre 28’dir. Bazı işkollarında aynı konfederasyona bağlı birden fazla sendika bulunmaktadır. Bunlar özellikle Türk-İş’e bağlı olan sendikalardır. Örneğin Tarım, Ormancılık, Avcılık ve Balıkçılık; Madencilik; Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar; Çimento, Toprak ve Cam; Banka ve Sigorta işkollarında Türk-İş’e bağlı ikişer sendika yetkilidir.
Yine pek çok işkolunda, tam bir sendika enflasyonu söz konusudur. Örneğin Metal, Gıda, İnşaat, Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar, Dokuma, Banka ve Sigorta ve Genel İşler işkollarındaki sendika sayıları, bağımsız sendikallarla birlikte beş ilâ sekiz arasında değişmektedir.
Sendikalar, işçilerin ve toplumun gözünde, çıkar çatışmalarının, koltuk kavgalarının verildiği kurumlar haline getirilmiştir. Bu bakış açısını tetikleyen nedenlerden birisi de sendika bürokratlarının örgütsüz işyerlerine değil, aynı işkolunda başka sendikaların örgütlendikleri işyerlerine göz dikmeleri, işyeri örgütlülüklerine zarar vermeleri ve hatta işverenlerle işbirliğine girmeleridir. Yani sendikalar arası kısır çekişme!...
Sendikalar, işçi sınıfının burjuvaziye karşı ekonomik mücadele yürüttüğü örgütlerdir. Sendikal hareketin dibe vurması, sendika bürokrasisinin burjuva sınıfın ideolojisiyle donanmış, uzlaşmacı sendikacılık anlayışını bayrak edinmiş olması, yapılan tüm pazarlıkların, kavgaların altından koltuk sevdasının çıkmasına rağmen sendikalar öneminden bir şey kaybetmezler. Yapılması gereken sendikalardan vazgeçip “temiz ve yeni” işçi örgütleri yaratma hayaliyle avunmak değil, sendikaların başına çöreklenerek onları felç eden sendika bürokrasisini defetmeyi başarmaktır.
Sendikaların yönetimlerinde ifadesini bulan uzlaşmacı anlayışlar ve yozlaşma, sendikal mücadele yöntemlerine de olduğu gibi yansımaktadır. Dolayısıyla işçi sınıfının sendikal mücadelesinde sınıf çıkarı, ilke, kararlılık, örgütlülük, militanlık, dürüstlük gibi kavramların yerini; ayak oyunları, karalamalar, yıpratmalar, koltuk kavgası, kişisel hırs, uzlaşma, rant kavgası almıştır. İşçi sınıfının sınıf düşmanı olan burjuvalarla sendikacıların sırf kendi kişisel çıkarları için işbirliği yapmaları bu yozlaşmanın boyutunu gösteren en önemli örneklerden birisidir.
Sendikalar arası kısır çekişmenin açığa çıktığı ve teşhir olduğu en önemli durum, işyerlerinde sendika değiştirme mücadelesi adı altında yürüyen kavgadır. Kara taşımacılığı işkolunda örgütlü olan TÜMTİS (Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası) ile NAKLİYAT-İŞ (Türkiye Devrimci Deniz ve Kara Nakliyat İşçileri Sendikası) arasında yaşanan sendikalaşma kavgasındaki sopalı bıçaklı çatışma bunun en çarpıcı örneğidir. Bunlardan başka, birçok işyerinde işçileri bıktıracak düzeye gelmiş olan sendikaların kısır çekişmelerine birkaç örnek daha sayabiliriz. Türk-İş’e bağlı Belediye-İş Sendikası ile Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş sendikası arasında mahkemelerde yürüyen 7 yıllık yetki kavgası; Türk-İş’e bağlı Tez-Koop-İş ve Koop-İş arasında ve yine Tez-Koop-İş ile DİSK’e bağlı Sosyal-İş sendikası arasında yürüyen kısır çekişme sonrası işyerlerinin sendikasızlaştırılması; Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş ve DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık-İş arasında yaşanan olaylar.
