Topluma verecek şeyi kalmayan rejim çaresizlik içinde çırpınıyor. Bir yandan toplum ve muhalefet üzerinde baskı ve zorbalığı arttırırken bir yandan da buna eşlik eden biçimde korku ve nefret söylemini yükseltiyor. Aklı sıra bununla taraftar kitlesindeki erimeyi durdurmaya ve onların moralini yükseltmeye çalışıyor. Diğer taraftan, bunların yetmediğini gördükçe havuç niyetine emekçi yığınlara rüşvet dağıtmaya girişiyor. Bunu da çoğunlukla muhalefetin programından aşırarak ve sanki bunlara öncesinde kibir ve aşağılamayla karşı çıkmamış gibi yapıyor. Yanı sıra yoksulluk içinde kıvranan kitlelere “büyük Türkiye” imajı satmak için bin bir sahtekârlıkla çadır tiyatroları sergilemekten geri durmuyor.
Bunun için her biri ayrı yalan ve aldatmacalarla dolu, her biri ayrı bir facia, ayrı bir ziyan olan büyük projelerin sözde açılışları yapılıyor birbiri ardına. Karadeniz’de doğalgaz çıkarılmasından tutun, “yerli” elektrikli otomobil TOGG’una, sözde “uçak gemisi”nden tutun Sivas’a yüksek hızlı trene varıncaya kadar bin bir türlü proje kitlelerin gözünü boyamak için birbiri ardına sahaya sürülüyor, şatafatlı açılış törenleri yapılıyor. Bu “hisseli harikalar kumpanyası”nın en son şatafatlı simülasyonu da Akkuyu nükleer santralinin sözde açılışı oldu.
Yaklaşan seçimde işe yarar diye, devasa bir şantiyeden ibaret tesise, sanki reaktör çalıştırılacakmış gibi nükleer yakıt getirilmesi nükleer santral açılışı havasıyla pazarlandı. İnşaat bitmeden santralin açılamayacağını söylemek gereksiz kuşkusuz. Diğer taraftan, bir nükleer santralin açılması yani işletmeye geçebilmesi için hem ulusal lisans kurumu olan Nükleer Düzenleme Kurulundan hem de uluslararası nükleer otorite olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansından lisans/onay alınması gerekiyor. Böyle bir sürecin olmadığı da alenen ortada. Ülkenin başına çöreklenmiş faşist oligarşi bu simülasyona Rus oligarklarının şahı Putin’i de telekonferansla dâhil ettiler. Doğunun sultanlarını birleştiren bu kasvetli saray töreniyle hakikat-ötesi kavramına yeni bir anlam katıldı. Bütün tesis sayısız iş makinesinin faal olduğu ve karmaşa içindeki dev bir şantiye halindeyken nükleer yakıtların ne yapılacağı, nerede güvenli şekilde muhafaza edileceği sorusuna yanıt veren olmadı bu enternasyonal faşist Doğu komedyasında.
Faşist iktidar bu sahte büyük proje şovları ile artık umduğunu pek bulamıyor olsa da, nükleer santral söz konusu olduğunda bir müsamere fiyaskosundan öte sorunlar var tüm ülkeyi ve işçi sınıfını ilgilendiren. Akkuyu santrali ciddi tehlikeler barındıran ve enerji ihtiyacının temiz yollarla karşılanması için hiç gerekli olmayan bir güç santrali. Nükleer santrallerin tehlikeleri uzun boylu anlatmaya gerek olmayan bir konu. En son Fukuşima faciasından sonra bu tehlikeler tartışmasız biçimde su yüzüne çıkmıştı. Binlerce insan kansere yakalanmış, bölge yaşanılmaz hale gelmişti. Gelişmiş kapitalist bir ülkede, hem de “iş ahlâkı” ve disiplini konusunda özellikle örnek gösterilen Japonya’da gerçekleşen bu vahim kaza, daha önce Rusya dolayısıyla Çernobil’e getirilen mazeretleri de boşa düşürmüştü. Bu örnekler bir yana nükleer fisyon reaktörlerinin çok uzun dönemli riskleri henüz insanlığın önüne yeni yeni geliyor. Nükleer sanayinin kurulduğu 1940-50’li yıllardan bu yana dünya üzerinde çalışan santrallerin tesis sahasındaki havuzlarında biriktirilen atık yakıtların nihai def edilmesi sorunu hâlâ bir çözüme kavuşmuş değil. Son yıllarda kimyasal atıklar gibi bunların da azgelişmiş ülkelere mümkün olduğunca gizli biçimde satılması yoluna gidiliyor.
