Birleşmiş Milletler 2001 yılında, 20 Haziranı Dünya Mülteciler Günü ilan etti. Birleşmiş Milletler Mülteci Sözleşmesinin 50. yılı vesilesiyle ilan edilen bu günün amacı, mültecilerin yaşadığı sorunları görüp onlarla empati kurmak, onlara yardımcı olmak olarak açıklandı. Milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden savaşların, işsizliğin ve açlığın, küresel iklim krizinin sorumlusu olan egemenler, o zamandan beri, sözde iyi niyetlerini ve yardımseverliklerini gösterip 20 Haziran günü mültecilere “kucak açıyor” görünüyorlar! Mültecilere ikiyüzlüce yeni umutlar vaat ediyor, ancak hayatları üzerinden türlü pazarlıklar yürütüp Avrupa’ya ve kuzey Amerika’ya göçlerine engel olmaya çalışıyorlar. Bulundukları ülkelerde en ağır koşullarda ve en düşük ücretlere çalıştırıp aynı zamanda toplumda yapay bir kutuplaşma ve düşmanlık yaratmak için de mülteci ve göçmen işçileri kullanıyorlar.
Birleşmiş Milletler bu yıl Dünya Mülteciler Gününün “evden uzakta umut” temasıyla “kutlanmasına” karar verdiğini duyurdu ve mültecilere kucak açan bir dünya vurgusu yapıldı. Sanki daha iyi bir yaşam sürme, hatta çoğunlukla hayatta kalma umuduyla göç yollarına düşen mültecilere umut kapıları açık bırakılıyormuş gibi. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütünün (UNCHR) verilerine göre 2021 yılı sonu itibarıyla dünyada 108,4 milyon zorla yerinden edilmiş insan ve 35,3 milyon mülteci var. Kendi ülkeleri içinde yerinden edilmiş 62,5 milyon kişi ve 5,4 milyon sığınmacı… Hemen her gün sınırlardan geri itilen göçmenlerle, devrilen botlar ve teknelerle, bin bir umutla yollara düşen bu insanlara yapılan zulmün haberleriyle karşılaşıyoruz. Bunların en acı, dehşet verici örneklerinden biri 2021 yılında Fas sınırında yaşanan trajediydi. Yaşanan ekonomik kriz ve yoksulluk dalgasından kaçıp yaşayabilecekleri bir dünya, güzel bir gelecek hayaliyle zorlu bir yolculuğa çıkan 8 binden fazla mülteci, küçük botlarla yahut yüzerek, çitlerle yükseltilmiş sınır duvarlarını aşıp İspanya’nın Ceuta kentine geçiş yapmıştı. Burada 6500’den fazla mülteci polisler tarafından adeta denize dökülmüş, acımasızca bir saldırıyla karşılaşmıştı. Bu insanlık dramı karşısında mültecilere yardım etmek için kıyıda olan örgütler ve dayanışma gösterenlerin yardımları engellenmeye çalışılmıştı. Adeta bir göçmen mezarlığına dönen Akdeniz suları her gün bunun gibi nice olaya tanıklık ediyor.
Son olarak 14 Haziranda, Libya’dan İtalya’ya ulaşmak için yola çıkan ve yüzlerce mülteci taşıyan Adriana adlı balıkçı teknesi Yunanistan’ın Mora yarımadası açıklarında battı. Yine göz göre göre yaşanan bu katliamı engellemek için mülteci dayanışma örgütleri defalarca çağrıda bulundular ancak bunlar göz ardı edildi. Bu facianın ardından Yunan işçi ve emekçiler öfkelerini ve üzüntülerini protestolarla ortaya koydular. Hükümetin mültecilere dönük politikalarını kabul etmediklerini haykırdılar. Avrupa ülkelerinin o meşhur yöneticileri ise daha birkaç gün önce iltica koşullarını zorlaştıran, kapıları mültecilerin suratına kapatıp onları sınırlardan ülkelerine geri gönderecek olan anlaşmalara imza atmışlardı.
AB ülkelerinin içişleri bakanları 8 Haziranda Lüksemburg’da yaptıkları toplantıda Ortak Avrupa İltica Sisteminde (CEAS) reform anlaşmasına vardılar. Buna göre iltica koşulları son derece zorlaştırılırken AB’nin sınır ülkelerine kara veya deniz yoluyla gelen göçmen ve sığınmacılar için hapishane benzeri merkezler kurulacak. Bu merkezlerde iltica başvuruları alınacak ve en fazla 12 hafta içinde sonuçlandırılacak. Başvuruları reddedilenler geldikleri ülkeye veya güvenli ilan edilen bir üçüncü ülkeye geri gönderilecek. Güvenli ülkeler listesi genişletilecek. Böylece Yunanistan, İtalya, İspanya gibi Akdeniz ülkelerinden diğer AB ülkelerine geçişler engellenecek.
