Ocak ayında yitirdiğimiz devrimci önderlerimizden Lenin’in ölümünün 100. yılındayız. İlk muzaffer işçi devriminin önderi olarak tarihe geçen Lenin, hayata gözlerini yumduğu 21 Ocak 1924’e dek, insanlığın esaretten kurtuluşu mücadelesine adadığı devrimci yaşamıyla kavga neferlerine, biz devrimci gençlere ilham ve feyiz kaynağı olmayı sürdürüyor. Teori ve pratiğin örgütlü birliğinin canlı bir örneği olarak Lenin, devrimci Marksizme katkıları ve haklı olarak kendi adıyla anılan örgüt anlayışıyla yolumuza ışık tutmaya devam edecektir.
Bu noktada bizlere bıraktığı en önemli vasiyet, şüphesiz, dünya devrimi hedefinden şaşmayarak enternasyonalist devrimci çizginin takipçisi olabilmektir. Ne mutlu bizlere ki, kapitalist barbarlığa karşı mücadelemizi Marx ve Engels’in teorik ve pratik temellerini döşediği, Lenin önderliğindeki Bolşevik devrimcilerin Ekim Devrimiyle taçlandırdıkları, Rosa, Liebknecht ve Troçki’nin uğruna can verdiği bu köklü geleneğin sancağı altında yürütüyoruz.
Sadece Lenin değil, Ocak ayında yitirdiğimiz diğer devrimci önderlerimiz de devrimci yaşamları ve ölümleriyle mücadelenin ilerlemesi ve nihai hedefine ulaştırılabilmesi için hem yerel hem de evrensel ölçekte devrimci partinin varlığının ne denli hayati olduğunu bizlere göstermişlerdir. Tarihsel kronolojiyle ifade edecek olursak, 1918-19 Alman Devrimine önderlik eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in Alman sosyal demokrasisinin ihanetiyle alçakça katledilmeleri, devrimci öncünün devrimin imdadına vaktinde yetişememesinin en kahredici örneklerinden biri olarak belleğimize kazınmıştır. Devrimin alevleri içerisinde, Komünist Enternasyonal’in parçası olacak Alman Komünist Partisinin kurulmasına öncülük etmeleri ve bu uğurda gösterdikleri cesaret ve devrimci atılganlık da onların devrimci kişiliklerinin bizlere bıraktığı en kıymetli armağan olmuştur.
Dünya devrimi perspektifine bağlılıklarıyla Mustafa Suphi ve yoldaşlarının giriştikleri mücadele ve trajik ölümleri de yine bizler için her daim akılda tutmamız gereken tarihsel gerçeklere ışık tutmaktadır. Onları Karadeniz’in karanlık sularında boğduran bu devlet, bizlere burjuvaziye asla güvenmememiz gerektiğini bütün gericiliği ve vahşetiyle göstermiştir. Onların katledilişi TKP’nin başlangıçtaki devrimci çizgisinden uzaklaşması sürecinin de miladı olmuş, daha sonra gelen parti liderlikleri Suphi’lerin cellatlarına ilericilik atfedip methiyeler düzmüşler, reformizmin ve oportünizmin yoluna sapmışlardır.
Lenin’in ölüm döşeğinde Stalinist bürokrasiye karşı verdiği son mücadelesi, Rosa’ların katliyle simgeleşen Alman Devriminin yenilgisi, ardından gelişen karşı-devrimci sürecin faşizme ilerleyişi ve Onbeşlerin vahşice katledilmeleriyle birlikte Türkiye sosyalist hareketinin Kemalizmin ve Stalinizmin tahrifatlarıyla devrimci özünden kopartılışı… Bu tarihsel gerçekler Ocak ayında yitirdiğimiz devrimci önderlerimizin, neden geleneğimizin kilometre taşları olduklarını ve mücadele yürüttükleri tarihsel süreçlerde nasıl rollere sahip olduklarını çarpıcı bir biçimde göstermektedir.
Elbette onları anmak arkalarından ağıt yakıp yas tutmak olmadığı gibi, onları putlaştırıp cansız ikonlara çevirmek de değildir. Bize düşen, kavgalarından, adanmışlıklarından, devrimci fikir ve tutumlarından feyiz almak, hatalarından dersler çıkarıp bize miras bıraktıkları geleneği ileriye taşımak için ter akıtmaktır. Ancak inatla, sabırla, azimle çalışmaya devam ederek onlara olan borcumuzu bir nebze olsun yerine getirebilir ve başta burjuvazi olmak üzere onların katillerinden hesap sorabiliriz.
link: Ankara’dan genç bir işçi, Devrimci Önderlerimizi Enternasyonalist Mücadelemizde Daima Yaşatacağız!, 11 Ocak 2024, https://en.marksist.net/node/8161
Kanser Tehlikesi Yayılıyor Ama Yoksullar İçin!
Rejimin “Aile ve Gençlik Fonu”