Erdoğan ve şürekası nükleer santral konusunda insani ve rasyonel hiçbir dayanak olmamasına rağmen ısrar ediyor. Maliyet çok yüksek ve hesaplamalara göre buradan üretilecek elektrik piyasa fiyatlarının en yükseği seviyesinde olacak. Bu seviyenin dünya fiyatları ortalamasının 2-3 katı olduğu biliniyor. Dolayısıyla buradan ucuz elektrik temin etmek söz konusu değil. Daha güvenli bir enerji üretimi ise zaten söz konusu değil. Kirli bir reaksiyon olan nükleer fisyona dayalı enerji üretiminin geneli için söz konusu olan ve uzun vadeli çözümü hâlâ bulunmamış nükleer atık sorunu bir yana, Akkuyu’da inşa edilmekte olan santralle ilgili olarak birçok somut güvenlik riski bulunuyor. Santralin konumunun aktif deprem faylarının yakınında oluşu Türkiye koşullarında özellikle kaygı verici bir risk. İnşaat sürecinde bile temelde çatlaklar oluştuğuna dair çıkan haberler kaygılanmak için fazlasıyla veri oluşturuyor. Bir deprem ülkesi olan ve bu konuda dünyadaki en hazırlıklı ülke diye bilinen Japonya’da deprem ardından yaşanan tsunami etkisiyle Fukuşima Daiiçi nükleer santralinde yaşanan facia çok şey anlatıyor. Bölge yakınındaki Maraş depremleri sonucunda oluşan ve acıları hâlâ çok taze olan yıkım düşünüldüğünde kaygılanmak için fazlasıyla neden bulunuyor.
Diğer bir önemli risk de yine coğrafi konum dolayısıyla santralde kullanılacak deniz suyunun ortalama sıcaklığının hayli yüksek olması. Özellikle soğutma sistemi arızaları, kazalar söz konusu olduğunda etkili bir soğutma açısından bu faktör önemli. Üstelik küresel iklim değişikliği sürecinin zincirleme sonuçlarından birisi olarak Akdeniz suyunun sıcaklığı hızlı bir yükseliş trendinde. Son yılların yaz aylarında Akkuyu’da ortalama deniz suyu sıcaklıkları sıklıkla kritik bir değer olan 30 derecenin üzerine çıkıyor. Dört üniteli santralin toplamda 4800 MW gibi çok yüksek miktarda bir güç üretecek olması soğutma sorununu daha ciddi hale getirmektedir. Diğer taraftan bu büyük güç santralinin çok büyük hacimlere ulaşacak atık suyunun sürekli olarak denize verilecek olması nedeniyle de bölgedeki deniz suyu sıcaklığı yükselecek ve bu da başta biyolojik çeşitlilik olmak üzere ciddi ekolojik sorunlara yol açacaktır. Bu gibi sorunların varlığı bilindiğinden, bir yasal zorunluluk olmasına rağmen, Akkuyu santrali için geçerli bir Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu bile hazırlanmamıştır.
İnsani ve rasyonel açıdan bu olumsuz olgular söz konusuyken, nükleer santralde ısrar edilmesinin sebepleri emekçi kitlelerin çıkarları açısından tümüyle gayrimeşrudur. Birinci ve esas sebep egemenlerin genel olarak nükleer teknolojiye geçme ve bunun gelişimiyle ileride nükleer silah sahibi olma arzusudur. O nedenle deprem konusunda olduğu gibi halkın ve doğanın güvenliği, esenliği onları zerrece ilgilendirmiyor. Onlar bölgenin emekçilerini hedef alan kanlı ve yağmacı güç oyununda ellerinde böyle etkili bir kart olsun istiyorlar.
