İsrail’in Gazze’yi dünyanın gözleri önünde yerle bir edip Filistinlilerden arındırmaya çalışması karşısında kitlesel protesto eylemleri dalga dalga yayılıyor. İsrail devletinin kayıtsız şartsız destekçisi olan hükümetlerin işbaşında olduğu iki büyük emperyalist ülkenin başkentleri, Londra ve Washington, 300 bin kişilik dev gösterilere sahne oldu. Pek çok ülkede on binlerce emekçi bir aydır kesintisiz bir şekilde gösteriler düzenliyor ve Filistin halkıyla dayanışma duygularını paylaşırken İsrail’in bir an önce durdurulması için harekete geçilmesini istiyor. Daha da önemlisi, meydanlarda yankılanan barış çığlıkları, şimdilik aynı güçte olmasa da fabrikalardan, limanlardan vb. yükselen çağrılarla da desteklenmeye başlıyor. Emperyalist ve haksız savaşlar karşısında işçilerin kendi sınıf kimlikleri ve eylem tarzlarıyla sahneye girmesinin çok önemli ve etkili olduğunu tarihten biliyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Filistinli sendikaların tüm dünya işçilerine yaptıkları çağrıyı[1] sitemizden duyurmuştuk. İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ardından gelen bu çağrıda, İsrail savaş makinesinin ancak Filistin halkıyla küresel dayanışmanın kitlesel olarak artmasıyla dizginlenebileceği belirtiliyor ve dünya işçilerine acilen harekete geçme çağrısı yapılıyordu. Bu doğrultuda, İsrail için silah yapımının, nakliyatının durdurulması, bu savaşta rolü olan İsrail şirketleriyle tüm sözleşmelerin kesilmesi, askeri ticaretin durdurulması için hükümetlere basınç bindirilmesi, İsrail devletinin fonlanmasının engellenmesi gibi somut adımlar dile getiriliyordu.
Şili’de 1970 Ekiminde iktidara gelen Allende başkanlığındaki sosyalist Halk Birliği hükümetine karşı 11 Eylül 1973’te yapılan faşist askeri darbe[2] sadece Şili burjuvazisinin değil küresel mali sermayenin de içini rahatlatmıştı. Darbenin CIA’in aktif desteğiyle örgütlendiği zaten biliniyordu. Ama sonuçtan memnun olan sadece ABD değildi. Pinochet başkanlığındaki faşist cuntanın “Marksist kanserin kökünü kurutmak” misyonunu biçtiği bu darbenin ardından İngiltere Dışişleri Bakanı, “hiç şüphe yok ki, İngiliz çıkarları için, cunta yönetimi altındaki Şili, Allende’nin sosyalizme giden kaotik yolundan daha iyidir” diyerek İngiliz devletinin tarafını da açıkça belli ediyordu. Oysa onun “İngiliz çıkarları” dediği şey sermayenin çıkarlarıydı ve İngiltere’de bir de onunla taban tabana zıt çıkarlara sahip bir işçi sınıfı bulunuyordu. Şili’deki faşist rejimin yaptıklarını öğrenen işçilerin öfkesi büyüdüğü gibi, bunu gerçekleştirdikleri pek çok eylemle de dışavuruyorlardı. Protesto gösterileri, konferanslar, ticari boykot kampanyaları, siyasi mültecilere yardım kampanyaları gibi eylemler, hem tepkinin sergilenmesine hizmet ediyordu, hem de emekçileri Şili’deki gerçek durum hakkında bilgilendirirken harekete geçmeye teşvik ediyordu. Büyük Britanya Komünist Partisi ve İşçi Partisinin de aralarında bulunduğu çok sayıda sol/sosyalist örgütün ve otuzdan fazla ulusal sendikanın birlikte örgütledikleri Şili Dayanışma Kampanyası bünyesinde gerçekleştirilen bu eylemler, faşist cuntayla ilişkiler konusunda İngiliz burjuvazisini de sıkıştırıyordu.
