Peru Cumhurbaşkanı Pedro Castillo, 7 Aralıkta gerçekleştirilen bir Kongre darbesiyle görevden alındı. İşbaşında olduğu bir buçuk yıl boyunca gensorularla, “kalıcı ahlâki yetersizlik” adı altında uydurma yolsuzluk suçlamalarıyla görevden alınmaya çalışılan Castillo’nun, görevden uzaklaştırılması için aynı gün üçüncü kez Kongrede oylama yapılacaktı. Siyasal krizin sürüp gittiği ve çıkışsızlığın derinleştiği koşullarda Castillo, bu darbenin geleceğini görerek o sabah Kongreyi feshetmişti. “Acil durum hükümeti” kurulduğu, en kısa sürede Kongre seçimlerine gidileceğini, yeni bir kurucu meclis oluşturulacağını ve dokuz ay içinde yeni bir anayasa hazırlanacağını duyurmuştu. Fakat bu açıklamanın yapılmasını takiben Kongre üyeleri bunun bir darbe olduğunu söyleyerek başkaldırdı ve bizzat kendi hükümetinden çok sayıda bakan da peş peşe istifalarını sunarak Castillo’yu yalnız bıraktı. Hemen ardından da Kongre “kalıcı ahlâki yetersizlik”, “anayasayı ihlal” gerekçeleriyle Castillo’nun görevden alındığını duyurdu. Bu Kongre darbesi Castillo’nun gözaltına alınıp tutuklanmasıyla ve yerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dina Boluarte’nin geçirilmesiyle nihayete erdirildi.
Kongre oylamasında sadece bakanlar değil, Castillo’yu iktidara taşıyan Özgür Peru Partisinin sözde sosyalist milletvekilleri de “anayasayı ve demokrasiyi koruma” adına Castillo’nun görevden alınmasını ya onayladılar ya da çekimser kaldılar. Daha önce Castillo’nun görevden alınması durumunda istifa edeceğini belirtmiş olan Boluarte ise Kongre tarafından kendisine verilen Cumhurbaşkanlığı görevini memnuniyetle kabul edip sağ cepheye “siyasal ateşkes” ve “ulusal birlik hükümeti” çağrısında bulundu. Batılı burjuva basında “Peru’nun ilk kadın Cumhurbaşkanı” olarak köpürtülen Boluarte, bu yaptıklarıyla alenen darbeyi aklamaya hizmet etti. Castillo Kongreyi feshettiğini açıkladığında Boluarte’nin bunu derhal bir “darbe” olarak tanımlaması ve kabul etmeyeceğini açıklaması, Kongre darbesinin önceden planlandığını ve bu doğrultuda yeni ittifakların yapıldığını ortaya koyuyor. Keza siyasal gerilimin yükselişine paralel olarak, Boluarte’nin Kasım ayında Kalkınma ve Toplum Bakanlığından istifa etmesinin de bir tesadüf olmadığı anlaşılıyor.
Kongre birkaç hafta önce Castillo için “vatana ihanet” suçlamasıyla beş yıl siyaset yasağı istemiş ve Castillo’yu savunan emekçiler sokağa dökülmüştü. Castillo’nun Kongreyi fesih kararı da bu sürecin sonucunda gerçekleşmişti. Kongrenin “vatana ihanet” sayarak “anayasayı ihlal” diye nitelendirdiği şey, Castillo’nun Bolivya’da katıldığı bir konferansta, Bolivya’nın denize ulaşım hakkının olduğunu ve bunun için halka danışacağını söylemesiydi. 1880’lerin başında Şili’yle yaptığı savaşta deniz çıkışını kaybeden Bolivya’ya denize çıkış hakkı verilmesi fikri Peru burjuvazisini yerinden zıplatmıştı. Kongrede ağırlığı teşkil eden sağcı Fujimorist cephe, daha seçimlere girerken engellemeye çalıştığı, seçimleri kazanmasının ardından da ilk günden itibaren “yolsuzluk” suçlamasıyla alaşağı etmeye çalıştığı Castillo’yu nihayet devirmiş oldu.
