15-16 Haziran büyük işçi direnişi Türkiye’de yeni bir dönemi başlatmıştı. Bu direniş belki iki gün sürmüştü ama etkileri yıllar boyunca sürecek, aynı zamanda Türkiye’nin dört bir yanındaki işçilerin de uyanmasına, en başta sarı sendikaları sırtlarından atmalarına ve daha mücadeleci bir hatta yönelmelerine kaynaklık edecekti. Mesela İzmir’den, Samsun’dan ve Adana’dan binlerce işçi sarı sendikalardan kitlesel olarak istifa edip DİSK’e geçmişti. Türkiye işçi sınıfı artan bir hızla sınıf bilincine sahip olmaya başlıyordu. Bu yönelimin en etkileyici örneklerinden bir kısmı da Çukurova bölgesinde gerçekleşmişti.
İşçilerin sesini işçilere taşıyan gerçek işçi gazeteleri çok önemli tarihsel belgelerdir aynı zamanda. Gelecek işçi kuşaklarına mücadelenin önemli örneklerini, değerlerini taşıma işlevi görürler çünkü. İşte o günlerden bugünlere yazılmış bir mektup gibi okuduğum DİSK’in işçi gazetesi de böyle bir tarihi belge. DİSK’in 13 Kasım 1970 tarihli gazetesi o günlerin atmosferinin gözlerimizde canlanmasını sağlıyor. Mücadele alanlarından gazeteye yansıyanlar işçilerin nasıl bir uyanış içerisinde olduklarını net bir biçimde gösteriyor.
Benim ilgiyle okuduğum bu gazetenin manşetinde “Binlerce Dokuma İşçisi DİSK’e Katıldı”, “Çukurovalı İşçilerin Büyük Uyanışı” ifadeleri var. Çoğunlukla İstanbul’da yaşanan 15-16 Haziran büyük işçi eylemlerinin üzerinden henüz 5 ay geçmiş ama 15-16 Haziran’ın etkileri başka illerde de işçileri ayağa kaldırmış. Adana’da, Tarsus’ta ve Mersin’de işçiler, uzlaşmacı sendikaları pek çok fabrikada başlarından defetmişler. Öncü işçilerin ve devrimcilerin sınıf içinde yürüttükleri çalışmalar olumlu sonuçlar üretmeye başlamış, işçiler daha mücadeleci bir sendikal çizgiyi benimsemişler. Mesela BOSSA, Milli Mensucat, Güney Sanayi, PAKTAŞ, Özbucak gibi Adana’nın en önde gelen fabrikalarında çalışan işçiler büyük gruplar halinde her gün DİSK’in Güney temsilciliğine gelerek sendikaya kayıtlarını yaptırıyorlar. DİSK Genel Merkezinden Adana’ya gelen ekipler, Çukurova’nın devrimci işçileri ile birlikte çalışıyorlar, aralarında iş bölümü yapıp çeşitli komiteler kurarak örgütlenmeyi güçlendiriyorlar.
Türkiye’nin ve Adana’nın sayılı büyük fabrikalarından olan BOSSA’nın 4761 işçisi fabrikada fiili durum yaratmış, şalterleri indirip sendika değiştirme talebiyle bahçede toplanmışlar. Patron Sakıp Sabancı işçilere isteklerini sorması üzerine, hep bir ağızdan “Teksif’i istemiyoruz” diye bağırmışlar. 15-16 Haziran’ın henüz taze anıları hafızasında olan Sabancı da “dilediğiniz sendikanın üyesi olmanız en tabi hakkınızdır. Ben işveren olarak ille de bu sendikada kalın veya şu sendikayı seçin diye sizlere hiçbir şey söylemem” diyerek geri adım atmak zorunda kalmış. Ancak Teksif’in oldubittiyle toplu sözleşme imzalaması üzerine buna tepki gösteren işçilerin fabrikayı işgal etmesinin ardından 12 Kasım tarihinde sivil faşistleri işçilerin üzerine salmaktan geri durmamış. DİSK’in gazetesi bu alçak saldırıyı şöyle haberleştirmiş:
“BOSSA’lı yiğit kardeşlerimize faşistler ve polis saldırdı. 24 yaralı var. 100 işçi ve DİSK yöneticileri gözaltına alındı. DİSK’e bağlı Tüm-İş sendikasına geçmek ve Türk-İş üyesi Teksif’in, kendilerini uyduruk toplu iş sözleşmeleri ile satmasını önlemek amacı ile BOSSA Fabrikasını işgal eden kardeşlerimizin üzerine, 12 Kasım sabaha karşı, faşist militanlar saldırmışlardır. Arkalarına işçi düşmanı iktidarın polisini ve jandarmasını da alan faşistler, işçilerin yiğitçe, erkekçe direnmesi ile karşılaşmışlardır. Bunun üzerine çıkan arbedede, 24 kişi ağır yaralanmış, 100 kadar kardeşimiz gözaltına alınmıştır. Adana’da bulunan DİSK yöneticilerinin hemen hepsi gözaltına alınmıştır.”
