Davos Zirvesi olarak bilinen Dünya Ekonomik Forumu 15-19 Ocak tarihleri arasında İsviçre’nin Davos kasabasında toplandı. Bu yıl 54’üncüsü düzenlenen zirveye 120 ülkeden yaklaşık 3 bin kişi katıldı. Egemen sınıfın çeşitli alanlardaki temsilcilerinin boy gösterdiği ve kapitalizmin hal ve gidişatı üzerine beyin fırtınası yürüttükleri zirvenin bu yılki teması “Güveni Yeniden İnşa Etmek”. Bu temanın seçilmesi tesadüf değil. Zira kapitalizmin yıllar önce estirdiği güven, istikrar, “refah” ve barış havalarının yerinde yeller esiyor. Çürümüşlüğünün bütün alametlerini ortaya seren sistem, %99 olarak tarif edilen dünya nüfusunun neredeyse bütünü için yoksulluk ve güvencesizlik üretiyor. Üretici güçlerin mevcut düzeyi bile tüm insanlık için bir yeryüzü cennetini mümkün kılarken; anarşik ve eşitsiz doğasıyla kapitalist üretim biçimi, neredeyse bir milyara yakın insanı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Ateşi her geçen gün daha da büyüyen Üçüncü Dünya Savaşı ise sistemin ne denli gericileştiğinin ve yıkıcılaştığının en çarpıcı örneği olarak insanlığın ve gezegenin geleceğini tehdit etmeyi sürdürüyor.
Bu olgular milenyum dönemecinden beri tarihsel sistem krizi içinde debelenen kapitalizmin kıyamet alâmetleridir. Son yıllarda gerçekleştirilen Davos zirvelerinin hep benzer temalar etrafında şekillenmesi ve bizzat burjuvazinin sözcüleri tarafından sistemin tıkanıklığına ilişkin itirafların peşi sıra gelmesinin sebebi, tarihsel sistem krizinin sonucu olan bu alâmetlerdir. Nicedir vurguladığımız üzere, toplumu ilgilendiren sorunların tümünde krizler üreten, yol açtığı mevcut krizleri derinleştiren, alabildiğine çürümüş bir sistem var karşımızda. Öyle ki, yapay zekâdan başka gezegenlerde yaşam arayışlarına dek çığır açıcı gelişmelerin yaşandığı modern kapitalizm, milyarlarca insanın geleceğini doğrudan tehdit eden devasa bir yıkım ve sefalet makinesini andırıyor. Bu anlamda Oxfam’ın her sene olduğu gibi bu yıl da zirveden önce yayınladığı eşitsizlik raporu, kapitalizmin tarihsel çürüme evresinde insanlığı nasıl bir duruma sürüklediğini resmetmek için yeniden ele alınmayı hak ediyor. Özellikle toplumsal eşitsizliğin ulaştığı “düzeye” (artık buna düzey demek ne kadar mümkün ise!) ilişkin çarpıcı verilerin yer aldığı rapor, insanlığın neden kapitalizmden acilen kurtulması gerektiğini de bir kez daha gösteriyor.
Oxfam raporundan yansıyanlar
Oxfam’ın “Eşitsizlik A.Ş.” başlıklı raporu şu çarpıcı ifadelerle başlıyor: “2020’den bu yana dünyanın en zengin beş adamı servetlerini ikiye katladı. Aynı dönemde dünya ölçeğinde yaklaşık beş milyar insan daha yoksullaştı. Yokluk ve açlık, dünyadaki pek çok insan için gündelik bir gerçeğe dönmüş durumda. Mevcut hızla dünya 10 yıl içerisinde ilk trilyonerine sahip olacakken; yoksulluğu sona erdirmek 230 yılı bulacak.” Bu ifadelere yansıyan toplumsal eşitsizlik karesi kapitalizmin çelişkileri nasıl devasa ölçekte büyüttüğünü gayet açık biçimde özetliyor. Zira raporun devamında dünya nüfusunun yüzde 60’ına denk gelen yaklaşık 5 milyar insanın toplam “servet” kaybının 20 milyar dolara ulaştığı belirtiliyor. Emperyalist kapitalizmin “tıkır tıkır” işleyen yasaları sonucunda, bir yanda küresel düzeyde böylesine devasa bir yoksullaşma dalgası yaşanırken, öte yanda insan havsalasının alamadığı bir zenginlik artışı sürüyor. Rapordaki verilere göre en zengin beş kişinin (Elon Musk, Bernard Arnault, Jeff Bezos, Larry Ellison ve Mark Zuckerberg) toplam serveti 2020’den bu yana iki kattan fazla artarak 869 milyar dolara ulaştı. Başka bir anlatımla, bu bir avuç asalak, servetlerine her saat 14 milyon dolar kattı. Toplam servetleri böylesine büyüyen bu asalaklar, her gün 1 milyon dolar harcasa, sahip oldukları zenginlik ancak 476 yılda tükeniyor!
