On yıllardır İsrail devletinin sistematik şiddeti, zulmü ve aşağılamaları altında yaşayan Filistin halkı, 7 Ekimden bu yana İsrail’in yağdırdığı bombaların altında soykırıma uğruyor. Filistin Sağlık Bakanlığının yaptığı açıklamaya göre öldürülenlerin sayısı 22 bini, yaralı sayısı 60 bini aştı. 2,3 milyon insanın yaşadığı Gazze’de nüfusun neredeyse tamamı yerinden edildi. Yüz binlerce kişi aralıksız yağan bombalar, salgın hastalık, yetersiz beslenme gibi nedenlerle ölümle burun buruna bulunuyor. Doğu Akdeniz’de mavi suların kıyısındaki Gazze artık soluk griden ibaret bir şerit ve bu haliyle tam bir cehennemi andırıyor. Nitekim BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu UNRWA’nın başkanı Gazze’yi “bitmek bilmeyen ve derinleşen bir trajedi ... yeryüzündeki cehennem” olarak tanımlıyor.
Öte yandan bu cehennemin alevleri sadece Gazze’yi yakmıyor. Kudüs ve Batı Şeria’da da yüzlerce ölü ve pek çoğu çocuk binlerce yaralı var. Tutsak edilen, kaybedilen, işkencede öldürülen çok sayıda insan olduğu belirtiliyor. İsrailli nice aileyse, 7 Ekimde kendi devletleri tarafından öldürüldükleri açığa çıkan yakınlarının hesabının verilmesini, rehinelerin eve dönmesini, savaşın bitmesini bekliyor. Fakat Netanyahu ve başında bulunduğu faşist koalisyon, bu sesleri şiddetle boğuyor, daha fazla katliam, yıkım ve gözyaşı vaat ediyor.
İsrail, “sivillerin arkasına saklanan Hamas’ı yok etmek” bahanesiyle Gazze’nin kuzeyini yerle bir edip buradaki yüz binlerce Filistinliyi güneye sürerken, çok geçmeden güneyi de hedef tahtasına oturtup bombalamaya başladı. Yıllardır 2,3 milyon insan için açık hava hapishanesi haline getirdiği, uzunluğu 41 kilometre, genişliği 6 ilâ 12 kilometre arasında değişen, 363 kilometrekarelik Gazze Şeridini bütünüyle bir katliam şeridi haline getirdi. Buna rağmen İsrailli egemenler sivil ölümlerden sorumlu olmadıklarını ileri sürüyorlar. Broşür dağıtarak, mesaj göndererek, internet üzerinden duyurular yaparak bombalayacakları bölgeleri bildirdiklerini, sivillere 24 saat içinde o bölgeleri terk etmeleri gerektiğini duyurduklarını iddia ederek insanların aklıyla dalga geçiyorlar. İsrailli egemenlere göre Filistinliler insan değil, “insansı hayvanlar”! Hamas’ı destekledikleri, saldırıyı engellemedikleri için suçlular! Hamas’ın arkasında İran ve Hizbullah var ve İsrail ezeli düşmanlarının kalkan olarak kullandığı sivillere merhamet gösteremez! İsrailli egemenlerin eşine az rastlanır cinsten zalimliğine işte bu mide bulandırıcı propagandalar eşlik ediyor.