Faşist cuntayla tüm ilişkilerin kesilmesi çağrısında bulunan kampanyanın darbenin birinci yıldönümünde Londra’da düzenlediği mitingde sendikalar pankartlarıyla yer alırken, faşist darbenin postalları altında ezilen Şilili işçilerle dayanışmak için yürüyüşe katılan binlerce emekçi Pinochet diktatörlüğüne öfkesini haykırmıştı. 15 Eylül 1974’te gerçekleştirilen bu mitingde, faşist cuntanın katlettiği Salvador Allende’nin eşi Hortensia Allende de bir konuşma yapmış ve katılan tüm işçilere teşekkür etmişti. İşçi Partisi ve Komünist Partinin de katıldığı mitingde, otomobil işçileri, demiryolcular, liman işçileri, inşaat işçileri, madenciler, kazancılar, çelik işçileri, matbaacılar, gazeteciler, tarım işçileri ve diğerleri Hyde Parktan Trafalgar Meydanına yürümüşlerdi. Her sektörden işçilerin katıldığı bu yürüyüşü Morning Star gazetesi “İngiliz işçi hareketinin yoklaması gibi” sözleriyle betimliyordu.
Dört bölüme ayrılan bu fabrikada işçiler güçlü bir örgütlülüğe sahiplerdi ve İşçi Partili ve KP’li üyelerin ağırlıkta olduğu yedi kişilik işyeri komitesinin militan bileşimi, işçilerin çoğunluğunda da yansımasını buluyordu. Bu elbette içinden geçilen tarihsel dönemle de sıkı sıkıya ilişkiliydi. Reformist önderliklerin elinde bulunması nedeniyle devrimci bir çizgiye sahip olmasa da sosyalist hareket ve onun organik ilişki içinde olduğu sendikal hareket güçlüydü. Böyle olunca tek tek işçiler değil, bir sınıf olarak hareket eden işçiler bulunuyordu burjuvazinin karşısında. Rolls Royce’ta da durum buydu. Bu işyerinde birden fazla sendika bulunuyordu ve sendika merkezlerindeki bürokratların ataleti malûmdu. Ama işçilerin işyerinde gerçek anlamda örgütlü olmaları bu ataleti aşacak taban inisiyatifinin gücünü açığa çıkarıyordu. Eylem kararları bölüm bölüm onaylanarak alınıyor ve 3000 işçiye hızlı ve etkili bir şekilde iletilip hayata geçirilebiliyordu. Şili boykotu da bu sayede tam destekle uygulanabilecekti.
1974 baharında Birleşik Motor İşçileri Sendikası (AUEW), Şili ordusuna ait savaş uçakları ve denizaltılar için üretilen motorların sevkiyatının yapılmaması doğrultusunda bir karar alırken, tüm askeri araçlara ait siparişlerin iptal edilmesi konusunda da bir çağrı yayınlamıştı. Fakat tepede yapılan bu çağrılar ve alınan kararların pratiğe geçirilmesi için mücadeleci işçilerin tabanda harekete geçmeleri elzemdi. Rolls Royce fabrikasında olan da işte buydu. Rolls Royce işçileri, 12 Mayısta, Şili’ye gidecek motorların tamirini yapmayı reddederek bir boykot başlattılar. Eylem sendika merkezinden habersiz başlatılmıştı ve iki ay boyunca böyle devam etti. Fakat iki ay sonra İngiliz hükümeti şirkete motorların yapılıp sevk edilmesi yönünde basınç bindirmeye başlayınca sendika da devreye girdi. Çünkü motorların Şili’ye ait olduğunu ve yapılan ticari anlaşma gereği oraya geri gönderilmeleri gerektiğini söyleyen hükümet Rolls Royce yönetimine, o da AUEW’ye baskı yapıyordu. Bir süre sonra sendika genel merkezinde bu konuda ayrışma yaşanacak ve işçilere motorları onarmaları konusunda bir talimat gönderilecekti. Mahkemeden de bu doğrultuda bir karar çıkmıştı ve işçilere bu karara uymak dışında bir seçenek bırakılmıyordu. Fakat işçiler, motorları onarsalar bile fabrika dışına çıkartmamakta kararlıydılar.