Kongrede geleneksel olarak çoğunluğu elinde tutan Fujimoristlerin daha önce de yolsuzluk suçlamalarıyla pek çok devlet başkanını devirdikleri biliniyor. Pedro’dan önceki Cumhurbaşkanı Vizcarra da, aslında yolsuzluğun, hukuksuzluğun ve çürümenin sembolü olan Fujimorist cephenin kurbanı olmuştu. Sol gelenekten gelen ve 2018’de devlet başkanlığı koltuğuna oturan Vizcarra, başlattığı yolsuzluk karşıtı hareketle sağcı Fujimorist cephenin büyük tepkisini çekmişti. Siyasi kampanyalar için özel finansmanı yasaklayan, milletvekillerinin yeniden seçilmesini engelleyen, ikinci bir yasama organı oluşturmaya çalışan bir anayasa değişikliğini referandumdan geçirmeyi başaran Vizcarra döneminde, sabık diktatör Fujimori’nin kızı ve Fujimorist cephenin lideri durumunda olan Keiko Fujimori de para aklama ve yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmıştı. Büyük burjuvazinin, büyük maden sahiplerinin ve ordunun bir uzantısı olan Fujimoristlerin ağırlıkta olduğu Kongrenin bu anayasal reformları hayata geçirmeyi sürekli ertelemesi üzerine Vizcarra yetkisini kullanarak Kongreyi feshetmişti. Ocak 2020’de yapılan Kongre seçimlerinde Fujimoristler çoğunluğu kaybetseler de merkez sağ partilerin ağırlıkta olduğu Kongre Vizcarra’nın reformlarına karşıtlığını sürdürmüş ve bu çatışma nihayetinde 2020 Kasımında Vizcarra’nın Kongre tarafından görevden alınmasıyla sonuçlanmıştı.[1] Bu Kongre darbesi nedeniyle son yirmi yılın en kitlesel protesto gösterileriyle sarsılan Peru, o süreçte üç haftada üç devlet başkanının değişmesine tanık olmuştu. İşte Pedro Castillo, bu Kongre darbesinin ardından 2021 Nisanında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılarak iktidara yürümüştü. 2021 Haziranında yapılan ikinci tur seçimlerde, rakibi faşist Keiko Fujimori karşısında %50,1 oy alarak gelmiş ama ucu ucuna gelen bu galibiyetle siyasi kriz daha da derinleşmişti. Bu sürecin temel dinamiklerini kısaca hatırlatalım:
“Kasım 2020’deki kitlesel protestolar, Peru’nun işçi ve emekçilerinin taşan sabrının ve büyüyen öfkesinin ifadesiydi. Uzun yıllar boyunca biriken öfkeye pandemi sürecinde büyüyen kriz de eklendi. Pandemi boyunca Peru’da 2 milyon işçi işini kaybetti, 3 milyonu yoksulluk sınırının altına sürüklendi, en az 180 bin kişi yaşamını yitirdi. Peru, ülke nüfusuna oranla dünyanın en yüksek ölüm sayısına sahip ülke. Keskin siyasi gerilimlerin pençesindeki Peru, kronik işsizliğin, yoksulluğun, yolsuzlukların, siyasi krizlerin ve patlamaya hazır toplumsal huzursuzluğun gölgesinde bir seçime gitti. Hiçbir adayın oy oranının yüzde 50’yi geçemediği seçimlerin ilk turu, Peru’nun siyasi tarihinde az rastlanır, beklenmedik bir sonuçla tamamlanmış; adaylar arasında öne çıkan sıradışı isim Pedro Castillo ikinci turda da çoğunluğu sağlayarak zafer ilan etmişti.”
“İlk turda yüzde 19’luk oyla ilk sırayı alan Pedro Castillo, burjuva siyaset arenasında tanınmayan bir isim, bir öğretmen ve eski bir sendika lideriydi. 2017’de Öğretmenler Sendikasının öncülüğünde gerçekleşen, 75 gün boyunca ülkeyi sarsan öğretmenler grevinde öne çıkan Castillo, Özgür Peru Partisinden başkanlık seçimlerine aday olarak siyasete girdi ve ikinci turda tüm engellemelere rağmen bir yerli olarak başkanlık koltuğuna oturdu. Ülke nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan ve kırsal bölgelerde yaşayan yerli halka yönelik ağır baskıların olduğu Peru, ırkçılığın en keskin, en görünür yaşandığı ülkelerden biri. Bu sebeple And Dağlarında yaşayan yoksul yerli halktan birinin başkanlık koltuğuna oturma ihtimali kentlerde yaşayan Perulu «beyaz» seçkinler tarafından müsamaha ile karşılanmadı. Birinci turu önde bitiren Castillo’ya karşı Fujimori’yi destekleyen sermaye sınıfı tüm silahlarını çekti, büyük medya grupları Castillo karşıtı kampanyalara hız verdi, toplumdaki nefret ve korku körüklendi ve böylelikle seçime doğru aradaki fark kapandı.”
