Kürt halkının kendi kaderini tayin etmesine izin verilmemesi, demokratik haklarının meşru ve haklı sayılıp tanınmaması yüzünden çektiği acılar devam ediyor. Yediden yetmişe Kürt halkı acı çekiyor. Oysa Türkiye’de resmi ideoloji “Kürt sorunu” diye bir sorun kabul etmiyor. Kürt sorununun basitçe Türkiye’yi bölmek isteyen dış güçlerin kışkırtması ve teröristlerin işi olduğunu savunuyor. Kürtleri ezmek için ant içmiş rejim, Kürt varlığını kabul ettiğini, Kürtçe yayın yapan devlet kanalı kurduğunu, Kürtlerin ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmediğini, milletvekili olabildiklerini vb. ileri sürerek Kürtlerin eşit vatandaş statüsünde olduklarını belirtiyor. Fakat inkâr sürerken Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunu olmaya devam ediyor. Belediyelere atanan kayyumlardan HDP’nin kapatılması davasına, Kürtçe tiyatro oyunlarının yasaklanmasından Kürtçe üzerindeki baskılara kadar hayatın hemen her alanında baskı ve inkâr siyaseti kendini anti-demokratik uygulamalarla gösteriyor. İnkâr edilen ve çözülmeyen her sorunda olduğu gibi Kürt sorununda da çözümsüzlük yıkımı büyütüyor. Kürt illerinde asker ve polislerin kullandığı araçların ve özellikle zırhlı araçların neden olduğu çocuk ölümleri ve bu cinayetlerin çözümsüz kalması, sorunun her alanda baskı, şiddet ve ölümlere sebebiyet verdiğini gösteriyor.
Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde 5 yaşındaki Erdem Aşkan, 8 Haziranda bir uzman çavuşun kullandığı aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti. Sıradan bir kaza denilerek geçiştirilecek bir olay değildi Erdem’in ölümü. Görgü tanıkları ve kamera kayıtlarında uzman çavuşun özel aracını kurallara aykırı şekilde hızlı kullandığı ve 5 yaşındaki Erdem Aşkan’a çarptığı açığa çıktı. Yüksekova-Van ana yolunda ne üst geçit ne de yaya geçidi vardı. Ailenin avukatı yargılama esnasında “çocuk neden yaya geçidini kullanmamış ya da neden üst geçidi kullanmamış” denilerek Erdem Aşkan’ın “asli kusurlu” yani yüzde yüz kusurlu bulunduğunu açıkladı. “Bilirkişi raporu tamamen taraflı bir rapor… Hiçbir vicdana sığmayacak bir rapor. Sanığın hızının 60 olduğunu iddia eden memurlar görüntüleri izledi, çocuğun kaç metre öteye sürüklendiğini gördü ama yine de taraflı bir rapor hazırladı. Biz adalet aramaya devam edeceğiz” dedi. “Erdem’in ölmesiyle gözaltına alınan uzman çavuş ertesi gün adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı!