Emperyalist savaşın Gazze halkası
Savaş naraları atan bu faşist koalisyonun Hamas saldırısını “Allah’ın lütfu” olarak gördüğü sır değildir. Fakat bu savaş özellikle savaşın ilk günlerinde kimilerinin iddia ettiği gibi desteği azalan, iktidarı sarsılan Netanyahu’nun ikbal endişesiyle başlattığı ve sürdürdüğü bir savaş değildir. Bir kez daha altını çizelim: Hamas’ın 7 Ekimdeki saldırısı ve ardından İsrail’in başlattığı topyekûn savaş emperyalistlerin sorun alanlarını nasıl kaşıdığının ve emperyalist savaşın yeni halkaları haline getirdiğinin son örneğidir. Bu savaş, içinden geçtiğimiz tarihsel döneme damgasını vuran uzatmalı hegemonya kavgasından ve bunun doğrudan sonucu olan üçüncü emperyalist paylaşım savaşından bağımsız düşünülemez. Gazze, ABD, AB, Rusya, Çin gibi emperyalist güçlerin, İsrail, İran gibi bölge güçlerinin kapışma alanı haline gelmiştir. Savaştan önceki süreçte İsrail ve Arap devletleri arasındaki “normalleşme” süreci, ABD ve İsrail’in rakipleri açısından gerilimi anormal ölçüde tırmandırmış, zaten bir barut fıçısı olan Ortadoğu’da kapitalizm altında normalleşme olamayacağını göstermiştir. Öte yandan savaşın gidişatına ve etkilerine dair tüm gelişmeler, Marksist Tutum’un bu savaşın Üçüncü Dünya Savaşının kanlı bir halkası olarak değerlendirilmesi gerektiği ve yayılma eğilimi taşıdığı yönündeki değerlendirmelerini fazlasıyla doğrulamaktadır.
İsrail’in arkasındaki emperyalist güçler, büyük bir pervasızlıkla İsrail’in yürüttüğü bu kanlı savaşın “kendini savunma hakkı” çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini buyuruyorlar. Çünkü onlara göre İsrail devleti “varoluşsal tehdit” altında bulunuyor. Onlara göre İsrail ordusu Hamaslı teröristlerin yarattığı bütün zorluklara rağmen “hukuka bağlılıktan” taviz vermiyor. ABD Başkanı Joe Biden, Netanyahu’ya sivil ölümler konusunda dikkatli olması gerektiğini söylediğini ileri sürüyor. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ise, “İsrail’in sivilleri korumak yönünde ahlâki sorumluluğu bulunduğunu” söylüyor. Yani ABD’li egemenler İsrail ordusunun Gazze’deki işini daha makul sayıda sivil öldürerek görmesini istiyor. Çünkü ABD, 7 Ekimden Aralık sonuna kadar İsrail’e 230 uçak ve 20 gemi dolusu silah gönderdi. “İran ile Hizbullah’ın çatışmayı bölgesel olarak genişletme tehlikesine karşı caydırıcılık” sağlamak ve İsrail’e destek vermek için donanmasının en yeni ve en büyük savaş gemisi grubunu Doğu Akdeniz’e konuşlandırdı. AB emperyalistlerini aynı şekilde hareket etmeleri yönünde teşvik etti.
Sivillerin korunmasından bahseden ABD, İsrail’e yönelik korumacı ve savaşın devamı yönünde cesaretlendirici tutumunu her alanda ve her fırsatta sergiliyor. Birleşik Arap Emirlikleri, Gazze’de insani yardımlara kesintisiz ve güvenli erişim sağlanması için çatışmalara acilen ara verilmesi talebiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine bir karar tasarısı sundu. Fakat tasarı ABD tarafından defalarca veto edildi. 7 Ekimden bugüne Gazze’ye insani yardımların ulaşmasını engelleyen İsrail, 24 Kasımda 4 günlüğüne verilen ve daha sonra 3 gün daha uzatılan “insani aranın” ardından bunun acısını çıkarırcasına saldırılarını daha da şiddetlendirdi.
