Yunanistan limanlarında olağanüstü hal ilan edildi!
Yunanistan’da toplu sözleşme görüşmeleri tıkanıp bir de bunun üstüne hükümet toplu sözleşme hakkına yönelik saldırılar içeren yasal düzenlemelere kalkıştığında, işçiler uyarı eylemlerine başladılar. Üniversiteler, belediyeler, bankalar, hastaneler gibi pek çok farklı sektörde başlayan uyarı eylemlerine liman işçileri de katıldılar. Özellikle Pire, Kerkira ve Patra limanlarında grevi yoğunlaştıran Liman İşçileri Sendikasına (STEFENSON) Motorlu Taşımacılık Sendikasından da destek gelince grevin yasadışı ilan edilmesi için apar topar mahkemelere başvuran armatörlere, mahkemeden grevin yasal olduğuna dair bir yanıt geldi.
Patronlar işçilerin ürünlerin dolaşımını limanlarda bloke etmesi sonucu köşeye sıkışmaya başladıklarında, Yunan hükümeti grevi engellemek için polis baskısı ve olağanüstü hal uygulaması gibi bildik uygulamalara başvurdu. Batılı ülkelerde sokak gösterilerine, renkli eylemlere, bir-iki saatlik grevlere rahatlıkla göz yumuluyor. Ama iş ciddiye binince, işçiler hayatı durduracak, kapitalist üretimi ve dağıtımı engelleyecek eylemlere giriştiğinde işin rengi değişiveriyor. Demokrasi örtüsü kalkıyor ve bunun yerini işçilerin örgütlülüğüne, eylemlerine yönelik baskı ve şiddet uygulamaları alıyor.
Hükümet grevi engellemek için olağanüstü hal ilan eder etmez çeşitli işyerlerinden işçiler akın akın limanlara gittiler ve liman işçilerini desteklediklerini açıkladılar. Greve metal, inşaat, otel işçileri de katıldılar. Özellikle Pire limanında kitlesel destek sağlandı. Grev nedeniyle adalarla bağlantı koptu. İşçi sınıfı bir kez daha “hayatı üreten biziz” dedi. Hükümet bazı limanlardan yükleme-boşaltma işini polis yığınağıyla yapabildi. Yer yer işçilerle polis arasında çatışmalar yaşandı.
Hükümet olağanüstü hal ilan edip greve polislerle saldırdığında, sendikacıların klasik yaklaşımı “aman kimsenin burnu kanamadan bu işi bitirelim” oldu her zamanki gibi. Nitekim Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) 28 Şubatta 4 saatlik, 15 Martta 1 günlük genel grev yapacaklarını duyurarak, liman işçileri grevini 23 Şubatta, 8. gününde aceleyle sona erdirdi. Ne var ki, Yunanistan işçi sınıfı kapitalizmin saldırılarına öyle kolay pabuç bırakmayacağının güçlü sinyallerini vermiş ve bahara canlı bir şekilde adımını atmış bulunuyor.
Almanya’da haftalık çalışma saatinin yükseltilmesine hayır!
Almanya işçi sınıfı mücadelede sıcak günler yaşamaya devam ediyor. Geçen ay AEG işçilerinin eylemlerinin ardından bu kez de kamu çalışanları mücadele bayrağını yükselttiler. Bir yandan AEG işçileri fabrikalarının kapatılma kararı sonucu daha fazla tazminat talebiyle direnirken, bir yandan da kamu çalışanları çalışma saatlerinin yükseltilmesini engelleyebilmek için mücadele veriyorlar.
Almanya’da burjuvazi yıllardır işçi sınıfına yönelik saldırılarını arttırarak devam ettiriyor. “Ajanda 2010” paketiyle başlayan, işçilerin ekonomik ve sosyal haklarına yönelik saldırılara her geçen gün yenileri ekleniyor. Bu kez hedefte kamu çalışanlarının haftalık çalışma süreleri var. Çalışma süresi 38,5 saatten 40 saate yükseltilmeye çalışılıyor. Hem de hiçbir ücret artışı yapılmadan.