Boykot sona erdikten sonra işçiler her yerden minnettarlık dolu mektuplar aldılar. Şili Sendikalar Birliğinin (CUT) İngiltere’deki temsilcisi, Şili’deki sendika hareketi adına Rolls Royce East Kilbride Ortak İşyeri Temsilcileri Komitesine şöyle yazmıştı: “Eylemleriniz Uluslararası Dayanışma Hareketinin en güçlü sembollerinden biri haline geldi, Şili’deki ve sürgündeki tüm Şilili sendikacılar sizi selamlıyor. Temsilcilerinizi özgür bir Şili’de karşılayabileceğimiz günü sabırsızlıkla bekliyoruz.”[3]
Şili’deki faşist rejimi protesto eylemlerinin işyerlerine yansıdığı en güçlü örnek East Kilbride Rolls Royce fabrikasındaki boykottu. Bununla birlikte bu tek örnek değildi. Glasgow, Newcastle, Rosyth gibi kentlerdeki motor fabrikalarındaki işçilerin Şili savaş uçakları için motor üretmeyi kesmeleri, tersane işçilerinin Şili’nin siparişiyle üretilen firkateynleri ve denizaltıları suya indirmeyi reddetmeleri, Liverpool başta olmak üzere çeşitli limanlardaki işçilerin Şili’ye gidecek ya da oradan gelen malların yükleme-boşaltma işlerini yapmayı durdurmaları, yüzlerce denizcinin işsiz kalma pahasına Şili gemilerinde çalışmayı bırakmaları, pek çok işyerinde gerçekleştirilen benzer eylemlerden sadece birkaçıydı.
İşçi sınıfının enternasyonalist mücadelesi bugün de yaşamsal öneme sahip
Kapitalizmin o günlerden bugüne daha demokratik, özgürlükçü, barışçıl bir sistem haline gelmek ne kelime, daha da vahşi bir sisteme dönüştüğünü biliyoruz. İçinde bulunduğu tarihsel sistem krizi onu her alanda daha azgın bir saldırganlığa itmektedir. Emperyalist savaşın dünya savaşı haline geldiği bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın pek çok bölgesindeki çatışmalar, savaşlar, yerel gibi görünseler de, bu büyük savaşın parçası haline gelmişlerdir. İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları da bu emperyalist hegemonya ve paylaşım savaşının en sert şekilde yaşandığı Ortadoğu ayağında ve ona doğrudan bağlı şekilde yaşanmaktadır. İşçi sınıfının enternasyonalist mücadelesi bu emperyalist savaşın tek panzehiridir.
Filistinli sınıf kardeşlerimizin ilham aldıklarını söyledikleri ve kimi örneklerini sıraladıkları enternasyonalist seferberliklerin, bugün Filistin halkına yönelik bir etnik temizliğe girişen İsrail karşısında sergilenmesi gerçekten de yaşamsal önem taşımaktadır. İsrail ordusuna gidecek silahların, mühimmatın ve her türlü malzemenin üretiminin ve nakliyesinin hangi ülkede olursa olsun durdurulmasını sadece işçi sınıfı sağlayabilir. Askeri anlaşmalar ancak onun gerçekleştireceği kitlesel grevlerle iptal edilebilir. Bu bakımdan sendikalara, emek örgütlerine tarihsel bir sorumluluk düşüyor. Dünyanın dört bir yanında meydanları doldurarak, kendi hükümetlerinden bu savaşa destek vermemelerini isteyen milyonlarca işçi var. Fakat bu hareketin uzun soluklu ve etkili olabilmesi için enternasyonalist bir perspektifle örülecek bir örgütlülüğe kavuşması şarttır. Emekçi kitlelerin enternasyonalist devrimci sınıf örgütlerinin ve mücadeleci sendikaların öncülüğünde örgütlenip seferber edilmeleri, kapitalist saldırılara karşı olduğu kadar emperyalist savaşa karşı mücadelede de yakıcı bir öneme sahiptir.
[1] Marksist Tutum, Filistin Halkıyla Dayanışma Eylemleri Büyüyor, 25 Ekim 2023, marksist.net/node/8099
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Elif Çağlı, Bonapartizmden Faşizme ve Kemal Erdem, ŞİLİ: 1973 Yenilgisinin Dersleri, marksist.com
[3] Faşizme karşı Şili işçi sınıfıyla dayanışma eylemlerine ilişkin bilgiler şu kaynaktan alınmıştır:
Ann Jones, No Truck with the Chilean Junta! Trade Union Internationalism, Australia and Britain,1973-1980 (https://press-files.anu.edu.au/downloads/press/p286921/pdf/book.pdf)
link: İlkay Meriç, Filistin Halkını Savunmak İçin Enternasyonalist Mücadele, 13 Kasım 2023, https://en.marksist.net/node/8122
Yeni Bir Dünya İsteyenlerin Bahanesi Olamaz
Koca Yürekli Minik Bir El