Bu anlaşmanın hemen ardından AB liderleri Tunus’un da Türkiye gibi bir tür göçmen hapishanesi olması için kolları sıvadı. Tunus’a, göçmenlerin Avrupa’ya geçişlerine izin vermemesi ve sığınmacıları kamplarda toplaması karşılığı 1 milyar avroyu aşan yardım vaat ettiler. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen mültecilerin hayatları pahasına yaptığı bu rüşvet teklifinden bahsederken, insan kaçakçılığının önüne geçmek için mültecileri Tunus’ta tutmak istediklerini söyleyerek, sorunu insan kaçakçılarının para için insan hayatını riske atmalarına indirgedi. İtalya başbakanı faşist Meloni ise Tunus’a IMF borçlarını ödemede yardımcı olmayı teklif etmişti; elbette göçmenleri İtalya sınırından uzak tutması karşılığında… Korkunç bir ikiyüzlülük içindeki burjuvazi ve temsilcileri mültecilerin yaşam hakkını hiçe sayıyor.
Yunanistan-Türkiye sınırı ise Avrupa’ya geçiş yapmak isteyen mülteciler için adeta sıkıştıkları bir alan. 2020 yılında AKP hükümeti Avrupa’ya karşı bir tehdit olarak sınır kapılarını açmış ve binlerce göçmen sınıra yığılmıştı. O günlerden bu yana sınırı geçmek isteyenlere Yunan sınır güvenliği acımasızca saldırıyor, göçmenleri geri itiyor, hatta denize döküyor. 5 Haziran günü ise Yunanistan hükümeti Meriç nehri üzerinde bir adacıkta 2 Hazirandan bu yana mahsur kalan 91 mültecinin “kurtarıldığını” duyurdu. Aralarında 34 çocuğun da olduğu mültecilerin 80’den fazlası Iraklı Ezidilerdi. Yunan hükümeti, mültecilerin kurtarıldığını açıklarken bile bu insanların yaşamını zerre önemsemediğini göstermiş oldu. Yunanistan Başbakanlık ofisinden yapılan açıklamada, “Nehrin son zamanlarda düşük olan su seviyesi hem Yunanistan hem de Türkiye topraklarına düşen adacıkları kullanan göçmenlerin yasa dışı geçişini destekliyor” denildi ve Türkiye’den kayıt dışı geçişleri engellemesi istendi. Türk hükümeti de Yunan hükümeti de mültecilerin ölümünde hiç parmakları yokmuş gibi ikiyüzlülük şovları sergiliyorlar. Yunan egemenler “geri itme” yaptıklarını kabul etmiyor, mültecilerin sınırlardan çıkışına göz yumduğu için Türkiye’nin sorumlu olduğunu iddia ediyorlar. Türk egemenler ise hem Yunanistan’ın hem de Avrupa Birliği’nin insanlıktan yoksun olduğunu söylüyorlar; sırf Avrupa’yı tehdit etmek için mültecileri sınır kapılarında günlerce aç susuz bekleten, Yunan askerlerinin önüne atan kendileri değilmiş gibi…
Erdoğan rejiminin Avrupa ülkeleriyle pazarlığı, milyonlarca göçmenin sefaleti ve dahası ölümü üzerinde yükseliyor. İngiliz hükümeti geçen yıl Türkiye’ye 3 milyon sterlin (yaklaşık 90 milyon TL) para yardımı yaptı. Mali yardıma ek olarak, polis ve sahil güvenlik birimlerine ekipman ve “eğitim” de sağladı. Haziran 2022’de sınır güvenliğinde kullanılmak üzere dokuz araç İngiltere Emniyet Müdür Yardımcısı tarafından bizzat İran sınırındaki kolluk güçlerine teslim edildi.
Göç yollarında milyonlarca mülteci yaşam savaşı verirken, Akdeniz sularında boğulan, sınırlarda sıkışıp kalan binlerce mülteci varken, kapitalist egemenler, 20 Haziran günü, mültecilerin yaşadığı bunca acının sebebi onların sömürü düzenleri değilmiş gibi vicdan maskelerini takıyor, mesajlar paylaşıyor, kampanyalar düzenliyor ve kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Dünya işçileri bu ikiyüzlülüğe kanmayıp, dünyamızı cehenneme, göçmen ve işçi mezarlığına çeviren bu düzene karşı mücadeleyi büyütmelidir. Mülteci emekçilerin yaşadığı drama son verecek olan, ikiyüzlü burjuvaziye ve onun düzenine karşı birleşen işçi sınıfı olacaktır. İşte o zaman, ne kimse göç etmek zorunda kalacak ne de denizler mültecilere mezar olacak!
link: Ankara’dan bir Marksist Tutum okuru, “Dünya Mülteciler Günü” ve Egemenlerin Vicdan Maskesi, 20 Haziran 2023, https://en.marksist.net/node/7998
Güçlü Lider Arayışı Ne Anlatıyor?
Milliyetçilik İşçi Sınıfının Düşmanıdır