Almanya’nın 2,4 milyon üyesiyle en büyük sendikası olan Verdi ile (Birleşik Hizmet Sendikası olan Verdi, 5 yıl önce beş küçük sendikanın bir araya gelmesiyle kurulmuş ve Almanya’nın en güçlü sendikası haline gelmişti.) kamu sektöründe yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde federal hükümet ve belediyeler anlaşmış olmasına rağmen eyalet hükümetleri anlaşmayı reddettiklerinden toplu sözleşme imzalanamamış durumda. Bu görüşmelerde kamu çalışanlarının çalışma sürelerinin yükseltilmesi dayatılıyor. Verdi ise bu talebi kabul etmeyeceklerini, federal ve yerel yönetimlerle imzalanan toplu sözleşmenin eyalet yönetimlerince de kabul edilmesini istiyor.
Eyalet yönetimlerinin uzlaşmaz tutumu karşısında kamuda örgütlü olan Verdi sendikası işyerlerinde grev oylaması yaparak grev kararı aldı. Grev oylamaları sonucunda bazı işyerlerinde evet oylarının oranı %95’e ulaştı. Ve grev Baden-Württemberg eyaletinde 6 Şubatta başlatıldı.
1992 yılından bu yana kamu sektöründe yapılan en büyük grev olarak adlandırılan bu greve, temizlik hizmetleri, hastaneler, çocuk yuvaları, okul çalışanları, belediye çalışanları olmak üzere pek çok sektörden işçiler katıldılar. İlk gün 10 bin çalışanın katıldığı grev giderek diğer eyaletlere yayıldı
Kamu çalışanlarının kararlı greviyle 16 eyaletten 9’unda hayat felç oldu. Aşağı Saksonya, Saarland, Bavyera, Hamburg, Kuzey Ren Westfalya, Rheinland-Pfalz, Schleswig-Holstein, Saksonya eyaletlerinde greve çok sayıda kamu çalışanının katıldığı belirtiliyor.
“Gelişkin demokrasileriyle” övünen Almanya gibi kapitalist ülkelerin, sıra işçi haklarına gelince nasıl da tahammülsüz olduklarını biliyoruz. Bildik grev kırıcılığı, tehdit, zor, her yerde işçi sınıfının önüne dikiliyor. Kamu çalışanlarının grevinde de benzer şeyler yaşandı. Eyaletlerde özellikle çöp toplama işinde ciddi aksamalar yaratan grevcilere karşı grev kırıcılar devreye sokuldu. Grevde olan eyaletlerde işsizler 1 avroya çalıştırılarak grev kırıcılığı yapmaya zorlandılar. İşsiz işçiler grev kırıcılığı yapmazlarsa iş kurumuna şikayet edilerek işsizlik ödeneklerinin kesilmesiyle tehdit edildiler. Bir diğer yöntem de hediye çeki dağıtarak işsiz işçilerin satın alınmaya çalışılmasıydı.
16 Şubatta, Aşağı Saksonya Eyaletinin Osnabrück şehrinde, polis, grev kırıcıları çalıştırmak için grevci işçilere saldırdı ve sendika yöneticilerini gözaltına almakla tehdit etti. Grevciler ise etten duvar örerek grev kırıcılarına izin vermediler. Almanya’da yaklaşık 4,7 milyon kamu çalışanı ve 5 milyon işsiz bulunuyor. 1990 yılından bu yana işsiz kalan kamu çalışanı sayısı ise yaklaşık 1 milyona dayanmış durumda. Haftalık çalışma süresinin 40 saate çıkartılmasını kesinlikle kabul etmeyeceklerini açıklayan Verdi sendikası, eğer bunu kabul ederlerse 250 bin çalışanın işinin tehlikeye gireceğini belirtiyor.