En son örnek ise Çimento, Toprak ve Cam işkolunda ikisi de Türk-İş’e bağlı olan Çimse-İş ve Kristal-İş arasında yaşanan yetki kavgasıdır. Sıcak bir deneyim olması bakımından ve işçi tensikatı yaşandığı, direniş devam ettiği için bu sürece bir göz atalım.
Paşabahçe işçileri ilk önce Çimse-İş Sendikasına üye oldular. İki dönem toplusözleşme imzaladıktan sonra ise yine Türk-İş’e bağlı Kristal-İş Sendikasına üye olmak istediler. Çünkü Çimse-İş sendikasının kendi haklarını korumadığını düşünüyorlardı. Ne var ki, sendika değiştirme süreciyle birlikte işten çıkarmalar yaşanmaya başladı ve 370 işçi işten çıkarıldı.
Şişecam patronu işçilerin Çimse-İş Sendikasına üye olmalarını istemektedir. Sendikalaşma sırasında yaşanan tüm klasik baskı yöntemleri Paşabahçe işçilerine de uygulanmıştır. Ne yazık ki Çimse-İş sendikası da dahil olmak üzere Eskişehir’de Türk-İş’e bağlı şubeler belli bir süre boyunca bu uygulamalara karşı seslerini yükseltmediler. Türk-İş yönetimi ise halen işten çıkarmalara karşı sessiz kalmaktadır. Çünkü aynı konfederasyona bağlı olan iki sendika arasında yaşanan bu duruma karışmamak, beklemek, sessiz kalmak genel politika haline gelmiştir.
İşçi sınıfına yönelik saldırıların bu kadar yoğun olduğu bu dönemde, sendikalar arasında yaşanan çekişmeler üye kapma yarışından öteye gidememektedir. Sendikal harekette mücadeleyi yükselterek işçiler için daha iyi ekonomik-sosyal kazanımlar elde etme perspektifi istisnasız hiçbir sendikada bulunmamaktadır. Sendikaların içinde bulunduğu kriz ve yozlaşma aslında tüm sendikalar için geçerlidir. Dolayısıyla sendika değiştirme kavgası olsa olsa işverenin sendikasızlaştırma amacına hizmet eden bir nesnel durum yaratmanın ötesine geçememektedir.
Ne yazık ki hemen hemen her sendika değiştirme hareketi, patronların sendikasızlaştırma operasyonuyla son bulmakta ve bu durumdan işçiler ve işyeri örgütlülükleri zarar görmektedir. Böylesi durumlar yaşanmaması için sendikalar arasında “centilmenlik” anlaşmaları yapılmakta, fakat yapılan hiçbir anlaşmaya uyulmamaktadır. Türk-İş’in tüzüğünde aynı işkolunda olan sendikaların, örgütlü işyerlerinde çalışma yapmaları yasaklanmıştır. Ama yapmaları halinde her hangi bir yaptırım getirilmemiştir.
Sendika değiştirme kavgası verilen her işyerinde patronlar taraf tutmaktadırlar. İşine gelmeyen durumlarda karşı sendikanın işçilerine baskı uygulamakta, işçileri işten çıkarmaktadırlar. Ama bu tutum işçiler açısından yadırganacak bir şey olmamalıdır, sermaye kendi sınıf çıkarı için her şeyi yapabilmektedir.
Yadırganacak olan tek şey, sendika yöneticilerinin, sınıf düşmanlarıyla kol kola girerek, bizzat işçi sınıfına karşı mücadeleye girişmeleridir. Bir patron, işçiler sendikaya üye olsun diye kendi araçlarını hizmete sokuyorsa, toplantılara yer ayarlıyorsa, diğer sendika çoğunluğu alamasın diye o sendikanın üyelerini işten çıkarıyorsa ya da sürekli işçi alarak çoğunluğu etkilemeye çalışıyorsa, durup bu işte bir terslik olduğunu düşünmek gerekmektedir. Sendika yöneticileri, bırakalım içine düştükleri durumdan rahatsız olmayı, işverenlerle birlikte hareket etmeyi son derece doğal karşılıyorlar. Bu durum sendikal hareket üzerinde burjuva ideolojisinin ne kadar hakim olduğunu ve sınıf hafızalarının nasıl yok olduğunu göstermektedir.
