Maliye Bakanı Mehmet Şimşek her vesileyle ekonomi programını sürdürmekte kararlı olduklarını vurguluyor. Siyasi iktidar Temmuz 2023’te startını verdiği ekonomik saldırı programını hız kesmeden, hatta hızını daha da arttırarak sürdürüyor. Eylülün ilk haftasında açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) da tıpkı geçen yılkinde olduğu gibi iktidarın bu kararlılığını teyit eder nitelikte. Siyasi iktidar OVP’de yer alan takvimlendirilmiş hedefleri hayata geçirmek üzere kanun düzenlemeleri yapmaya hazırlanıyor. Keza önümüzdeki haftalarda Meclise gelecek olan merkezi bütçe de aynı saldırı programının bir parçası olacak.
Rejim hazırladığı acı ilacı milyonlarca emekçiye şerbet diye yutturabilmek için çoktandır başlattığı propagandayı ise dört koldan sürdürüyor. Bu propaganda, rejimin tepesinden, bakanlardan vb. gelen açıklamalarının yanı sıra rejim medyasında çıkan yalan haberlerle de pekiştiriliyor. Ama hangi ağızdan ya da kanaldan yapılırsa yapılsın taktik değişmiyor. Emekçilerin gerçek sorunları yarım yamalak dile getirilip niyet bu sorunları çözmekmiş gibi gösterilerek saldırıların güzellemesi yapılıyor, kitleler yanıltılıyor. Mesela geçtiğimiz yılın Temmuz ayında çıkarılan ve vergi artışları, deprem bölgesinin yağmaya açılması gibi saldırıları içeren torba yasaya “milli dayanışma paketi” adı verilmişti. Kamuda israfı önlemek için çıkarıldığı söylenen “kamuda tasarruf paketi”, “itibar” israfına dokunmazken, kamu emekçilerinin haklarına ve emekçilerin yararlandığı kamusal hizmetlere yönelik saldırılar içeriyordu. Bugün de “istihdamı arttırmak”, “vergide adaleti sağlamak”, “kadın erkek fırsat eşitliği ve iş-özel yaşam dengesini gözetmek” gibi amaçlar öne sürerek, “yeni nesil çalışma biçimleri” gibi havalı (!) tanımlar yaparak Orta Vadeli Programdaki saldırıların güzellemesi yapılıyor.Maliye Bakanı Mehmet Şimşek OVP’yi şöyle pazarlıyor mesela: “Orta Vadeli Programın nihai hedefi sürdürülebilir yüksek büyüme, daha adil gelir dağılımı ve kalıcı refah artışı.”
Sanki enflasyonu yükselten, ekonomiyi yıkım noktasına getiren emekçilermiş gibi iktidarın saldırı programı meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Ekonomik yıkımın faturasını yıktıkları emekçilere seslenerek “biraz sabırlı olun. Enflasyonu indirerek emeklinin, çalışanın kalıcı şekilde alım gücünü arttıracağız” diyor Şimşek. Yani aslında işçilerin reel ücretlerinin ve genel olarak emekçilerin alım güçlerinin düştüğünü itiraf ediyor. Hani enflasyondaki artışın nedeni ücretlerdeki artıştı, “ücret-fiyat sarmalını” önlemek gerekiyordu? Hani toplumda aşırı tüketim vardı ve kredi kartı kullanımının kısıtlanmasının nedeni buydu?
Ümüğünü sıktıkları emekçilere sabır telkin eden Şimşek, geçtiğimiz günlerde ABD’de önde gelen yatırım bankalarının yöneticileriyle bir araya geldi. Yatırımcılara Türkiye’de yeni ilave vergiler getirmeyi planlamadıklarını, izledikleri sıkı maliye politikasının harcama disiplinine ve kayıt dışılıkla mücadeleye odaklandığını söyledi. Bu açıklamanın meali şudur: “Merak etmeyin, vergi yükünü işçi ve emekçilerin, küçük işletmelerin, esnafın sırtına yıktık. Büyük sermayeye vergi yükü getirmediğimiz gibi teşviklere devam edeceğiz. Kısacası faturayı esas olarak işçi ve emekçilere, biraz da küçüklere ödetiyoruz, büyük sermayeye haşa dokunmuyoruz!” Gerçekten de gerek OVP’de yer alan hedefler gerekse de İş Kanununda değişiklik yapılmasına yönelik hazırlıklar büyük sermayenin çıkarlarını merkeze alan çok kapsamlı bir saldırı programının adım adım hayata geçirilmesi anlamına geliyor.