“Güvenlik” güçleri kaza boyutunu aşan keyfilikle kullandıkları zırhlı ve özel araçlarıyla çocuk ölümlerine neden oluyorlar. İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesinin yayınladığı rapora göre Kürt kentlerinde son 15 yılda “güvenlik” güçlerinin kullandığı araçların neden olduğu 82 çarpma olayında 21’i çocuk 44 kişi yaşamını yitirirken, 23’ü çocuk olmak üzere 94 kişi de yaralandı. Tüm bu vakalarda yaşanan hukuksuzluklar yargılamaların tarafsız olmadığını gösteriyor. Deliller özenle toplanmak yerine karartılıyor, çarpıtılıyor. Davalar ertelenerek, mağdurların aleyhine kanıtlar ileri sürülerek sanıklar aklanıyor.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezinin “Öldürülmeselerdi Arkadaşlarımız Olacaklardı, Kürt İllerinde Çocuklara Yönelik Yaşam Hakkı İhlalleri” başlıklı raporunda aktardığı örnekler, kolluk güçlerinin sebebiyet verdiği çocuk ölümlerinin çeşitliliğini gösteriyor: 11 yaşındaki Gazal (Xezal) Beru 2001 yılında, Bingöl’de askerlerin köpeği üzerine salıp saldırıya kışkırtması sonucu öldürüldü. 11 yaşındaki Beytullah Aydın, 2015 yılında Diyarbakır Bağlar’da polisin son ana kadar kovalaması sonucu 7. kattan düşerek hayatını kaybetti. 7 yaşındaki Muhammed ve 6 yaşındaki Furkan Yıldırım kardeşler 2017 yılında Silopi’deki evlerinin salonunda uyurken panzer altında kalarak hayatlarını kaybettiler. Yaşları 13-18 arasında değişen 19 çocuk 2011 yılında Roboski’de savaş uçaklarının bombardımanı sonucu öldürüldü. 7 yaşındaki Miraç Miroğlu ekmek almak için bisikletiyle fırına giderken zırhlı aracın çarpması sonucu öldürüldü. Çok sayıda çocuk çatışma artıkları (mayın, el bombası vs.) ile oyun oynarken hayatını kaybetti…
“Bu ve benzeri ölümler devletin savaş politikasının bir sonucudur. Şehirlerin sokaklarında yani insanların yaşam alanlarında olmaması gereken zırhlı araçlar, insanların yaşam alanlarına sokularak, orada devletin terör aygıtları olarak boy göstermektedirler. Böyle olduğu için de, hiçbir vakada zırhlı aracı kullanan ve insanların ölümüne neden olanlar hak ettikleri cezaya çarptırılmamaktadır. Verilen cezalar ise tamamen göstermelik olarak alt sınırdan verilmektedir. Devlet bu suçları bir trafik kazası gibi taksirle adam öldürme, yaralama gibi hafif nitelemelerle geçiştiriyor. Böylece katiller maksimum 2 yıldan 6 yıla kadar bir ceza alıyor ve bu cezalar ya erteleniyor ya da çok cüzi para cezalarına çevrilerek cezasızlık devam ettiriliyor. Hangi para, hangi ceza haksız yere öldürülmüş bir evladın acısını dindirebilir ki? Ama devlet, katilleri cezasız bırakarak acılı aileleri bir kez daha cezalandırıyor. Gadre uğramış gönülleri, haksızlığın ağırlığıyla tekrar eziyor. Kürt sorunu demokratik temellerde çözülmediği sürece ne bu zulüm ne de yaşattığı acılar son bulacaktır.”[*]
Nitekim “40 yıldır devam eden çatışmada yaşamlarını kaybeden çocuklardan tek farkı «öldürülememiş» olmaları olan başka çocuklar tarafından hazırlandığı” vurgulanan raporun önsözünde Türkiye’nin yakın geçmişinde Kürt illerinde devlet eliyle yapılan zulüm özetleniyor ve gadre uğramış gönüllerin haksızlığın ağırlığıyla nasıl bir kez daha ezildiği şu sözlerle ortaya konuyor: “Bu «geçmiş», bugün farkında olalım ya da olmayalım, telaffuz edelim ya da etmeyelim aslında hepimiz için baş edemediğimiz yıkıcı bir durum yaratıyor, karabasan gibi üzerimize basıyor: Bu geçmiş kabul edilmediği, üstü örtüldüğü, yüzleşilmediği, özrü dilenmediği için hepimizin elinden önce hakikati, sonra adalet duygumuzu, ardından vicdanımızı ve umudumuzu alıyor; geleceği yeniden kurma gücümüzü azaltıyor.”
Karabasanların sona ermesi, geleceği yeniden kurma gücünün boy vermesi için işçilerin birliği ve halkların kardeşliği yolunda mücadelemizi büyütelim.
link: Adil Aksu, Kürt Kentlerinde Cezasız Bırakılan Çocuk Cinayetleri, 1 Temmuz 2023, https://en.marksist.net/node/8006
Bir Sendika, Bir Patron: Bu Belgesel Neyin Belgesi?
Tepeden Kışkırtılan Milliyetçilik