Almanya’da kamu çalışanları grevi, sağcısından solcusuna tüm yerel ve merkezi yönetimlerin nasıl sermayenin hizmetçisi olduklarını bir kez daha gözler önüne seriyor. Sosyal demokratlar greve açıktan karşı çıkıyorlar. Hepsi aynı ağızdan konuşuyor: “Günde 18 dakika fazla çalışma nedeniyle greve gitmek anlamsız!” Bu saldırıyı 18 dakika olarak hafife almaya çalışanlar, grevi kamuoyunda karalamaya çabalıyorlar. Grev 6 Şubattan bu yana devam ediyor. Greve çıkamayan işyerlerinde işçiler çeşitli bahanelerle izin alarak greve destek olmayı sürdürüyorlar.
Grevin ikinci gününden itibaren çeşitli bölgelerde yapılan mitinglere on binlerce kişi katıldı. Sendika temsilcileri grevin amacına ulaşıncaya kadar devam edeceğini açıklıyorlar. Ekonomi enstitüsünden yapılan açıklamalarda grevin günlük 600 avroya mal olduğu belirtiliyor. Sermayenin uluslararası saldırılarının bir parçası olan çalışma sürelerinin uzatılmasına karşı Almanya kamu çalışanlarının grevi, var olan hakların korunması açısından önem taşıyor. Yaşanan her grev ve her direnişte örgütlü ve militan mücadele verildiği takdirde saldırıların püskürtülebildiği deneyimlerle sabittir. Kamu çalışanlarının grevi, militanca devam ettiği ve sınıf dayanışması örgütlendiği takdirde güçlenecek ve başarı şansı artacaktır.
AEG direnişi devam ediyor
İşverenin, Almanya’nın Nürnberg şehrindeki fabrikasını kapatarak Polonya’ya taşıma kararının ardından bir dizi eylemler gerçekleştiren AEG işçileri, tazminat ve mesleki eğitim talepleri temelinde işyeri işgaliyle grevlerine 20 Ocaktan bu yana devam ediyorlar. Fabrikayı terk etmeyen işçiler fabrikadan mal çıkışına da izin vermiyorlar. Ayrıca Kuzey Ren Westfalya ve Bayern eyaletlerinde de AEG’ye ait depolardan mal çıkışı yaptırılmıyor. Greve %90’ın üzerinde evet oyu çıkması mücadeleyi güçlü kılıyor. AEG grevine kamuoyunda da destek giderek büyüyor. Çeşitli fabrikalardan ziyaretler, gıda ve para yardımları ile AEG işçilerinin mücadelesi destekleniyor.
AEG patronu fabrikayı 2007 yılında kapatmaya kararlı. AEG işçileri ise patronun fabrikanın kapatılmaması ihtimalini gündeme bile almadığını, ama kendilerinin kapatılmayı engelleyecek talepler öne sürdüklerini ve bu talepleri yerine getirilinceye kadar mücadele edeceklerini söylüyorlar. Grevciler alternatif işyerlerine yerleştirilmeyi, her yıl için 3 aylık brüt ücretleri tutarında tazminat ödenmesini, 53 yaşın üzerindeki işçilerin 60 yaşına kadar olan maaşlarının tamamının ödenerek emekli edilmelerini, ayrıca işsiz kalacak olanların 2010 yılına kadar olan ücretlerinin ödenmesini ve meslek okullarında eğitim verilmesini talep ediyorlar. AEG patronu ise her yıl için brüt ücretlerin %70’i oranında tazminat ödemeyi ve bir yıl boyunca işçilere mesleki eğitim verilmesini kabul ediyor. Diğer talepler dikkate bile alınmıyor.
Fabrikada üretimin durması ve sevkıyatın engellenmesi AEG firması ile çalışan başka fabrikaların üretimini de etkiliyor. Farklı uluslardan işçilerin çalıştığı AEG fabrikasında işçiler sınıfsal çıkarları için kenetlenmiş durumdalar. Bu kenetlenme anti-kapitalist bir niteliğe kavuştuğu ölçüde, kapitalistler değil Polonya, dünya üzerinde kaçacak köy bulamayacaklar.
