![](https://en.marksist.net/sites/all/modules/print/icons/print_icon.png)
![](https://en.marksist.net/sites/all/modules/print/print_mail/icons/mail_icon.png)
Oxfam, “Takers, Not Makers” (Yapanlar Değil, Alanlar) başlıklı raporunu[1] 20 Ocakta, çok sayıda dünya lideri, şirket yöneticisi ve süper zenginin yıllık Dünya Ekonomik Forumu (WEF) toplantısı için Davos’a doğru yola çıktığı sırada yayınladı. Milyarderlerin çılgın bir hızla artan sayısını, servetlerini ve siyaset üzerinde artık çok daha açıktan artan güçlerini ortaya koyan raporun yayınlandığı gün, Donald Trump yeniden ABD başkanı olarak göreve başlayacağı yemin töreninde yakın danışmanları arasına dahil ettiği Tesla ve SpaceX CEO’su Elon Musk gibi birkaç milyarderle sahnede boy gösteriyordu!
Raporun ortaya koyduğu veriler, sermayenin akıl almaz boyutlarda büyümesiyle hem dünya genelinde sınıflar arası gelir uçurumunun ne denli çarpıcı bir şekilde derinleştiğine, hem de bunun insanlığı nasıl bir çukura sürüklediğine işaret ediyor. Rapora göre milyarder oligarşisi giderek büyüyor ve milyarder olmak için hiç bundan daha iyi bir zaman olmamıştı! Rapor bu olguyu çeşitli verilerle ortaya koyuyor:
- Milyarderlerin toplam serveti geçen yıl 13 trilyon dolardan 15 trilyon dolara çıkarak 2 trilyon dolar (yaklaşık 72 trilyon lira) veya günde yaklaşık 5,7 milyar dolar (yaklaşık 203 milyar lira) arttı ve bu artış 2023’e kıyasla üç kat daha hızlı gerçekleşti.
- Milyarder sayısı 204 kişilik artışla 2769’a çıktı ve her milyarderin serveti günde ortalama 2 milyon dolar arttı.
- Geçtiğimiz yıl Oxfam on yıl içinde bir trilyoner ortaya çıkacağı öngörüsünde bulunmuştu. Bu yılki rapor ise günde 6,85 dolardan (yaklaşık 244 lira) az parayla geçinen insanların sayısının 1990’dan bu yana neredeyse hiç değişmediğini belirtirken, mevcut eğilimler devam ederse on yıl içinde beş trilyonerin ortaya çıkacağına dikkat çekiyor.
- Toplumun en zengin %1’i tüm servetin neredeyse %45’ine sahipken, insanlığın %44’ü yani yaklaşık olarak 3,6 milyar insan Dünya Bankası’nın günlük 6,85 dolarlık yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Buna karşılık 2024’te her hafta en az dört yeni dolar milyarderi ortaya çıktı.
- Dünya çapında en fazla milyarder ABD’de. Onu Çin ve Hindistan takip ediyor.
Rapora göre dünyanın en zengin kişileri, 449 milyar dolarlık net servetiyle Tesla ve SpaceX’in kurucusu Elon Musk, 245 milyar dolarlık net servetiyle Amazon CEO’su Jeff Bezos ve 217 milyar dolarlık net servetiyle Facebook CEO’su Mark Zuckerberg. Rapor, finansal oligarkların servetinin akıl almaz boyutlarına da dikkat çekerken dünyanın en zengin 10 adamı hakkındaki üç gerçeği şöyle tanımlıyor:
- En zengin 10 adamın serveti 2024’te günde ortalama 100 milyon dolar arttı.
- İlk insanlardan bu yana yani 315 bin yıl önce, her gün 1000 dolar biriktirmiş olsanız bile, en zengin on milyarderden birinin sahip olduğu kadar paranız olmazdı!
- En zengin 10 milyarderden herhangi biri servetinin %99’unu kaybetse yine milyarder olur!