Yeni OVP’de de saldırılar baki
Geçtiğimiz yıl açıklanan OVP’de yer alan işçi sınıfına yönelik kapsamlı saldırılar bu yılki programda da yer alıyor.[*] Bunlardan biri olan Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) ile kıdem tazminatının tamamen ortadan kaldırılması, kamusal emeklilik sistemindeki düşük maaşların kalıcı hale getirilmesi amaçlanıyor. Kamusal emeklilik sistemini iyileştirmek, kıdem tazminatını alabilme koşullarını kolaylaştırmak yerine “ikinci emekli maaşı” aldatmacasıyla emekçiler bireysel emekliliğe yönlendirilmek isteniyor. Önceki OVP’de TES’in 2024’ün son çeyreğinde uygulamaya konulması hedeflenmişti. Şimdi ise 2025’in son çeyreğinde hayata geçirilmesi planlanıyor.
İktidarın takviminde yer alan bir başka saldırı ise esnek çalıştırma modellerinin yaygınlaştırılması ve yasal güvenceye alınması. Sermayenin ısrarla talep ettiği düzenlemeleri önceki OVP’de 2024’ün üçüncü çeyreğinde yapmayı planlayan iktidar, planını yeni OVP’de 2025’in ilk çeyreği olarak revize etmiş. Anlaşılan o ki rejimin en öncelikli konularından biri “yeni nesil çalışma modelleri ve sektörel dönüşümler” başlığı altında “uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışma ile platform çalışması” gibi esnek, güvencesiz, düşük ücretli çalışma biçimlerini hayata geçirmek. Aslında uzun zamandır bu konunun hazırlığı yapılıyordu. Bu hazırlığın bir parçası olarak “haftalık çalışma saati 40 saate düşecek” başlıklı haberler dolaşıma sokulmuştu. Şimdilerde yine dolaşıma giren bu tür haberlerde İş Kanununun değişeceği belirtiliyor. Ayrıca Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan da patronlarla yaptığı görüşmelerde İş Kanununun revize edileceğini söylüyor. Her ne kadar nasıl bir düzenleme yapılacağına dair bilgi vermese de esnek çalışma ve kıdem tazminatına yönelik değişikliklerin yapılmak istendiği açıktır.
Aslında İstanbul Ticaret Odası (İTO) başkanının “iş dünyasının” iktidardan beklentilerine ilişkin yaptığı açıklama işçi sınıfının nasıl bir saldırı altında olduğunu yeterince ortaya koyuyor. Zira İTO başkanının taleplerinin önemli bir kısmı iktidarın OVP’deki hedefleri arasında yer almaktadır. Bunları bu kadar rahat ve pervasız bir şekilde dile getirirken işçi sınıfının son derece zayıf olan sendikal ve siyasal örgütlülüğünden cesaret bulmaktadır. “İş dünyasının” taleplerinin bazıları şunlardır:
- İş Kanununun “ekonomi dostu” olacak şekilde güncellenmesi, iş dünyasının temel önceliklerinden biri. Ülkemizde kıdem tazminatı, işsizlik sigortası, işe iade tazminatı, sendikal tazminat gibi iş hayatına ilişkin pek çok katı düzenleme, işverenin ilave istihdama yönelmesini zorlaştırıyor. İşveren ve işçiyi hukuki olarak karşı karşıya getiren düzenlemelerin gözden geçirilmesi fayda getirecektir.
- Kısa çalışma ödeneğinin ekonomik şartlardan dolayı istihdamını koruması gereken firmalar için etkin olarak kullanılması konusunda daha esnek bir yaklaşımın beklentisi içindeyiz.
- Yabancıların istihdamında, çalışma ve izinlerinde “bir yabancı için 5 Türk işçi istihdamı” gibi kriterlerin kolaylaştırılması, iş dünyasının önemli beklentileri arasındadır.
- Haftada bir gün okulda eğitim, dört gün işyerlerinde çalışmaya imkân veren Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) sistemine ağırlık verilmeli.
- İşbaşı Eğitim Programında ödenen cep harçlığı tutarının daha yüksek düzeylerde belirlenmesi teşvik edici bir rol üstlenebilir.
Çok açık ki sermaye sınıfı işgücü maliyetlerini olabilecek en aşağı düzeye çekmek istiyor. Bu kapsamda işçinin her türlü tazminat hakkının mümkünse ortadan kaldırılmasını, daha ucuz işgücü kaynağı olarak “yabancı istihdamının” kolaylaştırılmasını, bedava işgücü olarak daha fazla sayıda genç ve çocuk işçi çalıştırmayı, işbaşı eğitim programı adı altında İşsizlik Sigortası Fonunu daha fazla yağmalamayı talep etmektedir. Ama zaten rejimin önceliği sermayeyi daha fazla ihya etmek, önünü açmaktır. Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın patronlarla yaptığı bir toplantıda söyledikleri de bu niyeti gayet açık ortaya koymaktadır: “Sizleri rahatlatmak, işverenlerimizin karşılaştığı zorlukları azaltmak ve bürokratik yükü hafifletmeye yönelik çalışmalarımıza hız kesmeden devam ediyoruz. Bildiğiniz üzere İŞKUR vasıtasıyla işverenlerimizi ve işçilerimizi bir araya getiriyor, işverenlerimizin aradığı elemanı bulmasına yardımcı oluyoruz. Diğer yandan, teşviklerimiz ve desteklerimizle, işletmelerinizin büyümesine ve istihdamın artmasına katkıda bulunuyoruz. Önümüzdeki dönem, yine işverenlerimizi istihdam artışı noktasında desteklemeye devam edeceğimiz bir dönem olacak.”