İran: Vahid işçilerinin grevi ve burjuvazinin saldırıları Şubatta da devam etti
İran’da Vahid işçilerinin sendikalarının kabul edilmesi, insanca yaşam ve çalışma koşulları talebi karşısında İran hükümetinin saldırganlığı devam ediyor. Geçtiğimiz yıl 2 Aralıkta sendika lideri Mansur Osanlu karalamalarla hapsedilmiş, bazı arkadaşları da tutuklanmış ama daha sonra bir kısmı serbest bırakılmıştı. İzleyen süreçte işçilere ve sendikacılara yönelik saldırılar ve tutuklamalar hız kazanarak arttı ve Mansur Osanlu’nun yanı sıra 8 sendika yöneticisi daha halen hapiste tutuluyor.
İran’da Vahid işçilerine yönelik en şiddetli saldırı 28 Ocak tarihinde yapıldı. Grev yapan 1300 işçiye polis coplarla, göz yaşartıcı gazla saldırdı, yüzlerce işçi dövüldü ve tutuklandı. Bunca şiddet işçilerin o gün yapacakları eylemi engellemek içindi. Polis azgınca saldırdı. Ama ulaşım işçileri polise militanca karşılık verdi. İran’da işçiler evleri basılmalarına, dövülmelerine, tehdit edilmelerine rağmen yılmıyorlar ve mücadelelerine devam ediyorlar.
İran Komünist-İşçi Partisi Uluslararası Emek Dayanışması Komitesi işçilerin sesini dünya işçi sınıfına duyurabilmek ve sınıf dayanışmasını örgütleyebilmek için uzun zamandır kampanya yürütüyor. Bunun bir uzantısı olarak 15 Şubat tarihi, İran işçileriyle uluslararası dayanışma günü ilan edildi ve çeşitli ülkelerde İran konsolosluklarının önünde protestolar yapıldı. En anlamlı destek ise Tunus, Mısır, Ürdün gibi ülkelerden geldi. Bu ülkelerde sendikalı işçiler bizzat eylem yaparak İran’da sendika liderlerinin serbest bırakılmasını ve işçilere uygulanan baskılara son verilmesini talep ettiler.
Nikaragua ve Belçika’da sağlık çalışanları eylemdeydi
Nikaragua’da Kasım ayından bu yana çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ücretlerine %30 zam yapılması talebiyle acil vakalar dışında hizmet vermeyen doktorların mücadelesi Şubat ayında da devam etti. Yaklaşık 3000 doktorun eylemi diğer sağlık çalışanları tarafından da desteklendi. Doktorlar, yürüyüş, basın açıklaması gibi eylemlerle de taleplerini kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. 14 Şubatta taleplerini dile getirmek üzere gittikleri bakanlığa alınmayan doktorlar, apar topar dışarı atıldılar. Burada basın açıklaması yapan doktorlar, talepleri karşılanmazsa 3000 doktoru temsilen 5 doktorun açlık grevine gideceğini duyurdular.
Sağlık İşçileri Federasyonu (FETSALUD) da doktorlar için destek eylemi düzenledi. Managua’da yapılan eyleme üniversite öğrencileri destek verdiler. Sağlık İşçileri Sendikası da 20 bin üyesi için %48’lik ücret artışı ve herkes için eşit sağlık hizmeti talep ediyor.
Nikaragua’da IMF öylesine gemi azıya almış durumda ki, görüşmelere bile doğrudan kendisi katılıyor. IMF onayı olmadan hükümet hiçbir adım atamıyor. IMF, grevci doktorlarla ve Sağlık İşçileri Sendikasıyla toplantı yapmadan önce, hükümet yetkilileri bir açıklama yaparak doktorların Şubat ayı ücretlerinin talep edilen artış temelinde ödeneceğini duyurdu. Bunun ardından doktorlar acil hizmetlere geri döndü. Hükümet sözünde ne kadar durur bilinmez ama başarının anahtarının kararlı mücadelede olduğu açık.
Sağlık çalışanlarının bir diğer eylem yeri ise bir Avrupa ülkesi olan Belçika idi. 26 Ocakta sağlık çalışanları bir günlük greve gitti. Sağlık sektörüne bütçeden daha fazla pay ayrılması talebiyle 3500 kişi Brüksel’de bir günlük grev eşliğinde gösteri düzenledi. Gösterinin ardından Sağlık Bakanıyla yapılan görüşmeyi takiben çalışanların taleplerinin yerine getirileceği açıklandı.