Dolar milyarderlerinin toplam servetinin 2020’ye kıyasla 3,3 trilyon dolar daha fazla olduğu kaydedilen raporda bu servetin küresel enflasyondan üç kat hızlı arttığına dikkat çekiliyor. 2020’den bu yana üretilen tüm yeni zenginliklerin yüzde 63’ünün en zengin yüzde 1’lik kesim tarafından toplandığı aktarılıyor. Yaklaşık 42 trilyon dolarlık bir miktarı ifade eden bu oran, dünya nüfusunun yüzde 99’unun elde ettiği miktarın neredeyse iki katından fazla. Dolar milyarderlerinin yanı sıra en büyük 148 şirketin, Haziran 2023’e kadar toplam 1,8 trilyon dolar net kâr elde ettiği de hatırlatılıyor. Bu rakam 2018-2021 yılları arasında elde edilen ortalama net kârın yüzde 52’sini aşıyor. Büyük şirketler için son 20 yılın olağanüstü zenginleşmelerle geçtiği ve 2023’ün en kârlı yıl olarak tüm rekorları alt üst edeceği vurgulanıyor. Daha çarpıcı olan başka bir veriyle devam edelim. Raporda tarif edilen biçimiyle, bir milyarder, dünya nüfusunun yüzde 90’lık kesiminin kazandığı her bir dolara karşılık, yaklaşık 1,7 milyon dolar kazandı. Kapitalizmin yarattığı eşitsizlik tablosunun en ibretlik temsillerinden biri de dünyanın en zengin %1’inin, küresel mali varlıkların %43’üne sahip olduğu gerçeğidir. Ve yine bu bir avuç zengin kesim, Ortadoğu’daki finansal zenginliğin yüzde 48’i, Asya’dakinin yüzde 50’si ve Avrupa’dakinin yüzde 47’sini ellerinde barındırıyor. Oxfam’ın araştırma şirketi Wealth X verilerinden derlediği bu istatistik, raporun önsözünü yazan Bernie Sanders’in ifade ettiği gibi, gelir ve servet arasındaki eşitsizliğin tarih boyunca hiçbir zaman bu kadar büyük olmadığını da ortaya koyuyor.
Kapitalist tekeller ve dolar milyarderlerinin zenginliği böylesine astronomik rakamlarla tarif edilmeye çalışılırken, küresel çaptaki yoksullaşma da muazzam bir hız ve derinlikte büyüyor. Marksizmin yıllar evvelinden ortaya koyduğu üzere, sistemin işleyiş biçimi bir kutupta akla hayale sığmaz bir servet birikimine yol açarken, öte kutupta akıl almaz bir yoksulluk yaratıyor. Bu şartlar altında yaşam mücadelesi veren dünyanın %99’u için artık hayatta kalabilmek bile başlı başına bir mesele. Sistemin her geçen gün daha da derinleştirdiği eşitsizlik uçurumunun büyümesiyle emekçiler yığınlar halinde açlığa ve sefalete itiliyor. Başka türlü böylesine devasa kârları nasıl elde edebilirler ki! Raporun “yaldızlı bölünme çağı” başlıklı bölümünde bizim “sınıfsal kutuplaşma” olarak tarif ettiğimiz bu gerçeğe ilişkin de önemli veriler yer alıyor. Rapora göre en az 1,7 milyar işçi ücretlerin enflasyonun altında kaldığı ülkelerde yaşıyor. 52 ülkede yaklaşık 820 milyondan fazla insan ise açlık çekiyor. Ultra zenginler son iki yılda servet rekorları kırarken; işçilerin aynı dönemde 1,5 trilyon dolar kaybettiği belirtiliyor. Bu 25 günlük maaş kaybı anlamına geliyor. Dünyanın en büyük 1600’den fazla şirketi arasında yalnızca yüzde 0,4’ünün işçilere geçinmeye yetecek bir ücret ödemeye “kararlı” olduğu kaydediliyor. Bu “kararlılığın” gerçek hayatta nasıl şekillendiğini şu ana dek rapordan aktardığımız veriler yeterince anlatıyor. Ya da şimdi aktaracağımız veri şirketlerin kararlılığını da sınıfsal kutuplaşmanın derinliğini de net bir şekilde ortaya koyacaktır. Rapora göre sağlık sektöründe çalışan bir kadın işçinin, en büyük Fortune 100 şirketindeki bir CEO’nun ortalama bir yılda kazandığı parayı kazanması için çalışması gereken süre en az 1200 yıl! Başka da söze gerek yok! İşte kapitalizmin yarattığı devasa eşitsizlik tablosunun çarpıcı özeti!