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu yılki OVP’de aktif işgücü programlarını ve mesleki eğitim programlarını arttırmak hedefi korunmuş, hatta programlar çeşitlendirilmiştir. Buna göre mesleki ve teknik eğitim müfredatının özel sektörle işbirliği halinde güncellenmesi, “staj ve işbaşı eğitimi programları” adı altında çocuk ve genç işgücü sömürüsünün yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. Diğer taraftan yepyeni bir projeymiş gibi sunulan, gerçekte ise diğer işbaşı programlarının daha kötü bir versiyonu olan İşgücü Uyum Programı (İUP) da OVP’de yer almaktadır. Bu program “ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin mesleki eğitim, yetkinlik ve becerilerini dikkate alacak şekilde hayata geçirilecektir” denilerek pazarlanmaktadır.
Işıkhan’ın “niteliği itibariyle tarihimizde ilk kez uygulanan” bir model olduğunu iddia ettiği İUP’a katılanlar kamunun ihtiyaç duyduğu alanlarda 10 ay boyunca haftanın üç günü, günlük 566 liraya (bir günlük asgari ücret) istihdam edilecekler. Ücretleri yine İşsizlik Sigortası Fonundan ödenecek, emeklilik primleri yatırılmayacak. Işıkhan’a göre bu program sayesinde “ev hayatı ile iş hayatını uyumlaştırmada sıkıntı yaşayan vatandaşlar” esnek ve part time olarak çalışma hayatına katılacakmış. Yani hedefleri öğrenciler, engelliler ve kadınlar. OVP’de 2025’in ikinci çeyreğinde hayata geçirileceği belirtilse de İŞKUR ve Milli Eğitim Bakanlığının protokol yaparak programı başlatmasından anlıyoruz ki, bu sayede okullara verilen temizlik bütçesinin de alabildiğine kısılması hedefleniyor. Ancak verilen ücret o kadar düşük ki özellikle büyük şehirlerde, kent merkezlerinde yaşayıp da bu koşullarda çalışmayı kabul edecek işçi bulmak pek mümkün görünmüyor. Geçen yıla kadar yine İŞKUR üzerinden işe alınan temizlik işçileri asgari ücret alırken ve sigorta primleri ödenirken şimdi aynı işçilerin günlük 566 liraya çalışmasını beklemek bunu da müjde olarak sunmak insan aklıyla dalga geçmek değil de nedir? Kamuda tasarruf gerekçesiyle işçi çocuklarının sağlıklı ortamlarda eğitim alma hakkı gasp edilmekte, işçilere kölece çalışma dayatılmakta, ücretsiz olması gereken eğitim hakkının masrafları işçi ailelerinin sırtına yıkılmaktadır. Keza tasarruf gerekçesiyle taşımalı eğitimdeki servis hizmetinin kaldırıldığını, köylerinde okul olmayan yoksul ailelerin kendi kaderine terk edildiğini de belirtelim.
Bu arada rejimin maden faaliyetlerine yönelik hedefleri de 2025’in ilk ve ikinci yarısında hayata geçirilmek üzere yeni OVP’de korunuyor. Madencilik faaliyetini kamu yararına faaliyet olarak tanımlamayı, maden arama ve çıkarma faaliyetlerini arttırmayı ve bunların tek elden yürütülmesine dönük kanun çıkarmayı hedefleyen iktidar “durmak yok talana devam” diyor.
OVP’de yeni olan saldırılardan biri de asgari ücret artışıyla ilgilidir. Hatırlayacak olursak geçen sene Mehmet Şimşek ücret artışlarının “hedef enflasyona” göre yapılacağını söylemişti. İşte bu yılki OVP’de rejimin bu planı şu şekilde ifade ediliyor: “Ücret-fiyat sarmalının önlenmesine yönelik asgari ücret artışlarının dezenflasyon süreciyle uyumu gözetilmeye devam edecektir.” Rejim, 2025 için hedef enflasyonu OVP’de yüzde 17,5 olarak belirlemiş bulunuyor. Bu da demek oluyor ki önümüzdeki yıl için asgari ücrete yüzde 15-20 aralığında bir zam yapılması planlanmaktadır. 2024 yılının başından bu yana reel ücretler durmaksızın erimiş, işçilerin alım gücü alabildiğine düşmüştür. Türk-İş’in verilerine göre Eylül ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 20 bin liraya, yoksulluk sınırı 65 bin liraya dayanmıştır. Bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti ise 25 bin liranın üzerine çıkmıştır. Bu koşullarda “hedef enflasyon” zırvası üzerinden asgari ücret artışı yapılması milyonlarca işçinin daha büyük bir sefalete mahkûm edilmesi demektir.
