Ankara’nın çeşitli semtlerinde bulunan dört cemevi ve Alevi kurumu Muharrem orucunun ilk günü olan 30 Temmuzda saldırıya uğradı. Şah-ı Merdan Cemevi, Tuzluçayır Demokratik Alevi Dernekleri Ana Fatma Cemevi, Türkmen Alevi Bektaşi Vakfı ve Gökçebel Köy Derneğinin hedef alındığı bu faşist saldırı, başta Ankara olmak üzere pek çok kentte düzenlenen ortak basın açıklamalarıyla lanetlendi. Alevi kurumlarının Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır’da gerçekleştirdikleri ve çeşitli siyasi partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin destek verdiği ortak açıklamada şunlar dile getirildi:
“Ülkemizi kana bulamak için, tetikçileri ve güdümlü katilleri kullanan derin devlet güçlerini, Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Gazi, Gezi, 10 Ekim’den ve Suruç’tan ve onlarca benzer katliamdan biliyoruz…. Aleviler olarak eşit yurttaşlık mücadelesi verirken çok iyi biliyoruz ki, bu ülkede yaşayan halklar, inançlar ve kimlikler özgür olmadan biz de asla özgür olamayacağız. Bu nedenle dost ve musahip kurumlarla, ilerici aydın, demokrat ve devrimci güçlerle birlikte omuz omuza bir mücadeleye inanıyoruz. Bu saldırıların asıl amacının ülkede kaos ve çatışma ortamı yaratmak olduğunun bilincindeyiz.”
“2023 genel seçimleri öncesi kaostan ve çatışmadan beslenmek isteyen karanlık güçlerin harekete geçmesine zemin hazırlayan devletin ve AKP hükümetinin şiddet dilinin de farkındayız. Bu saldırıların daha büyük ve acı bir sonuca varmaması için başta demokrasi güçleri olmak üzere herkese görev düşmektedir. Halkımızı kurumlarına ve cemevlerine sahip çıkmaya ve provokasyona karşı uyanık olmaya çağırıyoruz. Bu vesileyle hükümeti açıktan uyarıyor ve göreve çağırıyoruz. Bu saldırıların arka planını örgütleyicisini ve azmettiricisini derhal açığa çıkarın. Aksi takdirde zan altında kalmaktan kurtulamazsınız. Kınama ve geçmiş olsun ile geçiştirilecek bir durum değildir.”
“Dün bu ülkenin başkentinde dört ayrı yerde, Alevilerin ibadethanelerine ve mekânlarına yapılan saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Bu saldırının tüm yönleriyle açığa çıkarılması için kararlılıkla mücadele edeceğimizin bilinmesini istiyoruz. Hükümeti bir kez daha uyarıyoruz; Cemevlerini tanımayan ve anayasal statüye kavuşturmayan, Alevileri her türlü insanlık dışı asimilasyon politikasına tabi tutan, hakir gören, aşağılayan yaklaşımlarınız bu saldırılara zemin hazırlamaktadır. Taleplerimizi kabul edin ve ibadethanelerimizi yasal statüye kavuşturun. Elinizi, dilinizi inancımızdan ve inanç merkezlerimizden çekin, bizi tarif etmeyin, tanıyın. Provokatörlere karşı, kandan beslenen zalimlere karşı, ırkçı gerici ve şeriatçılara karşı, savaş çığırtkanlığı yapan her türlü zihniyete karşı.”
Şurası çok açık ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi atmosferde gerçekleşen bu saldırı “bir meczubun işi” değil, bilinçli, amaçlı ve örgütlü bir provokasyondur. “Provokasyon” nitelendirmesinin rejim sözcüleri tarafından da kullanılması ise suç örtme çabasından başka bir şey değildir. Bakan Soylu bu saldırıyı “eski toplumun alışkanlığı planlı bir provokasyon” olarak nitelendirmiş, sonrasında ise bunun organize bir saldırı olduğunu, yakında açıklama yapılacağını söylemiştir. Tam da bu esnada rejim aparatı Yeni Şafak’ın “Cemevi saldırısında THKP-C izi” başlığıyla yaptığı pespaye haberde Devrimci Gençlik Derneklerini hedef tahtasına oturtması, rejimin içine düştüğü açmazda artık fazlasıyla “eski”miş oyunlardan medet ummaktan başka bir şey yapamadığını göstermiştir. Ancak pek çok Alevi kurumundan gelen açıklamalar ve geniş bir halk desteği sayesinde bu provokasyon kısa sürede boşa düşürülmüştür. Psikolojik sorunları olduğunu, uyuşturucu kullandığını ve saldırıyı tek başına gerçekleştirdiğini iddia eden kişinin tutuklanması ve onunla bağlantılı olduğu iddia edilen iki kişinin adli kontrol şartıyla bırakılması, rejimin senaryo değişikliğine gitmek zorunda kaldığına işaret etmektedir. Rejim güçleri bu provokasyonu organize eden ellerin kolayca gizlenemeyeceğini anladıkları için “organize eylem”den “bir meczubun işi” savunusuna geri dönmüşlerdir. Hemen ardından da “örgüt bağlantısı iddiasının kaynağı imzasız bir ihbar maili” haberleriyle bu iddianın yalan olduğu ikrar edilmiştir. Bu bile gelinen durumun pespayeliğini ortaya koymaya yetmektedir.