Bu konunun da içinde yer aldığı bir bağlam olarak, son birkaç onyılın jeopolitik gelişmelerinin bir parçası olarak Rus emperyalizmiyle yakınlaşma ve iki rakip emperyalist kampı birbirine karşı kullanma çabalarının yoğunlaşması söz konusudur. Hem Türkiye’nin genel durumunu ve buna dayalı manevra kabiliyetini abartan yayılmacı neo-Osmanlıcı varsayımlar nedeniyle hem de liyakatsiz kadrolar eliyle yürütülen çapsız politikalar nedeniyle bu yayılmacı açgözlülük emekçi kitleler açısından ağır bedeller doğurmaktadır. Nükleer santral için ödenen aşırı yüksek bedel de, kurulumu bir türlü yapılamayan Rus yapımı S-400 füze savunma sistemi de, diğer birçok ziyan gibi, bu siyasetin bedeli anlamına gelmektedir ve emekçi kitlelerin cebinden çekilip alınan vergilerle oluşan kamu kaynaklarının yağmalanmasıdır. Sonuçta oluşan açıklar gene hayat pahalılığı ve yüksek vergiler yoluyla emekçi kitlelerin sırtına yıkılmaktadır.
Öte yandan Akkuyu santralinin yapım sürecinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve bir emperyalist güç olarak Rusya’nın tasarrufları Türkiye’nin çok hevesli olduğu bu jeopolitik oyundaki manevra gücünün sınırlarını da özel olarak göstermiştir. Rusya’nın santralin tümüyle Rosatom’un mülkünde olmasını ve üreteceği tüm elektrik için 15 yıl boyunca yüksek fiyattan satın alma garantisini dayatması ve kabul ettirmesi, uzun inşa sürecinin son aşamasında tüm Türk ortakları ortaklıktan çıkarması ve Türkiye’nin cılız homurdanmalar dışında bunu sineye çekmesi bu sınırlar hakkında oldukça net bir tablo çizmiştir. Böylece santral Rusya’nın Türkiye topraklarında sahip olduğu bir enerji fabrikası niteliğinde olacağı gibi, birçok uzmanın da dikkat çektiği üzere, inşa çalışmasının bir yan ürünü olarak Rusya Akkuyu’da bir limana da sahip olacaktır. Okul kitaplarında her Türk gencinin kafasına bir umacı olarak şırınga edilen “Rusya’nın sıcak denizlere inme emeli” böylece hazin biçimde gerçekleşmiş olacaktır. Tabii bu bahiste asıl önemli olan nokta, büyük savaş oyunlarında bu rol kapma gayretkeşliğinin başta Türkiye olmak üzere bölgenin tüm emekçi halklarının başına yeni çoraplar örmesidir.
Bu jeopolitik emperyal arzuların dışında elbette kamu kaynaklarının acımasızca talanı, bunun için yandaş oligarklar şebekesine transfer edilen dev kaynaklar söz konusu. Bütün büyük projelerde olduğu gibi Akkuyu nükleer santralinde de dev hortumlamalar vardır. Akkuyu’nun inşa maliyetinin hayli şişirilmiş olduğu biliniyor. Santrali inşa eden ve sonrasında da sahibi olacak olan Rus firması Rosatom’un başka ülkelerdeki santral yapımları için aldığı paralara bakıldığında Akkuyu’nun çok yüksek fiyatlı olduğu görülüyor. İran ve Bangladeş’te Rusya’nın inşa ettiği aynı tipteki santrallerin maliyetlerinin Akkuyu maliyetlerinin çok altında olduğu biliniyor. Aradaki büyük farkın yandaş yağma şebekesine gittiğini tahmin etmek zor değildir. Ve bunların hepsi bugün emekçi kitlelerin yaşadığı yakıcı geçim krizinin sebepleri arasında önemli yer tutmaktadır.
Akkuyu nükleer santrali bütün bu olgular düşünüldüğünde işçi sınıfı ve emekçi yığınlar için büyük zararlar anlamına gelen yıkıcı bir projedir. Sadece ulusal çerçevede düşünecek olsak bile Türkiye’de enerji ihtiyacının başta güneş ve rüzgâr olmak üzere tümüyle yenilebilir kaynaklardan karşılanması mümkündür. Nükleer fisyona dayalı santraller en iyi olasılıkta bile büyük ve gereksiz riskler içeren bir enerji üretim yoludur. Nükleer silahlar ise ezilen ve sömürülen yığınlar açısından hiçbir kabul edilebilir mazereti olmayan yıkım araçlarıdır. Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının insanlığın yaşadığı en büyük trajediler olarak unutulmasına asla izin verilmemeli ve nükleer silah çılgınlığına karşı daima kararlı biçimde mücadele edilmelidir.
link: Levent Toprak, Akkuyu’da Nükleer Çadır Tiyatrosu, 5 Mayıs 2023, https://en.marksist.net/node/7976
Hiçbir Şeyin Acelesi Yok
Değişimin Anahtarı Ellerimizdedir