Gerçek buyken OVP’de 2024’ün sonunda kişi başına düşen milli gelirin 15 bin 550 dolar olacağı belirtiliyor. Dikkat edilecek olursa Türkiye’de son iki yıldır yoksulluk ve sefalet büyümekte ama kişi başına düşen milli gelirde artış yaşanmaktadır. Peki bu nasıl mümkün oluyor? Birincisi Türkiye’de milyonlarca göçmen üretim yaparak GSYH’yi büyütmekte ama nüfusa dâhil edilmediği için milli gelir hesabında yer almamaktadır. İkincisi dolar kuru baskılanmakta, lira üzerinden hesaplanan milli gelirin dolar karşılığı daha fazla olmaktadır. Böylece kişi başına düşen milli gelir yüksek görünmektedir. Ama unutulmaması gereken esas önemli gerçek kişi başına milli gelir hesabının zaten daha en baştan hileli olduğudur. Bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının toplamı olan GSYH’nin ülke nüfusuna bölünmesiyle kişi başına düşen gelir bulunmakta, sanki herkes eşit pay alıyormuş gibi bir izlenim yaratılmaktadır. Oysa sermaye ve emek arasındaki gelir dağılımının eşit olması bir yana arada uçurum olduğu malûmdur. Nitekim İsviçreli Credit Suisse ve UBS’nin Mart ayında yayınladığı rapora göre Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik kesim ülkedeki servetin yüzde 40’ına, en zengin yüzde 10’luk kesim yüzde 70’ine sahiptir.
İşçi sınıfı için tek yol mücadele
Siyasi iktidar yürüttüğü ekonomi programının çok başarılı olduğunu propaganda ededursun milyonlarca emekçi için hayat giderek daha fazla zorlaşıyor. Haliyle bu durum emekçilerdeki hoşnutsuzluğu büyütüyor. İktidarın politikalarına yönelik hoşnutsuzluk 31 Mart yerel seçimlerinde tepki oyları olarak açığa çıkmış, iktidar partilerinin oylarında çarpıcı düşüşler yaşanmıştı. O zamandan bu yana iktidarın saldırıları da emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğu da daha da arttı. Reel ücretlerin ve alım gücünün yüksek enflasyon karşısında düşmesi en temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlanan işçileri harekete geçmeye zorluyor. Türkiye’nin dört bir yanında pek çok sektörde koşullarını değiştirmek isteyen işçiler sendikal örgütlenme yolunu tutuyor. İşçilerin örgütlenmesine tahammülü olmayan sermaye sınıfı ise işten atma saldırısıyla örgütlenmenin önüne geçmeye çalışıyor. Son zamanlarda işten atılan işçilerin yaptığı direnişlerin sayısı artarken sendikalı toplu sözleşme hakkının tanınması için yapılan grevlerin de sayısı artıyor.
Ne var ki hemen her hak arayışında devletin kolluk güçlerinin, kaymakamının, emniyet amirinin, imamının işçilerin karşısına dikildiğine, sermayeyi kollayan faşist rejimin gerçek yüzünü gösterdiğine tanık oluyoruz. İşçilere ekonomik mücadelede öncülük etmesi gereken sendikaların da durumu malûmdur. Sendika bürokrasisi işçilerin basıncını üzerinde hissetse de işçilerin örgütsüzlüğünü fırsat bilip “gaz alıcı” eylemlerle bu basıncı azaltabilmektedir. Ancak iktidarın saldırı programının işçi sınıfının durumunu daha da ağırlaştıracağını düşündüğümüzde emek cephesinden yükselen tepkilerin de büyüyeceğini tahmin etmek zor değildir. Yapılması gereken bellidir: Sendikaları işçi sınıfının mücadele örgütleri haline getirmek ve bağımsız emek cephesini örmek için, sınıfın bilinç ve örgütlülüğünü yükseltmek için çalışmaya devam etmek.
[*] Detaylı bilgi için bkz. Demet Yalçın, Rejimin Orta Vadeli Programında Yine Hak Gaspları Var, 25 Eylül 2023, https://marksist.net/node/8068
link: Demet Yalçın, Ekonomik Saldırılar ve Hak Gaspları Hız Kesmeden Sürüyor, 3 Ekim 2024, https://en.marksist.net/node/8360
Narin Cinayeti ve Rejimin Suskunluk Duvarı