Öte yandan Yemen’de Husiler olarak bilinen ve İran tarafından desteklenen Ensarullah hareketinin Kasım ayında İsrail bandıralı gemilere saldırması üzerine ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) hızla harekete geçti. Ensarullah hareketi, bu saldırıları Körfez ülkelerinden doğalgaz ve petrol taşıyan gemilerin rotası üzerindeki Babülmendep’te gerçekleştirdi. ABD destroyerleri Ensarullah’ın SİHA ve gemi savar balistik füzelerini önleyerek İsrail gemilerini koruma altına aldı. Fakat bununla sınırlı kalmayarak “Refah Muhafızı Operasyonu” adıyla çokuluslu bir misyon çağrısında bulundu. ABD’nin ve İsrail’in “Filistin’den sonra sıra size gelir” şeklindeki tehditlerine rağmen Ensarullah hareketi Babülmendep’te saldırılarına devam ediyor. ABD ve müttefikleri ise Ensarullah güçlerine hızla karşılık ve kayıplar verdiriyor. Bu durum, zaten Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilim nedeniyle 8 yıldır “iç” savaşla boğuşan Yemen’de savaşın denizde kızışmaya devam edeceğini gösteriyor.
Kızıldeniz’i Aden Körfezine bağlayan, 37 kilometre genişliğinde bir boğaz olan Babülmendep’ten (Ağıt Kapısı) yılda 17 ilâ 21 bin gemi geçiyor. Çeşitli kaynaklar bunun küresel ticaretin yüzde 12’sine denk düştüğünü belirtiyor. Bu rotanın değişmesi nakliye, sigortalama ve süre bakımından maliyetleri önemli ölçüde arttırıyor ve küresel tedarik zincirlerinin zarar görmesi anlamına geliyor. Dahası Körfez ülkelerinin petrol ve doğalgazını taşıdıkları için bu gemilerin güvenliği pek çok ülke için büyük önem taşıyor. ABD’nin Refah Muhafızı Misyonuna hangi ülkenin ne kadar aktif destek vereceği şimdilik netleşmiş değil. Fransa gibi bazı ülkeler kendi gemilerinin güvenliğini kendilerinin sağlayacağını açıkladı. Hindistan ise Umman Denizinde güvenliği sağlamak amacıyla Aden Körfezi açıklarına 2 güdümlü füze destroyeri konuşlandırdı. Bu rotadaki deniz ticaretinden büyük kârlar elde eden Mısır 19 Kasımdan itibaren çok sayıda geminin rotasını Babülmendep Boğazı yerine Afrika’nın güneyindeki Ümit Burnuna yönlendirdiğini açıkladı. Çok sayıda büyük deniz taşımacılığı ve enerji tekeli güvenlik gerekçesiyle Kızıldeniz’deki tüm seferlerini ve tanker sevkiyatlarını askıya aldıklarını duyurdu. Bazı tekeller İsrail kargolarını kabul etmeyi geçici olarak durdurmaya karar verdi. Tüm bu gelişmeler sorunun büyüklüğünü, çapraşıklığını ve taraflarının çokluğunu ortaya koyuyor.
Bu gelişmelerin hemen ardından, Aralık ayı sonunda, İsrail Şam yakınlarına düzenlediği saldırıda İran Devrim Muhafızlarının üst düzey komutanlarından Seyyid Razi Musavi’yi öldürdü. Suriye’de Golan Tepelerini işgal eden ve bombalar yağdıran İsrail’in saldırılarını Şam’a taşıması ve doğrudan İranlı üst düzey bir komutanı hedef alması aynı zamanda Babülmendep’teki İran destekli Husi saldırılarının intikamı olarak değerlendirilebilir. Suriye ile İran arasındaki askeri ittifakın koordinasyonundan sorumlu olan Musavi’nin Lübnan ve Hizbullah’la da bağı olduğu belirtiliyor. Musavi’nin 2020’de Irak’ta ABD’nin düzenlediği suikastta öldürülen Devrim Muhafızları Kudüs Birliği Komutanı Kasım Süleymani’nin de yakın arkadaşı olduğu biliniyor. Öte yandan Kasım Süleymani’nin ölüm yıldönümünde yapılan anmada patlatılan bombalar nedeniyle 100’den fazla kişi öldü. Tüm oklar İsrail’i gösterirken saldırıyı IŞİD’in üstlenmiş olması Ortadoğu’nun nasıl bir kaos içinde olduğunun bir başka örneğidir. Elbette tüm bunlara İsrail’in Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta Hamas lideri Aruri’yi suikastla öldürmesini de eklemek gerekir. Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasında sınır boyunda gerçekleşen karşılıklı saldırılar devam ederken Beyrut’ta gerçekleştirilen bu suikastın savaşı daha tehlikeli boyutlara taşıması muhtemeldir.
