1978 yılı, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında yaşanan sınıf kavgasının derinleşip keskinleştiği bir yıldı. 1960 darbesinden sonra ülkedeki toplumsal ve siyasal yaşamda ciddi değişimler olmuş, işçi sınıfı siyasal ve sendikal örgütlülük düzeyi açısından hiç olmadığı kadar büyük bir güç kazanmıştı. 1961’de TİP’in kurulması, aynı yıl cumhuriyet tarihinin ilk kitlesel işçi mitingi olan 100 bin kişilik Saraçhane Mitinginin gerçekleşmesi, grev ve toplu sözleşme hakkının tanınmasını sağlayan 1963 Kavel grevi, 1965 seçimlerinde TİP’in Meclise girmesi ve 1967’de DİSK’in kurulmasıyla işçi sınıfının mücadelesi adım adım yükselen bir grafik çiziyordu.
15-16 Haziran 1970 de yaşanan büyük işçi direnişinden sonra tehlikenin boyutlarını daha da fark ederek iyice korkan burjuvazi, çareyi 1971’de orduyu yönetimi çağırmakta buldu. 1973’te parlamenter rejime dönülmesiyle birlikte işçi sınıfı kısa sürede toparlanıp yeniden büyük bir güç olarak egemenlerin karşısına dikilmeyi başaracaktı. Sosyalist hareket ve onun bir parçası olarak yükselen gençlik hareketi tüm toplumsal atmosferi değiştirecekti. Ülkenin dört bir yanında aylar süren grev ve direnişler yaşanıyor, işçi sınıfının gençliği ise sınıfının safında yer alarak bu direnişlere büyük destek veriyordu. Tekrar yükselen sınıf mücadelesinin önünü kesmek isteyen egemenler, büyük bir katılım olacağını bildikleri 1977 1 Mayısında CIA ve kontrgerilla güçlerini devreye sokarak 34 işçinin can vermesine neden oldu. Her zamanki gibi egemen güçler zor aygıtını kullanarak toplumu sindirip pasifize etmeye çalıştı.
İşte böyle bir ortamda burjuva egemenler, güçlenen sol hareketin önünü kesmek için bizzat kendi elleriyle MHP’li güçleri devreye soktu. Milliyetçilik zehrini kullanarak müthiş bir kutuplaştırma politikası izleyen faşist MHP’li çetelerin hedefinde, o yıllarda güçlenerek üniversitelerde devrimci bir mücadele yürüten öğrenci hareketini durdurmak vardı. Devrimci öğrencilerin yoğun olduğu İstanbul Üniversitesi faşist çetelerin dikkatini fazlasıyla çekiyordu. Faşist çeteler İstanbul Üniversitesinde bulunan Merasim Birliği adı verilen polis birliğinden destek alarak öğrencilere saldırıyorlardı. Tüm bu saldırılar karşısında sessiz kalmayan devrimci öğrenciler faşistleri püskürtmeye çalışıyorlardı.
Yine böyle bir çatışmanın yaşandığı 16 Mart 1978 günü, polisin Süleymaniye’ye açılan çıkışı kullanmalarına izin vermemesi üzerine İstanbul Üniversitesi merkez binasından çıkan devrimci öğrencilerin üzerine Ülkücü faşistler tarafından Eczacılık Fakültesi önünde bombalı ve silahlı saldırı yapıldı. Bizzat devlet tarafından organize edilen bu katliam sonucu İstanbul Üniversitesinde Hukuk ve İktisat Fakültelerinde okuyan 7 öğrenci ölmüş, 41 öğrenci ise yaralanmıştı. Katliamdan sonra davalar açıldı. Katliamın nasıl gerçekleştiği, polisin nasıl destek verdiği, katliam talimatını kimin verdiği her şey kanıtlarıyla ortada olmasına rağmen suçlular cezalandırılmadı. Davanın üstü kapatılmaya, kanıtlar ve itirafçılar ortadan kaldırılmaya çalışıldı. TCK’nın 76. ve 77. maddelerindeki “soykırım, katliam, işkence gibi insanlık suçları zaman aşımına uğramaz” ibaresine rağmen Beyazıt katliamı davası “zaman aşımı” kararı ile sonuçlandı ve toplumun hafızasından silinmek üzere tozlu raflara kaldırıldı.
16 Mart Beyazıt katliamının ardından 46 yıl geçti. Yapılan katliamlar her ne kadar toplumun hafızasından silinmeye, tüm bu olanların üstü örtülmeye çalışılsa da bizler biliyoruz ki özgürlük ve eşitlik mücadelesi baskı, şiddet ve katliamlarla bastırılamaz. Bir yerde zulüm, baskı ve şiddet varsa diğer tarafta da buna karşı boyun eğmeyenler, bu gidişata dur diyenler vardır. Bu gidişata dur diyenlerin safında yer alan gençler olarak biliyoruz ki kokuşmuş ve çürümüş bu sistem acıdan, gözyaşından, katliamdan başkasını üretmiyor, üretemez de. Ancak omuz omuza verir, işçi sınıfının gençleri olarak mücadele saflarına katılır ve hiçbir şeyi unutmazsak burjuvaziden bizlere yaşattıkları acıların hesabını sorabiliriz!
link: İstanbul’dan MT okuru gençler, 16 Mart Beyazıt Katliamını Unutmadık!, 16 Mart 2024, https://en.marksist.net/node/8219
“Misafir İşçi” Olmak ve Fakir Baykurt Öykülerinin Bugüne Tuttuğu Ayna
Emeklilik Hakkına Saldırılar Devam Ediyor