Oxfam’ın raporu bir yandan yoksullarla ultra zenginler arasındaki uçuruma dikkat çekerken, diğer yandan elde edilen zenginliğin kaynağını el çabukluğu ile örtmekten de geri kalmıyor! Oxfam, milyarderlerin servetinin %60’ının miras da dâhil (yüzde 36), kayırmacılıktan, yolsuzluktan veya tekel gücünden geldiğini söylüyor. Genç zenginlerin servet yaratmayıp servete konduğuna dair bu tip yorum ve ifadelerin burjuva bir yaklaşımın ürünü olduğu gözden kaçırılmamalıdır! Her sayfa başında ana başlığı tekrar eden rapor, tüm dikkatleri bu noktaya çekerek burjuvazinin tüm zenginliğinin kaynağının artı-değer sömürüsü olduğu gerçeğinin üstünü örtmeye çalışıyor. Böylece, burjuva ideologların hep yaptığı gibi, bazı burjuvaların çalışıp üreterek zenginliklerini büyüttükleri, bazılarınınsa hazıra kondukları yalanıyla, ömrünü çalışmakla tükettiği halde yoksulluk içinde yaşayan milyarlarca işçinin zihni bulandırılıyor!
Oxfam “sömürgeciliğin” resmi olarak sona ermiş olsa da yerleşik yapılarının, sistemlerinin, kurumlarının ve aşırı eşitsizlik mirasının bugüne kadar varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor ve 66 sayfalık raporun 36 sayfasını bu konuya ayırıyor. Rapora göre süper zenginlerin çoğu “yeni sömürgeci” politikalar yürüten “Küresel Kuzey”in zengin ülkelerinde yoğunlaşıyor ve “Küresel Güney” ülkeleri üzerinde gayri resmi yollarla güç ve kontrol uyguluyor! Ultra zengin “aristokrasi”yi tahttan indirmek ve ekonomiyi sömürgecilikten kurtarmak için birlikte hareket etmek, insanlığı geride tutan eski ve yeni sömürgecilik biçimlerinin dizginlenmesi gerektiğini söylüyor! Çeşitli kesimlerin sistem eleştirisi yaptığında dönüp dolaşıp sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirdikleri bu “sömürgecilik” meselesi için Elif Çağlı “Kolonyalizmden Emperyalizme” kitabında[2] “Emperyalist güçlerin ekonomik üstünlükleri sayesinde zayıf durumdaki ülkelere kendi siyasal koşullarını, askeri planlarını dikte ettirdikleri bir sistemi «bu da sömürgeciliğin bir çeşididir» diye tanımlayanlar, –eğer kötü niyetli değillerse– en azından sorunu bulandırmaktadırlar” demekte ve şöyle devam etmektedir: “Çünkü sorunu «sömürgecilik» temelinde ele almak, emperyalizm aşamasında zayıf ulus-devletlerin güçlülere bağımlılığını hâlâ bir «ulusal bağımsızlık» sorunu olarak ortaya koymak demektir. Oysa emperyalist kapitalist sistem altında, bazı istisnalar dışında genelde eski sömürge ülkelerin çoğu siyasal bağımsızlığını kazanmış ve böylece asıl bağımlılığın ekonomik bağımlılık olduğu gerçeği olanca çıplaklığıyla açığa çıkmıştır. Fakat dünya kapitalist sistemi işte budur; ekonomik açıdan sisteme bağlı olmaksızın, tek başına yalıtılmış biçimde yaşayan bir kapitalist ülke olamaz. Dolayısıyla, emperyalizm döneminin bu ekonomik bağımlılığını, sömürgecilik döneminin siyasal bağımlılığı ile bir tutmanın hiç ama hiçbir bilimsel temeli yoktur.” Kaldı ki günümüz emperyalist dünyasında “Kuzey-Güney” ayrımının atfedildiği gibi bir anlam ifade etmediği, ABD’nin son dönemlerde çok sert önlemler almak zorunda kaldığı Çin sermayesinin dünya ticaretinde giderek büyüyen gücünden de görülüyor. “Servet” denen sermayenin büyük bir bölümü “Küresel Kuzey” olarak adlandırılan Batılı ülkelerde toplanmakla birlikte, “Küresel Güney” diye adlandırılan, Çin ve Hindistan’ın da içinde yer aldığı ülkelerde de önemli bir sermaye birikimi söz konusu. Milyarder sayısında ABD’den sonra Çin ve Hindistan’ın gelmesi de bunun göstergelerinden biri!
