Açılış seremonisinden kimi sporcuların fiziksel görünümüne kadar birçok konuda tartışma yaratan 2024 yaz olimpiyatları sona erdi. Dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyat oyunları dünyanın dört bir yanındaki emekçiler tarafından ilgiyle takip ediliyor. İlk bakışta bir spor faaliyetinden ibaret görünen olimpiyatlara daha derinden bakıldığında, bu organizasyonun devasa bir ticaret sahası, ulusal rekabetin, kitle manipülasyonunun bir aracı ve uluslararası eşitsizliklerin bir aynası olduğu görülebilir.
1896 yılında Atina’da başlayan modern olimpiyatlar, 128 yıldır dört yılda bir yapılmaya devam ediliyor. Kapitalist dünyanın geçirdiği dönüşümler hayatın her alanını olduğu gibi sporu, özel olarak olimpiyat organizasyonunu da değiştirdi. Bugün için şaşırtıcı gelebilir ancak oluşturulduğu zamanlarda organizasyonun ilk ve en temel kurallarından biri sporcuların amatör olmasıydı. Spor alanında profesyonelleşmiş, bu yolla para kazanan sporcuların olimpiyatlara katılması yasaklanmıştı. Öyle ki daha sonra amatör olmadığı tespit edilen sporcuların olimpiyat madalyaları ellerinden alınıyordu. Dünyanın dört bir yanından gelen amatör sporcuların centilmence bir rekabetle yarışacağı olimpiyatların “dünya barışına” katkı sunacağı söyleniyordu.
Antik Yunan’da egemenlerin güç gösterisi olarak ortaya çıkan olimpiyatların modern versiyonu da bu işlevini korudu. Başladığı günden bugüne olimpiyatlar devletlerin ve hükümetlerin uluslararası arenada kendilerini kanıtlama araçlarından biri oldu. Gerek organizasyona ev sahipliği yapmak, gerekse de olimpiyat oyunlarında madalya toplayarak bir ulusal başarı hikâyesi yaratmak için kıran kırana bir mücadeleye girişiliyor. Olimpiyatların politikadan uzak, sadece sporun konuşulduğu bir organizasyon olacağı iddiası kısa sürede kendini yalanladı. Öyle ki 1936 yılında Almanya’da yapılan olimpiyat organizasyonu Hitler için faşist iktidarının gücünü ve “ari ırkın üstün performansını” tüm dünyaya gösterme aracı olarak tasarlanmıştı. 1973 yılında Uluslararası Olimpiyat Komitesinin kongresinde “Barış İçin Spor” sloganı belirlenmişti. Ancak kısa bir süre sonra, 1980 yılında olimpiyatları düzenleme hakkını SSCB elde edince, ABD’nin çağrısıyla 62 ülke olimpiyatlara katılmama kararı aldı. “Barış için spor” sloganıyla organize edildiği söylenen olimpiyat “Soğuk Savaş”ın bir cephesi oluvermişti.
Uluslararası rekabetin bir aracı haline gelen olimpiyat oyunlarında amatör sporcu ilkesinin baki kalması da düşünülemezdi. Önce üstü kapalı şekilde profesyonel sporcuların yarıştığı olimpiyatlara zamanla NBA yıldızı basketbolcular dahi katılmaya başladı. Mevcut durumda ise tamamen profesyonel sporcuların yarıştığı bir organizasyon haline geldi. Sporcular olimpiyat oyunlarına katılabilmek ve madalya kazanabilmek için yıllarca insan bedeninin sınırlarını aşan antrenmanlar yapmak zorunda kalıyor. Profesyonel spor, sporu bir fiziksel aktivite ve eğlence aracı olmaktan çıkarıp ticari bir faaliyet haline getiriyor. Böylece sporcular da stresli, fiziksel ve zihinsel sınırları zorlayan, baskı ve mobingin hâkim olduğu bir arenaya atılmış oluyorlar. Tıpkı Roma’da egemenlerin keyifli vakit geçirmesi ve bahisler aracılığıyla servet kazanması için ölümüne mücadele eden gladyatörler gibi.