Davos’taki yapay zekâ hareketliliği
Oxfam’ın eşitsizlik raporuyla birlikte zirve öncesi yayınlanan Küresel Riskler Raporunda da toplumsal kutuplaşma, ekonomik fırsat eksikliği, enflasyon ve ekonomik krizin derinleşmesi en önemli riskler arasında yer alıyor. Öte yandan hem risk raporunda hem de zirve boyunca üzerinde en çok durulan konulardan biri de yapay zekâ ve insanlığın geleceği meselesi oldu. Örneğin Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva, yapay zekânın, dünya çapında işlerin neredeyse yüzde 40’ını etkileyeceği ve genel eşitsizliği daha da kötüleştireceği uyarısında bulunurken; dünyanın önde gelen yapay zekâ şirketlerinden OpenAI’ın kurucu ortağı Sam Altman şu anda işlerin risk altında olmadığını buyurdu. “Daha iyi olacak ama henüz işlerin yerini almıyor. Üretkenlik için inanılmaz bir araç. Bu, insanların yaptıklarını büyüten, insanların işlerini daha iyi yapmalarını sağlayan ve işlerin bazı kısımlarını yapan bir araç” sözleriyle burjuva hükümetleri bu alandaki yatırımlara hız vermeye davet etti. Yapay zekânın askeri alandaki kullanımı da dâhil istihdam üzerindeki etkileri ve daha pek çok başlık da zirvenin gündemine oturdu.
Davos’taki yapay zekâ hareketliliğinin yanında geçtiğimiz yılın sonlarına doğru büyük emperyalist güçler arasında yaşanan hareketliliği de unutmamak lazım. Zira ABD, AB ve Çin yetkilileri geçtiğimiz yıl 3 Kasımda İngiltere’de düzenlenen yapay zekâ güvenlik zirvesine katılmıştı. Siyasi temsilcilerin yanı sıra Google, Microsoft, Amazon, ve Meta gibi yapay zekâ alanında öne çıkan firmalar ile Elon Musk ve Sam Altman gibi şirket sahipleri de zirvede bulunmuştu. Zirveye katılan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 27 ülkeden temsilciler yapay zekâ güvenliği alanında devletlerin birlikte çalışması ve gözetim konusunda ortak bir yaklaşım oluşturması gerektiğini belirten Bletchley Deklarasyonuna imza atmış, yapay zekâdan doğacak risklerin önlenmesi adına uluslararası ortak çaba göstereceklerini ilan etmişlerdi. Elbette böylesi deklarasyonların kapitalist güçler arasındaki kıyasıya rekabeti durdurmadığını biliyoruz. Aksine yapay zekâ da dâhil her alanda birbirleriyle kıran kırana rekabet halinde olan küresel güçler, bilim ve teknolojideki bütün gelişmeleri de bu çerçevede kontrol etmeye ve yönlendirmeye çalışıyorlar. Zaten bahsettiğimiz deklarasyondan hemen önce ABD ve Çin egemenlerinin aynı haftalarda yayınladıkları strateji raporlarındaki hedefler, bu iki emperyalist gücün ticaret savaşlarıyla yürüttükleri ve özellikle de bilim ve teknolojideki üstünlük yarışıyla cisimleşen rekabette, yapay zekânın da artan biçimde öne çıkacağının habercisiydi. “Amerika’nın Stratejik Duruş Raporu” başlıklı raporda ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), yapay zekâ güvenlik merkezi kurmaya başladıklarını duyurdu. “Çin Halk Cumhuriyeti’ni İlgilendiren Askeri ve Güvenlik Gelişmeler Raporu” başlıklı rapor ise Çin’in 2030 yılına kadar yapay zekâ araştırma ve geliştirmede dünya liderliğine ulaşmayı hedefleyerek kendisini küresel bir öncü olarak konumlandırdığını ortaya koydu. Bu stratejik hedeflerin üçüncü emperyalist paylaşım savaşının genişleyip yayıldığı konjonktürde ilan edildiğini düşündüğümüzde, yapay zekânın askeri alanda kullanımının sınırlanmasının naif bir beklenti olduğu açıktır.