Fransa’da saldırının adı: CPE
Fransa genelinde 300 bin kişi, Paris’te 45 bin kişi “CPE’ye hayır” dedi. İlk İş Sözleşmesi anlamına gelen CPE, 20 işçiden fazla işçi çalıştıran yerlerde yürürlüğe girecek. Bu özel iş sözleşmesi, 26 yaşın altındaki genç işçilerin 2 yıl gibi uzun bir süre deneme süresinde sayılarak çalıştırılmalarının yolunu açıyor. Böylelikle burjuvaların işçileri esnek çalıştırma olanakları arttırılacak ve sermayedarlar sürekli çalışacak işçiler almak yerine “sürekli deneme süreli” işçi çalıştırarak her an işten atma tehdidiyle genç işçileri kölece çalıştırabilecekler.
İşçi sınıfının mücadelelerle elde ettiği kazanılmış haklarını bir çırpıda törpüleyen sermaye sınıfının yeni hedefi genç kuşak işçiler. Hemen hemen her ülkede gençlere yönelik saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Böylelikle eski işçilere “sizi ilgilendiren bir durum yok, sizin haklarınıza dokunmuyoruz” mesajı vererek saldırıları daha az tepkiyle savuşturmayı planlıyorlar.
Fransa Başbakanı Dominique de Villepin 16 Ocak tarihinde yaptığı açıklamada Fransa’da işsizlik oranını düşürmenin reçetesi olarak CPE’yi yasalaştıracaklarını ilan etti. Bu açıklamanın ardından pek çok sendika ve örgüt, eylemler düzenleyerek yasa tasarısının geri çekilmesini talep ettiler. Yasaya tepki gösteren sendikaların başında CGT, FO, CFT, CFDT işçi sendikaları, en büyük lise öğrencileri sendikası olan UNL ve üniversite öğrencileri sendikaları I’UNEF, FSU, I’UNSA vardı.
7 Şubat tarihinde Fransa’nın 150 ayrı yerinde eylemler yapıldı. Ve genel olarak eylemlere 300 bin kişi katıldı. Bu tepki parlamentoya yansıdı ve eylemin yapıldığı gün olan 7 Şubattaki meclis görüşmelerinde anlaşma sağlanamadı. Fakat CPE’nin yasalaştırılmasında kararlı olan Fransız hükümeti yasayı oylamaya sunmadan kabul etti. İşte burjuva demokrasisi! Her zaman için yasalarının bir köşesinde, dara düştüklerinde sarılabilecekleri boşluk yaratırlar. Fransa Başbakanı CPE’yi yasanın 49-3. maddesine dayanarak oylamaya sunmadan kabul ettiğini ilan etti. Ancak sendikaların yoğun tepkisine rağmen bildiğini okuyan hükümetin bu tutumu karşısında sendikalar eylemlerine devam ettiler ve 7 Martta tekrar ülke genelinde eylem kararı aldılar.
Fransa, Bolkestein yasasına hayır protestolarına da ev sahipliği yaptı
Avrupa Birliği Komisyonu 2004 yılı başında AB’nin rekabet gücünü arttırmak için Hizmet Direktifi adı altında bir yasa hazırladığını açıklamıştı. Bu yasaya göre, farklı ülkelerde engel olarak görülen çeşitli pürüzler (iş kanunları, sosyal sigortalar vb.) giderilecekti. Burjuvaziye göre, hizmet sektöründe karşılaşılan “hantal uygulamalar” böylece reforme edilecekti.