Bu gelişmeler çok açık gösteriyor ki bu savaş emperyalist kamplaşmayı hızlandırıyor. Çin, Rusya, İran gibi güçler bölgede etkinliklerini arttırmak istiyor. Buna izin vermek istemeyen ABD ve İsrail, ateşkesten, çözümden değil daha azgın bir savaştan yana tutum alıyor. Tam da bu nedenle BM Genel Kurulunda yükseltilen çağrılar karşılıksız kalıyor, Mısır’ın üç aşamalı ateşkes planı gibi öneriler daha mürekkebi kurumadan çöpü boyluyor.
Netanyahu, “İsrail’in Oslo’daki hatasını tekrarlamasına izin vermeyeceğim. Sivillerimizin ve askerlerimizin büyük fedakârlıklarından sonra, terörizm eğitimi veren, terörü destekleyen ve terörü finanse edenlerin Gazze’ye girmesine izin vermeyeceğim. Gazze ne Hamasistan ne de Fetihistan olacak” diyor. Yani Netanyahu’ya göre Gazze’nin Hamas’ın elinden alınması yeterli değil. İsrail’le işbirliği yapan El Fetih gibi bir yönetim bile İsrail’in tahammül sınırlarını aşıyor. İsrail çok açık ki Filistinlilerden arındırılmış bir Gazze hayal ediyor. Nitekim devlet yetkilileri ve inşaat şirketleri Gazze’nin kuzeyinde inşa edecekleri konut ve binalardan bahsetmeye başladılar bile. Bu planlar, İsrail’in 80 bin Filistinli işçinin ülkeye girişinin yasaklanması nedeniyle inşaat sektörünün durma noktasına geldiğinden, Çin, Hindistan, Sri Lanka ve Moldova’dan 70 bin inşaat işçisi getirteceğinden bahsettiği günlerde yapılıyor. Ayrıca bir bütün olarak Gazze nüfusunun Afrika ülkelerine sürülmesi gibi bir plandan da söz ediliyor. Kısacası İsrail ve ortakları, rakip emperyalist güçlere karşı kazanacakları zaferin anıtlarını halkın kanıyla suladıkları Gazze’ye dikmek için sabırsızlanıyor. Ortadoğu halklarının barış ve özgürlük düşleri bu dev anıtların altında ezilmek isteniyor.
“İçinde bulunduğumuz emperyalist savaş konjonktürü, Filistin halkının ve Ortadoğu’nun işçi-emekçi sınıflarının kaderini her zamankinden daha fazla birbirine bağlamıştır. Bu, bölge emekçilerinin kapitalizme karşı ortak bir mücadele yürütmelerini zorunlu kılmaktadır. Filistin halkının yanı sıra İsrailli işçi-emekçiler de bu mücadeleye katılmaksızın yol alınması mümkün değildir. Her iki halkın ve tüm bölge halklarının en büyük özlemlerinden barış ve özgürlük ancak böylesi bir mücadeleyle mümkün olabilir.”[*]
[*] Marksist Tutum, Emperyalist Savaş Kıskacında Filistin Halkı, 12 Ekim 2023
link: Ezgi Şanlı, Filistin’in İkinci “Nakba”sı, 7 Ocak 2024, https://en.marksist.net/node/8158
Yaşasın Devrimci Mücadelenin Sönmeyen Ateşi!
Enflasyon Yalanları ve Emekçilerin Gerçeği