Geçtiğimiz ay asgari ücret tespit komisyonunda günlerce süren göstermelik görüşmeler sonrası asgari ücrete yüzde 35’lik bir zam yapıldı. 8500 liralık asgari ücret 11.402 lira olarak güncellenmiş oldu. Tabii iktidar medyası tarafından yapılan zam ballandırılarak büyük zam olarak servis edildi. Asgari ücret zammı sonrası memur ve emekli maaşları da TÜİK’in düşük tarifeli enflasyon oranında arttırılarak, ücret artışlarıyla ilgili süreç başarıyla (!) tamamlanmış oldu. Akabinde hafif tempoyla başlayan zamlar, ÖTV ve KDV oranlarının artırılması ile birlikte yağmur gibi yağmaya başladı. Nihayetinde akaryakıtın ve doğalgazın ÖTV’sine gelen fahiş zamla birlikte zam yağmurunun şiddeti iyice arttı. Böylece asgari ücrete yapılan güya “büyük zam” daha işçilerin eline geçmeden mum gibi eridi. Zammın açıklandığı gün 482 dolara tekabül eden asgari ücret, TL’nin yaşadığı değer kaybı ile 422 dolar seviyesine indi. Yani asgari ücret daha işçilerin eline geçmeden 60 dolar değer kaybetti. Sene sonuna kadar daha da değer kaybedeceği gün gibi ortadadır.
Son yıllarda asgari ücrete yapılacak zam oranı gündemi epey meşgul eden bir hal aldı. Çünkü çalışan nüfusun yarısından fazlası asgari ücrete mahkûm edilmiş durumda. Asgari ücretin üzerindeki işçi ücretleri ve memur maaşları da asgari ücret temel alınarak hesaplandığı için (emeklilerin durumu da memur maaşına göre belirleniyor) herkesin gözü kulağı asgari ücrete yapılacak zamma dikiliyor. Asgari ücretin nasıl sefalet ücreti haline getirildiğine geçmeden önce bu uygulamanın tarihi seyrini hatırlatmak faydalı olacaktır. “Asgari ücret uygulaması, işçi sınıfının uzun ve çetin mücadeleleri sonucu ilk olarak 1894’te Yeni Zelanda’da, ardından 1896’da Avustralya’da ve 1909’da da İngiltere’de başladı. Ancak bu dönemde asgari ücret uygulaması birkaç ülkeyle sınırlıydı. «Vahşi kapitalizm» koşullarında özellikle kadın ve çocuk işçilerin aşırı sömürülmesinin ve mağdur edilmesinin önüne geçmek maksadıyla hayata geçirilmişti. Yani amaç bugün Türkiye’de olduğu gibi, işçi sınıfının çoğunluğunun sefalet ücretine mahkûm edilmesi değil; işçilerin yaş, cinsiyet, sektör, meslek vs. ayrımına bakılmaksızın alması gereken minimum ücretin saptanmasıydı. Ekim Devriminin ikinci gününde yayınlanan bir kararnameyle birlikte tüm SSCB’de 8 saatlik işgünü ve asgari ücret uygulaması başlamış, ardından da özellikle II. Dünya Savaşından sonra dünyanın geri kalanında hızla yayılmaya başlamıştır. Bugün 186 ILO üyesi ülkenin 167’sinde asgari ücret uygulanmaktadır.”[1]
İş Kanununda asgari ücret işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret olarak tanımlanıyor. Normalde 4 kişilik bir ailenin ihtiyacı gözetilerek hesaplanması gerekirken bir kişi üzerinden hesap ediliyor. Gelinen noktada hesaplanan asgari ücret bıraktık 4 kişilik bir aileyi tek kişinin bile asgari yaşamını sürdürmesine yetmiyor. Asgari ücret özellikle 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrası sermayenin saldırıları sonucu sefalet ücreti noktasına getirilmiştir. AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte, Türkiye’nin sermaye için işgücü cennetine çevrilme hedefiyle bağlantılı olarak, işçilerin büyük bir çoğunluğu asgari ücrete mahkûm edilmiştir.