Bu düzenlemelerle üye ülkeler arasında hizmet dolaşımının önündeki engeller kaldırılacaktı. Hizmet sektörü rekabete açılmalı, polis, ordu ve yargı dışında tüm hizmetler bu kapsama alınmalı ve tüm hizmetlerde temel kural rekabet olmalıydı. İşte bu temelde bir tasarı hazırlanması görevi Hollandalı liberal politikacı ve eski AB Komiseri Fitz Bolkestein’a verilmişti. 2005 yılında tamamlanması hedeflenen yasa, AB Anayasası referandumlarına denk geldiği için ve bu temelde hararetli tartışmalar yaşanırken gündeme getirilmeyerek geri çekilmişti. Fakat burjuvazi ortalığın durulduğuna kanaat getirdikten sonra yasayı tekrar gündeme getirdi ve yasa tasarısı AB Parlamentosunda 14 Şubatta görüşülüp 15 Şubatta oylandı.
Yasada özellikle menşe ülke tartışması öne çıktığından diğer maddeler kamuoyunda yeterince tartışılamadı. Bu düzenleme ile bir şirket başka bir ülkeye gittiğinde, herhangi bir sorun olduğunda kendi ülkesinin adli ve idari makamları yetkili olacak, hizmet verdiği ülke tarafından denetlenemeyecekti. Ayrıca yasada, giderken işgücü götürme olanağı verilen düzenlemeler de yer alıyordu. Esneklik, keyfilik ve denetimsizlik temeline dayalı bu düzenleme, gelen yoğun tepkiler üzerine yasa taslağından çıkarıldı, ama yasanın diğer maddeleri bu tartışmanın gölgesinde 213 ret oyuna karşılık 391 oyla kabul edildi.
Yasanın görüşüldüğü gün, yani 14 Şubatta, Bolkestein Direktifi olarak adlandırılan bu yasaya karşı, Avrupa Sendikalar Konfederasyonunun (ETUC) çağrısıyla Fransa’nın Strasbourg kentinde binlerce kişi “Bolkestein Yasası Geri Çekilsin” talebiyle eylem yaptı. Avrupa Parlamentosunun önünde yapılan eyleme 50 bin kişi katıldı. Eyleme Avrupa’nın hemen her ülkesinden katılım oldu.
Avrupa Birliği temelinde getirilen düzenlemelere karşı eylemlerin ana üssü Avrupa Parlamentosunun bulunduğu Strasbourg haline gelmiş bulunuyor. Liman işçileri de limanların liberalleştirilmesi yasası görüşülürken buradaydı. Merkezi eylemler her ne kadar önemli olsa da Avrupa işçi sınıfı her ülkede daha yaygın eylemler örgütlemek, siyasal örgütlülüğünü yaratmak ve onun öncülüğünde mücadeleyi yükseltmek zorunda. İşçi sınıfına yönelik saldırıların oldukça yoğun olduğu bu dönemde, sınıfın her alanda güçlü, kararlı ve militan bir örgütlülükten yoksun olması, mevzilerin korunmasında sürekli tökezlemesine neden oluyor.
Kore ulaşım işçileri sınıf dayanışması örneği sunuyor!
Kore Demiryolu Korail’de işten çıkarmalar yaşanıyor, sözleşmeli-kadrolu işçi ayrımı yapılıyor, iş güvencesi bulunmuyor ve uzun çalışma saatleri uygulanıyor. Koşullarının düzeltilmesinin yanı sıra, illegal grevlere katıldıkları gerekçesiyle işten atılan arkadaşlarının eski işlerine iade edilmesini de isteyen 25 binden fazla demiryolu işçisi 28 Şubatta greve çıktı. İşçilerin taleplerini kabul etmeyeceklerini açıklayan Korail yetkilileri, grev nedeniyle ulaşımın aksamaması için grev kırıcı olarak emekli işçileri ve askeri personeli işe alacaklarını duyurdular. Bunun karşısında, Seul Demiryolu İşçileri Sendikası, Taksi Şoförleri Sendikası ve Kamyoncular Sendikası işçileri, kamu ulaşım işçilerinin hakları için 1 Martta destek grevi yapma kararı alarak, sınıf dayanışmasının güzel bir örneğini sergilediler.