Amatör sporculuktan profesyonelliğe geçişle birlikte başarılı olmak için sadece sporcuların yeteneği ve azmi yeterli olmuyor. Bu kıyasıya rekabette başarı elde edebilmesi için sporcuların yeterince iyi beslenebilmesi, iyi antrenörlerle çalışması, uygun ekipmanlara ve nitelikli antrenman alanlarına sahip olması gerekiyor. Olimpiyatlara dünyanın her yerinden sporcuların katılmaya hakkı olsa da eşitsiz şartlar, teknik altyapı farkları nedeniyle yoksul ülkelerin sporcularının başarı elde etmesi çok daha zor hale geliyor. 2024 Yaz Olimpiyatlarında en çok madalyayı ABD’nin, en az madalyayı ise Zambiya’nın alması bir tesadüf değildir. Afrika ülkeleri adına yarışan sporcuların fiziksel olarak spora daha yatkın olmasına rağmen başarı elde edememesi ekonomik eşitsizliklerin spora nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor. Öte yandan özellikle ileri kapitalist ülkelerin üstün başarılarında, Afrikalı sporcuların fiziksel avantajını satın alarak takımlarına katmaları önemli rol oynuyor.
“Olimpiyatlarda olsun, Dünya Kupası gibi diğer uluslararası spor turnuvalarında olsun, gözler önüne serilen parıltılı tablonun üzerindeki perdeyi kaldırdığımızda kapitalist sömürü düzeninin çirkin yüzünü görürüz. Her şeyi, üzerinden kâr elde edebilecek bir meta haline getiren kapitalizmin spora bakışı da aynıdır. Sporu kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda kitleleri uyutmak için kullandığı bir araç haline getiren burjuvazi, aynı zamanda dev bir pazara dönüştürdüğü spor üzerinden milyarlarca dolar kazanıyor. Asıl işlevi insan bedenini hem fiziksel hem de zihinsel olarak zinde tutmak olan spor, kapitalizm altında ekonomik ve ideolojik bir faaliyete indirgenmiştir.”[*]
Suphi Koray’ın Olimpiyatların Öteki Yüzü yazısında belirttiği gibi bu tarz büyük spor organizasyonları egemenler açısından siyasi kazançlarının yanı sıra ekonomik olarak da devasa kârlar anlamına geliyor. Reklâmlar, sponsorluklar, yayın hakları, organizasyonun yapıldığı şehirlere turist akını, formalardan maskotlara kadar satışları fırlayan spor ürünleri… Bu sene sadece organizasyon komitesinin kaldığı otele 22 milyon avro ödeme yapıldığı biliniyor. Kazancın bir bölümünü bunlar oluştururken öte yandan olimpiyatlarda kullanılmak üzere inşa edilen onlarca tesis, spor kompleksi ve stadyumlar da egemenlerin kâr kapılarını oluşturuyor. Tüm bunlar nedeniyle organizasyona ev sahipliği yapabilmek için de kıyasıya bir rekabet var. Burada da aslan payını ileri kapitalist ülkeler alıyor. Afrika kıtası bugüne kadar olimpiyat organizasyonu yapılmayan tek kıtayken, ABD dört, Fransa ise üç kere yaz olimpiyatlarına ev sahipliği yaptı.
Yaşamın her alanında eşitsizlikler yaratan kapitalist sömürü düzeninde spor da payına düşeni alıyor. Olimpiyatlar kapitalizmin sporu nasıl bir metaya dönüştürdüğünü gözler önüne seren önemli bir örnek olsa da ulusal ve uluslararası tüm spor organizasyonlarında benzer bir tabloyu görmek mümkün. Egemenlerin adeta bir kitle afyonu olarak kullandığı bu organizasyonların perde arkasında hep aynı manzara var; kâr hırsı, çıkar çatışmaları, düşmanca rekabet, eşitsizlikler, yolsuzluklar… Bedeni ve zihni zinde tutmak, keyifli vakit geçirmek, hatta takım halinde hareket etmeyi ve dayanışmayı öğrenmek için muazzam bir araç olan sporu dahi kendi çıkarlarına alet etmeyi ve çürütmeyi başarıyorlar. Oysa yaşamın insanla ve insani değerlerle uyumlu olduğu bir dünyada spor da gerçek anlamını bulabilir. Hırs ve rekabetin yerini dayanışma, çıkar çatışmalarının yerini birlikte başarma duygusu alabilir. Böyle bir dünyaya sosyalizmle kavuşacağız!
link: Elçin Karaca, Olimpiyat Aynasından Yansıyanlar, 4 Eylül 2024, https://en.marksist.net/node/8343
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /13
Övünün Dedikleri Ekonomik Yıkım Tablosu