Asgari ücret, asgari yaşam
İşçi sınıfının örgütlülüğünün, sendikalılık oranın yüksek olduğu ülkelerde asgari ücretle çalışan işçi oranı son derece düşüktür. Örneğin Hollanda, Danimarka, Belçika ve İsveç’te bu oran yüzde 3 iken, Avusturya, Yunanistan ile Çekya’da yüzde 4 ve İspanya, Slovenya, Almanya, Finlandiya’da yüzde 5’tir. Oysa Türkiye’de asgari ücret ve biraz üzerinde ücret alanların sayısı 10 milyonu bulmaktır. Bu da işçilerin yaklaşık yüzde 64’ünün asgari ücrete veya yakın bir ücrete mahkûm edilmesi anlamına gelmektedir. Üstelik DİSK-AR’ın araştırmalarına göre Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde en düşük asgari ücrete sahip üçüncü ülkedir. Avrupa ülkelerindeki “en yüksek asgari ücret aylık 2.313 avro ile Lüksemburg’a aittir. Asgari ücret Belçika’da 1.842, İrlanda’da 1.774, Hollanda’da 1.756, Almanya’da 1.744 ve Fransa’da 1.645 avrodur. ABD 1.210 avro asgari ücrete sahipken, İspanya 1.166, Yunanistan 831, Portekiz 823, Malta 792, Polonya 642 ve Romanya 516 avro asgari ücrete sahiptir.”[2]
Türkiye’de hem asgari ücretli sayısı artmakta hem de asgari ücretle ortalama ücret arasındaki fark kapanmaktadır. Asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesi, milyonlarca emekçiye asgari bir yaşamın dayatılması anlamına gelmektedir. Asgari ücretle çalışan işçiler, bıraktık sağlıklı beslenmeyi, tatil yapmayı, kültürel aktivitelerde bulunmayı, gıda, barınma, sağlık, eğitim gibi zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamaktan bile uzak koşullarda yaşamaktadırlar. Asgari ücretin yıldan yıla nasıl eridiğini görmek açısından cumhuriyet altını karşısındaki değerine bakmak yeterince çarpıcıdır. Örneğin 2003 yılında asgari ücretin yıllık tutarı ile 25 cumhuriyet altını alınabilirken 2022’de yıllık net asgari ücretle sadece 9 cumhuriyet altını alınabilmektedir.[3]
İşçi sınıfının ekonomik büyümeden ve GSYH’den aldığı pay da ücretlerdeki reel kaybın ifadelerinden biridir. DİSK-AR’ın araştırmasına göre, ücretlilerin GSYH’den aldığı pay 1974 yılında yüzde 80,6 iken, 2022’de bu oran yüzde 43,7’ye gerilemiştir. Diğer bir husus da emek verimliliği artmasına rağmen bu artışın ücretlere ve alım gücüne yansımamasıdır. Türkiye G-7 ve G-20 ülkeleri arasında emek verimliliğinde en yüksek artış kaydeden ülkedir ve buna bağlı olarak tekeller muazzam oranda kârlarını arttırmışlardır. Türkiye’de 13 kişinin servetinin 44 milyon insanın toplam gelirine eşit olması, şirket ve banka kârlarının son yıllarda ciddi şekilde artması, emek verimliliğindeki artıştan ve ekonomik büyümeden kimin payına ne düştüğünün çarpıcı bir göstergesidir. AKP iktidarı uzunca bir zaman “ekonomi büyüyor” söylemini ağzından düşürmedi. Evet, Türkiye ekonomisi 2015’e kadar ciddi oranda bir büyüme sağladı. Bu büyümeden aslan payını alan sermaye ve bilhassa sonradan görme sermaye kesimleri Ortadoğu, Balkanlar ve hatta Afrika’ya varıncaya kadar birçok ülkede boy göstermeye başladılar. Bankaların ve tekellerin kârları çarpıcı biçimde yükseldi ama buna karşılık işçilerin ücretleri hep düştü, işçi sınıfının çoğunluğu asgari ücrete yani sefalet ücretine mahkûm hale geldi, on binlerce işçi iş cinayetine kurban gitti, meslek hastalıklarına yakalandı.
Bütün bunların yanı sıra vergi yükü de emekçilerin sırtına bindirilmiştir. Türkiye vergi adaleti kategorisinde 161 ülke arasında 114. sıradadır. Özellikle KDV ve ÖTV gibi tüketim maddelerinden alınan dolaylı vergiler nedeniyle bütçe gelir kaleminin önemli bir bölümü emekçilerden alınan vergilerden oluşmaktadır. Dolayısıyla ücretleri sürekli düşmesine rağmen işçilerin ödedikleri vergiler sürekli artmaktadır. Yani ürettikleri artı-değerin gasp edilmesi yetmiyormuş gibi işçi sınıfı bir de vergi soygununa maruz bırakılmaktadır. Uzun yıllar asgari ücretten gelir ve damga vergisi kesintisi yapıldı. 2022 yılında asgari ücret gelir ve damga vergilerinden muaf tutuldu. Ancak gelir vergisi kesintisi, gelir vergisi tarife dilimlerinin düşük tutulması sebebiyle asgari ücretin biraz üzerinde ücret elde eden işçiler için bile ciddi bir yük olmaya devam diyor. İlk vergi dilimi tarifesinin düşük tutulması nedeniyle düşük ücretliler yılın ikinci yarısında hızla ikinci vergi dilimine girmeye başlıyorlar. Oysa 2002 ve 2003 yıllarında ilk vergi dilimi tarifesi asgari ücretin 15-16 katı idi.[4] Bugün ise asgari ücretin 5,2 katına gerilemiş durumda.