Yapay zekâ bahsinde sürekli dolaşıma sokulan bir diğer mesele ise istihdam üzerinde yaratacağı sonuçlar olarak karşımıza çıkıyor. IMF başkanının dillendirdiği işsizlik kaygısının bu anlamıyla toplumda önemli bir karşılığının olduğunu belirtelim. Ne var ki, sorun yapay zekânın ya da ileri teknolojinin kendisinde değil kullanılma biçiminde. Kapitalist üretim tarzının varlığı teknolojinin farklı sınıflar için bambaşka sonuçlar yaratmasına yol açıyor. Muazzam teknolojik gelişmeler aslında girişte belirttiğimiz gibi tüm insanlık için yeryüzü cennetini olanaklı kılıyor. Ancak insanlığın önündeki en büyük engel olan kapitalist özel mülkiyet prangası bu olanak hiç yokmuşçasına akıl almaz çelişkiler yaratıyor. Kapitalist egemenler teknolojideki gelişimin önemli bir bölümünü, yıkım araçlarını mükemmelleştirmede kullanıyor. Hal böyle olduğu için “robotlar ve yapay zekâ bugün (yani kapitalist çerçevede) işçiler için gerçekten de işsizlik tehdidi anlamına geliyor. İnsanların yapay zekâdan korkmasının arkasında işsizlik ile ilgili kaygılarının olması hiç de şaşırtıcı değil. Öte yandan bu korkuların somut bir zemini olsa da, burjuva uzman ve ideologlarca abartıldığı kadar hızlı bir robotlaşmayla karşı karşıya olmadığımız da bir gerçek.” (Oktay Baran, Yapay Zekâ, Robotlar ve İnsanlığın Geleceği, marksist.net)
Bu gerçeği son zamanlarda ortaya konulan bir araştırma da doğruluyor. ABD’deki Massachusetts Teknoloji Üniversitesi (MIT) yayınladığı araştırmada, insan emeğinin şu anda ekonomik olarak yapay zekâdan daha cazip olduğunu ifade ediyor. Bu konu daha geniş bir bağlamda yeniden ele alınmayı hak ettiğinden biz burada sadece kapitalistlerin her türlü teknolojik gelişmeyi nasıl da kendi çıkarlarına (ve elbette ki tüm insanlığın aleyhine) göre pazarladıklarını belirtmekle yetinelim.
Netice itibariyle Oxfam’ın eşitsizlik raporu da yapay zekâ üzerinden ortaya çıkan gerçekler de kapitalist üretim tarzının insanlık için ne menem bir şey olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Dünya tarihinde ilk kez önümüzdeki 10 yıl içerisinde bir dolar trilyonerinin peyda olacağı gerçeği işçi ve emekçi kitlelerin üzerindeki dizginsiz sömürünün artarak süreceğini haber veriyor. Yani tüm bu akıl almaz çelişkiler devasa boyutlara ulaşmamış gibi, önümüzdeki dönemde toplumsal eşitsizlik konusunda da sistemin yarattığı diğer kronik sorunlarda da yeni rekorlar kırılacağına şüphe yok. Üretici güçleri önüne geçilemez bir şekilde geliştirirken, özel mülkiyet prangası nedeniyle devasa çelişkiler yaratan kapitalizmin dünya devrimiyle yıkılmasından başka çare yok. Hep dediğimiz gibi, tüm toplumsal olguların haykırdığı gerçek aynı: ya sosyalizm ya yok oluş!
link: Can Aytekin, Davos 2024: Burjuvazinin Nafile “Güven” Arayışı Sürüyor!, 10 Şubat 2024, https://en.marksist.net/node/8190
Okurlarımızdan: Bu Felâket Depremin Değil Kapitalizmin Eseridir
Okurlarımızdan: 6 Şubat’ı Felâkete Çevirenlerden Hesap Soracağız