Rapor, şirketlerin tekelleşme, yolsuzluk, adam kayırma yollarıyla servetlerini büyüttüğünü, gelir eşitsizliği yarattığını, adil vergi paylarını ödemediğini belirtiyor, ultra zenginlerden kurtulmak gerektiğini söylüyor. ABD’nin bir önceki Başkanı Joe Biden da Trump yönetiminde “güç ve servetin birkaç ultra zenginin ellerinde tehlikeli bir şekilde yoğunlaşacağını, kudret ve nüfuzdan oluşan bir oligarşinin şekillendiğini” belirterek sözde uyarıda bulunmuştu. Biden’ın bu açıklamaları, dünyanın en zengin milyarderlerinin de aralarında olduğu tekelci sermayenin önde gelen unsurlarının son aylarda özellikle Başkanlık seçimlerindeki zaferinin ardından Trump’ın etrafında toplanmasından sonra gelmişti. Trump’ın seçim kampanyasına 100 milyon dolardan fazla yatırım yapıp onun “özel görevli elemanı” olan Elon Musk, Meta’nın sahibi Mark Zuckerberg, e-ticaret devi Amazon ile Washington Post gazetesinin de sahibi olan Jeff Bezos gibi milyarderler, yine kendisi de bir milyarder olan Trump başkanlığında yol alıyorlar. Oxfam raporunda bunlar “ekonomide ve politikada muazzam güce sahip yeni bir aristokrat oligarşi” olarak nitelendiriliyorlar. Buna baktığınızda, yüz yılı aşkın bir zamandır artık plütokrasi olarak tanımlanan zenginler kulübü sanki yeni ortaya çıkmış sanırsınız! “Demokrasi ve Plütokrasi” makalesinde bu konuyu çeşitli boyutlarıyla derinlemesine inceleyen Elif Çağlı şöyle demektedir:“Açık ki, dünden bugüne tüm kapitalist ülkelerde burjuva siyaset alanında yer kapmak giderek çok daha pahalı hale gelmiş ve yanı sıra kapılan yerler de bir siyasi hizmet alanı olmaktan ziyade fazlasıyla bir zenginleşme aracına dönüşmüştür. Tekelci kapitalizm çağında zaten genelde büyük sermayenin hizmetine giren burjuva yönetimler, kapitalizm iyice olgunlaşıp çürüdükçe plütokrasi nitelemesini haklı çıkarırcasına bir zenginler klübüne benzemiştir. Üstelik büyük sermayenin dünya ölçeğindeki hareket ve entegrasyonunun alabildiğine arttığı 80’ler dönemecinden başlayarak, plütokrasi nitelemesi çok daha çarpıcı biçimde ete kemiğe bürünmüştür.”[3]
Ultra zenginlerin dizginlenmesi ve toplumun geri kalanı arasındaki uçurumun azaltılması, gelir eşitsizliği krizinin çözülmesi gerektiğini söyleyen Oxfam’ın önerdiği çözümlerden biri ultra zenginlerin ve şirketlerin “adil vergi payları”nı ödemelerini sağlamak! “Küresel ekonomik sistem bozuk ve bu servet patlamasını mümkün kılarak sürdürürken, insanlığın neredeyse yarısı yoksulluk içinde yaşamaya devam ediyor” diyen Oxfam danışman ve uzmanlarından Anna Marriott, İngiltere hükümetine, eşitsizliği azaltacak ekonomik politikaları önceliklendirme çağrısında bulunuyor ve süper zenginlerin daha yüksek vergilendirilmesi gerektiğini savunuyor.[4]Sanırsınız bu 2769 milyarder 15 trilyon dolara yalnızca vergi ödemediği için sahip olmuş ve bütün mesele “adil” bir vergi sisteminin olmamasında!
Asıl sorun 8 milyarı aşkın insanın yaşadığı dünyada milyarlarca insan giderek artan oranlarda açlık ve yoksullukla boğuşurken bir avuç insanın trilyonların sahibi olarak dünyayı yönetmesi yani bizzat kapitalist sistemin kendisi değil midir? Bu nedenle zenginlerle toplumun geri kalanı arasındaki uçurumun azaltılması talepleri, burjuva eşitlik palavralarıyla kapitalist düzenin ömrünü uzatma çabaları beyhudedir! Bu düzen, milyarlarca emekçi açlıkla, yoksullukla, işsizlikle boğuşurken, onların sırtından devasa bir zenginlik elde edenlerin her şeye karar verdiği ve tüm dünyayı yönettiği bir düzendir. Her yönüyle çürümüş bu kapitalist düzen yok edilmedikçe insanlığa kurtuluş yoktur!
![Share](/sites/mtw7/files/pictures/icons/share.png)
link: Aylin Dinç, Milyarlar Açken Milyarderler Trilyoner Olma Yolunda!, 10 Şubat 2025, https://en.marksist.net/node/8440
Rejimin Açmazları Büyüdükçe Saldırganlığı Artıyor