Asgari ücret zammının ardından KDV ve ÖTV oranları artırılarak ekonomik krizin bedeli emekçilere fatura edilmeye devam edildi. Özellikle benzine ve ÖTV’ye yapılan zam oranı bundan sonrası için de zam yağmurunun devam etmesi ve alım gücünün daha da düşmesi anlamına geliyor. Sene sonuna kadar asgari ücrete tekrar zam yapılsa bile bu zam alım gücünün erimesi karşısında bir anlam ifade etmeyecektir. Sermaye Türkiye’yi ucuz işgücü cenneti haline getirmiş durumdadır. Gelinen noktada asgari ücret Çin’deki asgari ücretin bile altına düşmüştür. Özetle Türkiye işçi sınıfına 1800’lü yılların vahşi kapitalizm dönemlerindeki gibi sadece ertesi günü işe gidip gelmesini sağlayan bir yaşam dayatılmaktadır.
Asgari yaşama hayır, mücadeleyi yükselt!
Asgari ücretin sefalet ücretine dönüştürülmesinin ve işçi sınıfına dayatılmasının en büyük sebebi işçi sınıfının örgütlü mücadelesine vurulan darbedir. 12 Eylül faşizmiyle birlikte DİSK başta olmak üzere mücadeleci sendikaların kapatılması, ücretlerin dondurulması sayesinde sermayenin önü açılmıştı. Özal dönemiyle birlikte neo-liberal politikalarla bir taraftan işçi sınıfının kazanımları budanmaya devam ederken, vergi yükü de katlarca ağırlaştırılarak işçi sınıfının sırtına yüklendi. AKP döneminde ise taşeronluk sisteminin genişletilmesiyle bir taraftan sendikal mücadele engellenirken, diğer taraftan da iş güvencesinin olmadığı düşük ücretli çalışan sayısı gittikçe arttırıldı. Bugün, Türkiye’de ücretlerin toplu iş sözleşmesiyle belirlenme oranı yalnızca yüzde 7,4’tür.
Oysa işçi sınıfı sermayenin saldırılarına örgütlü olduğu ölçüde karşı koyabilir. Dolayısıyla işçi sınıfının içinde olduğu durumu değiştirecek olan onun örgütlü mücadelesidir. Burada da sendikalara büyük iş düşmektedir. Ancak mevcut durumda sendikaların durumu içler acısıdır. Türk-İş, Hak-İş ve Memur-Sen sendikaları (Türk-İş’in içindeki bazı sendikalar hariç) tamamen iktidarın payandası durumundadır. DİSK ve KESK ise istenilen mücadele çizgisinin uzağındadır. Ancak işçi sınıfı mevcut tabloyu değiştirme noktasında çaresiz değildir. Mevcut durumu değiştirecek, tersine döndürecek olan şey devrimci sınıf çizgisidir. Sınıf devrimcilerinin sınıf içinde ve sendikalarda yürüttüğü çalışmalar belirleyici olacaktır. Mücadeleci sınıf sendikacılığı, devrimcilerin önünü kesmek için elinden geleni ardına koymayan, sınıf devrimcilerini işyerlerinden attıran ve keskin-sol söylemlerle ayıbını kapatmaya çalışan bürokratlara rağmen galip gelecektir.
[1] Kerem Dağlı, Asgari Ücret, Azami Kölelik, 2 Ocak 2021, marksist.com
[2] DİSKAR, Asgari Ücret Gerçeği 2023 Raporu, Aralık 2022, https://arastirma.disk.org.tr
link: Hakan Sönmez, Asgari Ücret Arttı mı?, 23 Ağustos 2023, https://en.marksist.net/node/8047
Manuşyanların Mirası: Ne Şan Ne Gözyaşı, Aydınlık Günler İçin Kavga!
Şairin Avazı: “Fikrinden Geceler Yatabilmirem”