İşçiler bilinçlenmediği sürece mücadeleci sendikacılık yaratılamaz!
İşçiler, sendikacıların arkasında oradan oraya savrulan ve darmadağın olan toz bulutu olmaktan kurtulamadıkları sürece birçok işyerinde aldatmaca devam edecektir. Sendikalar işçilerin öz örgütlülükleridir. Kazanım elde edebilmek için gerekli olan şey, sendika değiştirip durmak değil, hangi sendika olursa olsun tabandaki işçileri mücadeleci hale getirmektir. Çünkü bir sendikayı gerçekten bir mücadele örgütü haline getirebilecek olan şey, işçilerin örgütlülük düzeyidir. 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte işçi sınıfının kazanımları birer birer yok edilmiş ve mücadele tarihi hafızalardan silinmiştir. Bugün işçi sınıfının genel çoğunluğu çok kötü koşullarda çalışmakta ve sendikal örgütlülükten bihaber yaşamına devam etmektedir. Sendikalı olanlardan birçoğu ise sendikal mücadele bilincinden dahi yoksun bulunmaktadır. Sınıf hareketinin olumsuz koşulları ve etkin burjuva ideolojisi, işçileri örgütlü bulundukları sendikalar içinde dahi yalnızlığa ve çaresizliğe itmektedir. Sendikalı olan işçilerin kazanılmış haklarının gün geçtikçe erimesi yıldırıcı olmakta ve işçi çareyi sendika değiştirmekte arayabilmektedir. Sendikasına yabancılaşma, onu yöneticilerden ibaret görme, kendisini hak savunma ve alma mücadelesinde aktör değil seyirci görme eğilimi, yani bilinçsizlik, bu adımı körükleyen temel faktördür.
İşçilerin çoğunluğunun sendikal bilgi ve bilinçten dahi yoksun oluşundan faydalanan sendika bürokrasisi, işçileri rahatlıkla bürokrasinin çıkarları doğrultusunda hareket etmeye sevk edebilmektedir. İşyerlerindeki en ufak bir rahatsızlıktan yararlanıp, işçilerin zaten zayıf olan örgütlülüklerini dağıtmak için atmaca gibi bekleyen sendika bürokratlarının amacı, gün geçtikçe eriyen sendika aidatlarını, dolayısıyla koltuklarını koruyabilme kavgasından öteye geçmemektedir.
Sendikal mücadele geleneğindeki bu yozlaşmaya son verecek olan tek şey işçilerin bilinçlenmesidir. Burjuvazi işçilerin bilinçlenmesini engellemek için tüm araçlara sahiptir. Bu konuda muazzam başarılar elde etmiştir. Sendika bürokrasisi de burjuvaziye yardımcı güç olarak görevini kusursuz olarak yerine getirmektedir. İşçilerin bilinçsiz kalması sendikacılar için bulunmaz nimettir. Bu durumda en büyük görev öncü işçilere düşmektedir. İşçi sınıfının müfrezeleri olan öncü işçiler, bıkmadan usanmadan işçilerin bilinçlenmesi için çaba sarf etmelidir. Her türlü sorunda ideolojik netlik kazanmak ve işçi sınıfının devrimci bilimiyle, Marksizmle donanmak öncü işçilerin birinci hedefleri olmalıdır.
Sendika bürokrasisinin uzlaşmacı, yozlaşmış sendikacılık anlayışına karşı, işçi sınıfının çıkarlarını merkeze alan yeni bir sendikal hareket yaratmak için mücadele bayrağı her yerde yükseltilmelidir.
İşçi sınıfının bedel ödeyerek kazandığı haklarına ve mücadeleci sendikacılık geleneğine sahip çıkmak tarihsel görevdir.
Sendikal Bürokrasi Savaşırsak Defolur!
Militan Sınıf Sendikacılığı Bayrağını Yükseltelim!
link: Aslı Ceren, Sınıf Uzlaşmacı Sendikacılık Anlayışına Karşı Mücadele Yükseltilmelidir!, 10 Şubat 2004, https://en.marksist.net/node/855
İşçi Hareketinden: Ocak-Şubat 2004
KESK "protestoları" devam ediyor