Aynı günlerde 1550 işçinin çalıştığı PAKTAŞ Pamuklu Sanayi fabrikası da, Türk-İş’e bağlı Teksif yerine DİSK üyesi Tüm-İş’in yetkili sendika olarak tanınması için işgal edilmiş. Mersin’in Tarsus ilçesinde bulunan 616 işçinin çalıştığı Eliyeşil ailesine ait basma fabrikasının grevi de devam ediyor o sırada. 15-16 Haziran büyük işçi direnişinden sonra, Türkiye’nin her yanından gelen DİSK’e katılma istekleri Çukurovalı işçiler tarafından en militan biçimde ortaya konunca DİSK’in Genel Başkanı Kemal Türkler de Tarsus’a ve Adana’ya gelmiş. 6 Kasımda beraberindeki Maden-İş Sendikası Genel Başkan Vekili Hilmi Güner’le Tarsus’a gelen Kemal Türkler büyük bir sevgi gösterisiyle karşılanmış. Mersin yol ayrımında yüzlerce işçi tarafından karşılanan Türkler’in, arabalar, motosikletler ve bisikletlerden oluşan 1,5 kilometrelik bir konvoyla Tarsus’a girdiğini, grev yerine ulaşmasının 1 saatten daha fazla sürdüğünü belirtiyor gazete. Böylesi büyük bir coşku ile karşılanan Türkler’in grevci işçilere hitaben yaptığı konuşmayı da şu şekilde aktarıyor:
“Çukurova’nın devrimci işçilerini saygıyla selamlarım, bugün burada bir kavga veriyorsunuz. Bu kavga silahla, topla, tüfekle verilen bir kavga değil. Bu kavga hak ve özgürlük kavgası. Bu kavga, işçilerin ezilmesinden, insan yerine konulmamasından ileri gelmektedir. Sizler bu özgürlük savaşının ilk adımını greve çıkmakla atmış bulunuyorsunuz. Bugüne kadar işçi sınıfını esir gibi gören patron zihniyeti vardı. Hâlâ da var. İşçileri insan yerine koymayan, onların hak ve özgürlüklerini tanımayan bu sakat zihniyetin zincirlerini kırmalıyız. İstanbullu, İzmirli kardeşlerimiz bu zihniyetin kalın zincirlerini parça parça ettiler.
İşçiler, dünyadaki bütün iyi ve güzel şeylerin tek yapıcısıdırlar. Bütün binalar, bütün yollar, bütün makineler, velhasıl insan emeği ile yapılmış her şey işçilerin eseridir. İşçi sınıfımız olmasaydı dünyada hiçbir şey olmazdı. Bu kadar güçlü, bu kadar büyük bir kitleyi insan yerine koymayan, onların hak ve özgürlüklerini tanımayan patronlara karşı işçi sınıfı olarak sesimizi duyuracağız.
Bugün içinde bulunduğumuz mücadelede 20. gününü doldurmuş bulunuyor. Bu mücadele 20 değil 20 hafta da sürebilir. Sürecektir de. Sizin içinde bulunduğunuz durumu silah olarak kullanıp grevinizi bozmaya kalkacaklardır. Bu bölgedeki Çukurova’daki uyanışı durdurmak için araya ajanlar sokabilirler çünkü Çukurova’daki uyanış son derece önemlidir. Biraz önce caddelerden geçerken ağaların, patronların oturduğu yalıların, köşklerin önünden geçtik. Onların yaşantılarını siz benden çok daha iyi bilirsiniz. Bu adamlar işçilerin uyanmasını, haklarını özgürlüklerini kazanmalarını elbette istemezler. Bunun için her çareye başvuracaklardır. Onlar için sonuca varmak önemlidir. Bu yüzden her türlü melaneti yaparlar. İçimize soktukları ajanlar vasıtasıyla bizi yıkmaya, yakmaya teşvik ederler. (…) Bunlara aldırmayalım (…) işçi sınıfı yıkan değil yapan bir sınıftır. İşçiler olmazsa fabrikalar olmaz. Fabrikalar aslında işçi sınıfınındır. Biz eninde sonunda kendimizin olacak fabrikaları koruyacağız. (…) Bizi yakmaya, yıkmaya teşvik edenlerin kendilerini yere sereceğiz. Zafer mutlaka işçi sınıfınındır. Bütün kararları biz alacağız. Başkalarını kim olursa olsun işimize müdahale ettirmeyeceğiz.