“Sağın tüm bu engelleme ve karalama kampanyalarına rağmen başında geniş hasır şapkasıyla And dağlarından gelen, kırsal ve yoksul bir bölgede öğretmenlik yapan Castillo’nun ilk turda öne çıkması ve nihayetinde başkanlığı kazanması Peru için sıradışı bir gelişmeydi. Sonucu sürpriz kılan yalnızca Castillo’nun etnik kimliği değildi şüphesiz. Bundan daha önemlisi ve üzerine eğilinmesi gereken yanı; solcu bir sendikacı olan Castillo’nun, yatırımcıları korkutacak bir «komünist», piyasayı istikrarsızlığa sürükleyecek bir «terörist» olarak görülmesiydi. (…) En temel insan ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması gerektiğini savunmanın bile «komünistlik» ya da «teröristlik»le damgalandığı, çok sayıda insan hakları aktivistinin, sendikacının katledildiği Peru’da, «yolsuzluğa karşı mücadele», «özelleştirmeye karşı kamulaştırma», «yeni anayasa» başlıklarıyla seçim kampanyasını yürüten Castillo da elbette burjuvazi tarafından «komünist» denerek şeytanlaştırılacak, karşı kampanyanın temelini ise «komünizmle mücadele» başlığı oluşturacaktı.”[2]
Bakır madenlerini devletleştirme, Fujimorist anayasayı değiştirme, toprak reformu gibi radikal vaatlerle yola çıkarken emekçi kitlelerin büyük desteğini alan Castillo, görüldüğü gibi daha baştan burjuvazinin nefretini kazanmıştı. Haftalar süren itirazlarla engellenmeye çalışılsa da nihayetinde 28 Temmuz 2021’de göreve başlayan Castillo, atadığı üç Başbakanın ve çok sayıda Bakanın baskılara dayanamayarak istifa etmesiyle yalnız kalmıştı. O günlerde ifade ettiğimiz gibi, Castillo aslında seçildiği takdirde burjuvazinin onu bir kaşık suda boğmaya çalışacağını biliyordu. Fakat o emekçi kitlelere güvenip onları seferber etmeye girişmek yerine, seçimler yaklaştıkça vaatlerini yumuşatıp burjuvaziyle uzlaşma arayışlarına girmişti. Koltuğa oturduktan sonra da bu uzlaşmacı çizgiyi devam ettiren Castillo, bu doğrultuda, radikal olarak görülüp burjuvazide rahatsızlık yaratan bakanlarını, hatta başbakanını bile feda eden bir tavizler silsilesiyle üzerindeki basıncı hafifletmeye ve “düzeni tesis etmeye” çalışmıştı.[3] 5 kez kabine değişikliğinin olması ve yaklaşık 80 bakanın değişmesi Castillo’nun verdiği tavizlerin boyutunu gösteriyor. Burjuva düzenin sınırlarının dışına taşacak cesur adımlar atamayan Castillo, siyasal krizin derinleşmesi ve fikir ayrılıklarının açığa çıkması üzerine cumhurbaşkanı seçildiği Özgür Peru Partisinden de istifa etmişti. Her geçen gün yalnızlaşırken, Amerikan Devletleri Örgütünden (OAS) ülkedeki siyasal krize müdahale etmesini istemişti ama burjuvazinin ve büyük ölçüde ABD’nin denetimindeki bu örgüt Castillo’nun anayasal düzeni bozduğunu söyleyerek yanıt verdi. Sonuçta giderek yalnızlaşan fakat kitlelere de yönelmeyen Castillo, umutsuzca, bir çıkış yolu bulmak ve görevden alınmasını durdurmak üzere Kongreyi görevden aldığını açıkladı. Ama görüldüğü gibi, izlediği uzlaşmacı çizgi onu kurtarmaya yetmedi ve sonunda bir hükümet darbesiyle devrildi.