Diğer yandan sözleşmeli geçici işçiliği sınırlandırmak için Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU) genel grev çağrısı yaptı. Uri Partisi, Mart başında sözleşmeli işçilikle ilgili yasal düzenlemeyi hayata geçirmeyi planlıyor. Sendika bu düzenleme ile kadrolu çalışanlardan ücret kesintisi yapılmasının önünün açılacağını, bu nedenle yasanın geçirilmemesini, aksi halde yaygın grevler yapacaklarını açıkladı. Kore Sendikalar Konfederasyonu 800 bin üyeye sahip ve Hyundai Motor ve Kia Motors gibi otomobil tekellerinde de örgütlü olan büyük bir konfederasyon.
İsviçre’de grev
Dünyanın birçok büyük zengininin servetlerinin kasalarda garanti altında tutulduğu, işçi sınıfına yönelik uluslararası saldırı paketlerinin yüksek dağların gölgesinde güvenle hazırlandığı ülkenin adı İsviçre. Ne var ki, bugüne kadar seçkin burjuvaları ağırlayan topraklar şimdi pek de alışık olunmayan manzaralara tanık oluyor. Mücadele gibi, grev gibi…
İsviçre’nin kuzeybatısındaki Reconvilier kentinde, Swissmetal fabrikasındaki grevin 18. günü olan 11 Şubatta, 10 binden fazla işçinin katıldığı bir eylem yapıldı. Yapılan eyleme başka bölgelerden gelen işçiler ve işçilerin aileleri de destek verdiler. Swissmetal yönetimi fabrikayı başka bir bölgeye taşımayı planlıyor ve bunun sonucunda 120 işçi işsiz kalacak. Bu planlarını Kasım ayında açıklamalarının ardından 40 işçinin işine son verilmişti. Ayrıca 13 Şubat tarihinde de 21 işçiyi işten çıkaran patron, işçileri geri almayacağını açıklıyor.
Reconvilierli işçiler fabrikanın kapatılmasını ve başka bölgeye taşınmasına karşı çıkıyorlar. Ve bu talepleri karşılanıncaya kadar grevlerine devam edeceklerini söylüyorlar. Swissmetal yönetimi ise önce grevin bitirilmesini daha sonra görüşmelere geçebileceklerini söylüyor. Arabulucunun devreye girmesiyle işverenin taleplerini görüşüp görüşmeyeceklerini oylamaya sunan işçiler, işverenle 27 Şubat tarihinde görüştüler. Patron daha önce grev bitirilmediği takdirde yeniden işçi çıkarılacağı tehdidinde bulunurken, görüşmede, başka bir bölgede fabrika açacaklarını ama Reconvilier’deki üretimlerine de devam edeceklerini açıkladı. Reconvilier işçileri bu görüşme üzerine 25 Ocakta başlayan grevlerine ara verdiler.
Avrupa sermayesi, rekabet gücünü yitirmemek için, ucuz işgücü, ucuz hammadde ve yeni teknoloji ihtiyacını karşılamak için hızlı bir şekilde hareket ediyor. Bu süreçte ise işsizlik kırbacı elden bırakılmıyor. Daha geri ülkelerin işçilerinin yaşamak için imrendiği ileri kapitalist ülkelerin tümünde sistemin kara yüzü her geçen gün daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. İsviçre’de işsizlik oranı yüzde 4 civarında ve giderek artıyor. 7 milyonluk bir ülkede yoksulların sayısı 1 milyona ulaşmış durumda. İsviçre hükümeti işçilerin kazanılmış haklarını birer birer elden almaya çalışıyor. Diğer ülkelerde uygulanan saldırı paketleri burada da işçi sınıfına dayatılıyor. Reconvilier işçilerinin karşı karşıya kaldıkları işsizlik tehdidi elbette bu saldırıların bir parçasıdır. Ve bu saldırılara karşı tek çözüm mücadele bayrağını yükseltmektir.
link: Marksist Tutum, İşçi Hareketinden: Şubat 2006, 1 Mart 2006, https://en.marksist.net/node/847
Kartvizit bahane mimlenmek şahane
Emekçi Kadınlar Mücadeleyle Özgürleşecek