Kapitalist sistemin olmazsa olmazlarından, doğası gereği kaçıp kurtulamayacağı sorunlardandır krizler. Bugün tüm dünyada kriz derinleşirken, kaotik bir ortam söz konusudur. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna işsizlik, açlık, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık kol geziyor. Sistemin içine girdiği tarihsel krizi aşamaması nedeniyle burjuvazi, toplumun bağrında mayalanan öfkeyi bastırabilmek için çareyi daha da otoriterleşmekte, baskıları arttırmakta arıyor.
Son 10 yılda Üçüncü Dünya Savaşı ve savaş kaynaklı oluşan göç nedeniyle milyonlarca emekçi yaşamını kaybetti, çok daha fazlası evini yurdunu, sevdiklerini kaybetti. Sistemin sadece bu hali bile kitlelere devrimci bir mücadelenin zorunluluğunu dayatmıyor mu? Çürümüş, kokuşmuş, toplumun taleplerini karşılamak bir tarafa, savaşlar ve yıkımlardan beslenen bir sistem söz konusudur. Durumun ciddiyetini kavrayan kapitalizmin efendileri işte bu nedenle daha ciddi önlemler alma peşindedir.
Bir taraftan toplumda mayalanan tepkiyi söndürmek için propaganda aygıtlarını devreye sokarlarken, diğer taraftan baskı aygıtlarını da devreye sokuyorlar. Mesela Türkiye’de faşist rejim daha düne kadar, haksızlığa uğradıklarından, dışlandıklarından dem vuran tarikatları iktidarın parçası, payandası haline getirip kitleleri pasifize ederken, diğer taraftan baskı, sindirme ve her türlü devlet terörüne hız veriyor, kanunsuzluğu kanun haline getiriyor.
Bazı tarikatlar ayrımcı bir dil kullanarak emekçileri birbirine düşmanlaştırıyor. “Şeriat geliyor, her yer cübbeli doldu” yaygarası koparan Kemalist güçler ise, farkında olarak ya da olmayarak bir gerçeğin üzerini örtüyor, faşist rejimin payandası durumuna düşüyor, incir yaprağı görevi görüyor. O gerçek şudur ki Türkiye’de kurumsallaşmış bir faşist rejim vardır.
Aynı şekilde sendikal alanda da benzer bir durum söz konusudur. İşçi sınıfı adına hareket ettiğini iddia eden sendika bürokratları, işçilerin tokadını enselerinde hissetmedikçe rejimin sınıfımız içindeki payandalarına dönüşüyorlar. İşçi sınıfının örgütlenip yeni mevziler kazanmaması için her türlü oyunu çeviriyorlar.
Tarikatlarıyla, partileriyle, sendika bürokratlarıyla, her türlü gerici örgütlenmeleriyle krizin ve emperyalist savaşın faturasını biz işçi sınıfının sırtına yıkmak isteyen rejim güçleri her yola başvuruyor. Elif Çağlı, faşizme karşı mücadelenin yöntemini şöyle özetliyor: “Faşizm, dünya genelinde yaşanan kriz ve savaş koşullarına bağlı derin bir hegemonya krizinin yansımasıdır. O nedenle diyebiliriz ki, faşizm burjuva düzen açısından güçsüzlüğün içinde güç gösterisidir. Zaten diğer yolların tıkanmış olması nedeniyle iktidar olabilen faşizm, özellikle de sivil faşizm, bu iktidarından kendiliğinden feragat etmeyecektir. Bir başka deyişle, işçi-emekçi kitlelerin böyle bir iktidardan kolayına kurtulabilmeleri mümkün değildir. Son tahlilde sınıf mücadelesinin şaşmaz bir kuralı olarak denebilir ki, «zor»a dayanarak iktidarını sürdüren, çeşitli iç ve dış faktörlerin etkisinin büyüttüğü mücadeleyle «zor» ile gider!”
Çağlı, emekçilerde faşist rejime karşı hoşnutsuzluk olsa da ona karşı mücadelenin duygulara dayanarak değil, bu muhalif duyguları aktif mücadeleye dönüştürecek bir örgütlülük sayesinde ilerletilebileceğini belirtir. “Unutulmasın ki, faşizm ve benzeri tüm olağanüstü burjuva rejimler işçi sınıfının mücadelesine, örgütlerine darbeler indirebilir fakat her ne yaparsa yapsın işçi sınıfını ortadan kaldıramaz. Onun tarihsel misyonunu yok edemez ve en karanlık günlerin içinden bile sınıfın duyarlı unsurlarının tomurcuklanmasını engelleyemez” der. Önemli olan bu gerçeği hep akılda tutarak doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam etmektir.
link: İstanbul’dan bir metal işçisi, Kriz, Baskı, Zorbalık, 1 Şubat 2024, https://en.marksist.net/node/8182
Can Atalay’ın Vekilliğinin Düşürülmesi İşçi Sınıfına Saldırıdır
Yunanistan’da Albaylar Cuntası ve Karanlığı Yırtan Sesler