Kapitalist saldırı politikalarının, işsizliğin, yoksulluğun, yolsuzluğun son bulmasını, demokratik bir rejimin inşasını isteyen Perulu emekçilerse, iki yıl önce Vizcarra’ya sahip çıktıkları gibi bugün de Pedro’ya sahip çıkıyorlar. Fakat emekçileri bunaltan bu sistemik sorunların kapitalizm sınırları içinde çözümsüzlüğe mahkûm olduğu açıktır. Sermayenin has temsilcisi olan Fujimorist cephe, elindeki tüm maddi olanakları ve devlet gücünü kullanarak örgütsüz işçileri, emekçileri kâh aldatarak kâh şiddet kullanarak bastırmaya çalışmaktadır. Ama milyonlarca insanın işsiz olduğu, 16,6 milyon insanın gıdaya ulaşmakta zorlandığı, demokratik hakların yok edildiği, burjuva siyasal mekanizmalarla emekçilerin her arayışının önünün kesildiği koşullarda emekçilerin isyanının bastırılamayacağı açıktır. Bugün bastırılan ya da geri çekilen emekçi isyanı yarın yeniden sahneye çıkacaktır.
Vizcarra’nın görevden alınması ve ardından başlayan halk hareketini değerlendirdiğimiz Peru’ya Bir Devrim Gerek! başlıklı yazımızda dediğimiz gibi:
“Çok açıktır ki bugün Peru’da yaşanan durum sadece oraya özgü veya orasıyla sınırlı değildir. Tarihsel bir tıkanıklık ve ekonomik kriz içindeki kapitalizm tüm dünyada işçi-emekçi kitleleri aynı bataklığa sürüklüyor. İçinde bulunduğu derin krizden bir türlü kurtulamayan sermaye, faturayı sürekli işçi ve emekçilere kesiyor, bu da hak gasplarının artmasını, işsizliği ve yoksulluğu körüklüyor. Buna öfkelenen işçi ve emekçilerin tepkisinin düzenin sınırlarını zorlamasından korkan burjuvazi, çareyi baskıcı uygulamaları arttırmakta, rotayı daha otoriter rejimlere kırmakta buluyor. Bu da tersinden kitlelerin daha fazla sokaklara dökülmesinin zeminini doğuruyor.”
“Sermayenin tepesindekilerin dahi artık köklü reformlardan bahsettiği günümüz dünyasında burjuvazi, kitle hareketleri hepten raydan çıkıp bir salgın gibi yayılarak tüm dünyayı sarmadan ve düzenlerini altüst etmeden bir çıkış yolu bulmak için çırpınmaktadır. Ancak burjuvazinin bu çırpınışlarının onun düzenini ilelebet sürdürmesini sağlaması olanaksızdır. Bunun da ötesinde burjuva düzen süreğen bir siyasi kriz girdabına kapılmıştır ve artık burjuvazi için ekonomik istikrar gibi uzun dönemli bir siyasi istikrar da mümkün değildir. Peru’da olduğu gibi Latin Amerika’da yaşanan çeşitli örnekler bu gerçekliği çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.”
Pedro Castillo “zengin bir ülkede yoksul insan olmamalı” sloganıyla emekçilerin gönlünü kazanarak iktidara gelmişti. Evet, böylesine zengin bir dünyada Peru’da da, Türkiye’de de, dünyanın başka yerinde de tek bir yoksul insan kalmamalı. İşte bunun için sadece Peru’ya değil tüm dünyaya kapitalizmi ortadan kaldıracak bir DEVRİM GEREK!
[1] Bu sürece dair ayrıntılı değerlendirme için bkz. Kerem Dağlı, Peru’ya Bir Devrim Gerek! (8 Aralık 2020), marksist.net/node/7126
[2] Suna Akaltan, Seçimlerin Ardından: Peru’yu Neler Bekliyor? (2 Ağustos 2021), marksist.net/node/7432
[3] İlkay Meriç, Reformizmin Çıkmazında Şili (28 Aralık 2021), marksist.net/node/7539
link: Marksist Tutum, Peru’da Castillo’ya Kongre Darbesi, 13 Aralık 2022, https://en.marksist.net/node/7812
Çin’de Baskılar ve “Sıfır Covid” Politikası İşçileri İsyan Ettiriyor
İranlı Öğrenciler Sınıf Kimliklerini Kuşanıyor