(…) Sarı şebeke Türk-İş, patron ve iktidar üçlüsü sendikacılığın devrimci kesimini sindirmek için kanunlar çıkardılar. Bu kanunla işçi sınıfının özgürlüğünü büsbütün elinden alınıyor. Bu kanunu çıkartmaya çalışan sarı şebeke Türk-İş’in sizin haklarınızı alacağız demesi yalandır, palavradır. Artık işçi sınıfı bu yalanlara inanmıyor. İşçileri bugüne kadar işverenlere kendilerinden başka satacak bir şey bulamıyorlar.
İşçi sınıfının savaşı sarı sendika çemberini kırmakla bitmez. İşçi sınıfı bilinçlendikçe sendikalarda söz ve karar sahibi olmak istiyorlar ve bunu devrimci sendikalarda gerçekleştiriyorlar. Fakat işçi sınıfının kavgası sendikalarla da bitmez. İşçi sınıfın gerçek kurtuluşu, en tabii müttefiki köylülerle birlikte iktidara, devlet yönetimine gelmeden gerçekleşemez. Bizim asıl hedefimiz işçi sınıfı olarak devlet yönetiminde söz ve karar sahibi olmaktadır.”
Mücadeleci sınıf sendikacılığı anlayışı Kemal Türkler’in konuşmasında ne kadar açık biçimde ortaya konmuş. Sendikaların başına çöreklenmiş her renkten bürokratın mide bulandıran bugünkü hallerini düşününce Türkler’in değerini çok daha iyi idrak ediyor insan. Ayrıca gazetedeki “kesin zafer sınıfımızındır” yazısından Maden-İş Yönetim Kurulunun işçi eğitimlerini hızlandırma, daha devrimci ve bilimsel bir nitelik kazandırma kararı aldığını okuyunca da bu mücadelenin ne kadar doğru bir çizgi üzerinde ilerlediği daha iyi anlaşılıyor.
15-16 Haziran Genel Direnişi Türkiye işçi sınıfının tarihinde en önemli eylemidir. Öyle ki iki gün süren bu eylemler sınıf düşmanımıza büyük bir korku salmaya yetmiştir. Patronların ülkeyi terk etmesi, işçilerin ise örgütlü gücünü görmesi Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin en değerli miraslarındandır. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in Çukurova’da büyük bir coşku ile karşılanması, işçilerin kendilerinin derdini dert edinmiş öncülerine nasıl kuvvetli biçimde sahip çıktıklarını da gösteriyor. O günlerde işçiler mücadeleci sendikal anlayışa sahip bu önderleri sayesinde fabrika fabrika birbirlerine destek olarak ve sınıf bilinçlerini ilerletme imkânı bularak örgütleniyorlardı.
Burjuvazi yükselen bu işçi hareketini askeri darbelerle durdurmaya girişti. Önce 12 Mart 1971 darbesi geldi. Ama sınıf hareketi kesintiye uğramakla birlikte kısa sürede çok daha güçlü bir yükselişe geçecekti. Bu yükseliş bilindiği gibi 12 Eylül 1980’deki askeri faşist darbeyle durdurulacak, işçi hareketi ve sosyalist hareket ezilecekti.
Bugün de faşist bir rejim altında yaşıyoruz. Ama şartlar ne kadar zor olursa olsun bu deneyimlerin ışığında örgütlü mücadeleyi büyütmemiz elzemdir. Geçmiş kuşakların mücadele deneyimlerini özümsemek de bugünün işçi kuşakları için son derece önemlidir. Örgütlenmemizi güçlendirerek, 15-16 Haziran’ın başkaldırı ruhu ile mücadelemizi büyütelim!
link: Adana’dan MT okuru bir işçi, 15 -16 Haziran’ın Çukurova’daki İşçilere Etkisi, 15 Haziran 2024, https://en.marksist.net/node/8283
“Aileyi Koruma” Adı Altında Yapılmak İstenenler
Çin’in Ekonomik Yükselişi ve Derinleşen Hegemonya Krizi