27 Haziran tarihli yazımızda dikkat çektiğimiz gibi Türkiye politik gerilimin tırmandığı, saflaşmanın keskinleştiği, ülkenin gidişatını tayin edecek önemli bir çalkantı evresine girmiştir ve tüm durum, gitmesi gereken ama gitmemek için direnen bir iktidarın ayakta kalma çabalarıyla belirlenmektedir.[*] Kendisi için kritik bir evreye girildiğinin farkında olan bu iktidar her türlü melanete başvurmaktan geri durmayacağını göstermeye devam etmektedir. Türkiye tarihinin benzer tüm kritik kavşak noktalarında tanık olduğumuz provokasyon zincirlerinde öncelikle Kürtlerin ve Alevilerin hedef alındığını biliyoruz. İçinden geçtiğimiz süreçte de Kürtler rejimin asli saldırı hedefi olmaya devam ederken, Alevilere yönelik saldırılar da her daim melanet heybesinde el altında tutulmaktadır. Alevilere yönelik ayrımcılığı ve nefreti eylem ve söylemleriyle biteviye körükleyen siyasi iktidar, bunu güçlendirmeye çalıştığı siyasi kutuplaşmanın malzemesi haline getirmek istemektedir. Seçim takvimi yaklaştıkça toplumsal fay hatlarını harekete geçirici her türlü melun planın devreye sokulacağı sır değildir. Nitekim söz konusu yazımızda şunların altı çizilmişti:
“Politik güçler terazisinin dengesi genel olarak iktidar aleyhine olduğu için ve iktidarın şu veya bu şekilde üstesinden gelmesi gereken bir seçim meselesi olduğu için, son dönemde toplum ve muhalefet üzerindeki baskı olağanüstü ölçüde arttırılmaktadır. Bu bakımdan iktidarın, içte ve dışta burjuva siyasetinin legal/meşru yol ve yöntemlerinden uzaklığı hızla artmaktadır. Keyfilik, bel altı yöntemler, hukuk ve kural dışılık, teamül ve ahlâk ölçülerinin paspas edilmesi bu iktidarın yerleşik normu haline gelmiştir. İktidar artan ölçüde kirlenmekte, çirkefleşmekte, nobranlaşmakta, hoyratlaşmakta; çürümüşlük dört bir yanını sarmaktadır.”
“… faşist iktidar varlığını sürdürebilmek ve kendisi için büyük bir sıkıntı kaynağı olan seçim handikabını aşabilmek için birkaç koldan çalışıyor. Devlet zoruyla her türlü muhalif gücün sindirilmesi, bastırılması elbette burada ana yöntem olarak öne çıkmakta. İşçilerin, Kürtlerin, kadınların, LGBT’lerin, öğrencilerin, köylülerin, çevrecilerin, esnafın, hatta milletvekillerinin bireysel ya da grup halinde çeşitli eylemlerinin, basın açıklamalarının yasaklanması, yaptırılmaması, bu eylemlerin aşırı devlet şiddeti yoluyla ezilmesi, eylemi yapanların maruz kaldıkları yargılama ve cezalar, hapishanelerin dolup taşması… Başta Kürt muhalif basını olmak üzere tüm muhalif medyanın ve sosyal medyada bireylerin ağır bir baskı ve sansürle susturulmaya çalışılması, sadece bir tweet attığı için yaşlı çocuk demeden insanların devlet terörüne maruz bırakılması…”
“Erdoğan’ın saldırı stratejisinde en bel altı yöntemler bile var. Kılıçdaroğlu’nun Alevi olmasının sahte bir hoşgörü ve demokratlık kisvesi altında sinsice gündeme getirilmesi bunun bir örneğidir. Bir yandan sözde Alevilere sahip çıkar pozlar kesme, müşfik baba havası, diğer yandan sıkça gündeme getirmek suretiyle Alevi kimliğinin altının çizilmesi, sahada örgütlü çalışmada bu olgunun en kirli tarzda kullanıldığını alenen göstermektedir.”
Dolayısıyla Alevi meselesi üzerinden gerçekleştirilen provokasyonlar böylesi bir bağlama da oturmaktadır ve bu bağlamın giderek güç kazanacağı anlaşılmaktadır.
Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, önümüzde emekçi kitleler için büyük tuzaklarla dolu ve şiddetli çalkantılarla ilerleyecek hassas bir dönem uzanıyor. Bu dönemde tüm toplumsal muhalefet için uyanıklığı elden bırakmamanın, rejimin provokasyonlarını ve düştüğü çukurdan çıkma gayretlerini boşa çıkarmanın önemi kat be kat artmıştır.
[*] Levent Toprak, Rejim Ömrünü Uzatmak İçin Her Türlü Melanete Başvuruyor, marksist.com
link: Marksist Tutum, Alevi Kurumlarına Karşı Gerçekleştirilen ve Boşa Çıkarılan Bir Provokasyon, 5 Ağustos 2022, https://en.marksist.net/node/7722
15 Temmuz’un Hatırlattığı “Sıradan” Şeyler
Doğa Katliamı ve Tarihsel Mirasın Yok Edilmesi