ABD’de, 24 Haziranda Yüksek Mahkeme, 1973 yılında yürürlüğe koyulan federal kürtaj hakkı kararını bozduğunu açıkladı. Yüksek Mahkemenin bu kararıyla, yıllardır kürtajı yasaklamak veya sınırlamak isteyen Cumhuriyetçilere ve çeşitli kesimlerden muhafazakârlara gün doğdu. Mahkeme 3’e karşı 6 oyla, Cumhuriyetçilerin desteklediği ve 15 haftadan sonra kürtajı yasaklayan Mississippi yasasını onayladı. Federal kürtaj hakkı kararını bozmak için yapılan oylamada ise 5 muhafazakâr yargıç bu doğrultuda oy kullandı. Son birkaç yıldır toplumun gündeminden düşmeyen ve birçok eyalette gösterilere neden olan kürtaj meselesi ABD’de kutuplaşmayı derinleştiren bir gerilim meselesine dönüştü. ABD’de haftalardır böyle bir kararın çıkacağı endişesiyle birçok eyalette kürtaj hakkı için eylemler yapılıyor, bu eylemlere on binlerce insan katılıyordu.
ABD’de Mayıs ayı başında Politiko adlı medya sitesinde bir belge yayınlandı. Bu, kürtaj hakkını ulusal çapta garanti altına alan Roe v.Wade (Roe Wade’e karşı – kısaca Roe/Wade olarak anacağız) kararının yanlış olduğunu savunan ve dolayısıyla kürtaj hakkının gasp edilmesine dönük olarak hazırlanmış gerekçeli yasa taslağı idi. Yüksek Mahkemedeki 5 hâkimin Şubat ayında hazırladığı belirlenen bu karar taslağının gizlice medyaya sızdırılmasıyla konu medyanın gündemine oturdu ve kürtaj mevzusu üzerinden tartışmaları alevlendirdi. Bu belgede, Roe/Wade kararının baştan beri yanlış olduğu söyleniyor, bu kararın gerekçesinin son derece zayıf kaldığı ve zararlı sonuçlarının olduğu, kürtaj hakkının ülke tarihinde ve geleneklerinde köklü bir yerinin olmadığı ifade ediliyordu. Muhafazakârlar sonunda yargıda hegemonya kurarak kürtaj konusundaki hayallerine kavuştular. Demokratlar alınan bu kararı son 50 yılın en büyük hak kısıtlaması olarak tanımlıyor. Mahkemenin üç liberal yargıcı ise ortak bir muhalefet şerhi yayınlayarak gelecek yasaların tam kapsamı ne olursa olsun, alınan kararın kadınların haklarını ve özgür ve eşit vatandaş statülerini kısıtladığını yazdılar. Ayrıca kararın sonucu olarak, döllenmenin gerçekleştiği andan itibaren kadınların hiçbir hakkının kalmayacağını, eyaletlerin kadını hamileliğini tamamlamaya zorlayabileceğini belirttiler. Bu kararla ABD’de zaten var olan ekonomik ve siyasal sorunların üzerine ciddi bir sorun daha eklenmiş oldu.
Burada, sıkça sözü edilen Roe/Wade kararına dair kısa bir bilgi verelim. 1973 yılında Yüksek Mahkeme, cenin rahim dışında yaşayabilecek duruma gelmeden önce yani hamileliğin 24. haftasına kadar kadınların kürtaj yaptırma hakkına sahip olduklarına hükmeden bir karar almıştı. Kürtajın anayasal bir hak olmasının temel dayanağını oluşturan bu karar, Jane Roe takma isimli Norma McCorvey’in Texas eyaletinde kürtaj yasaklarına karşı açtığı davayı kazanmasının sonucunda çıkmıştı. McCorvey 1969 yılında 25 yaşındayken üçüncü çocuğuna hamileydi ve bu gebeliğinin tecavüz sonucu olduğunu savunmuş, kürtaj olmak istemişti. Fakat Texas’ta kürtaja ancak annenin hayatı tehlike altında olduğu koşullarda izin veriliyordu. McCorvey’in açtığı dava hayatının tehlike altında olmadığı gerekçesiyle Dallas bölge savcısı Henry Wade tarafından reddedildi. Dava devam ederken McCorvey çocuğu doğurmak zorunda kaldı. 1973 yılında bu dava ve Georgia eyaletindeki başka bir kadının davası, kürtaj yasalarının kadınların kişisel haklarını ihlâl ettiği savunularak Yüksek Mahkemeye taşındı. Bu davaların sonucunda Yüksek Mahkeme kadınların kürtaj hakkının ABD Anayasası ile güvence altına alındığını açıkladı. 1992 yılında Casey kararı olarak anılan bir başka karar daha çıktı. Roe/Wade kararının çok sınırsız özgürlükler getirdiğini iddia eden bu karar, konuyu tartışmaya açık hale getirdi. Kürtajı anayasal bir hak olarak kabul etmekle beraber Casey kararı eyaletlerin kürtaj konusunda esnek davranmalarına yol açtı. Mesela Indiana eyaletinde doğum kontrol hapı isteyen hastaya doktorun hap vermeme hakkı var. Doktorun kürtaja girmeme hakkı da var. Yine bu eyalette kürtaj kararı veren kadın önce caydırma terapisi almak zorunda. Dolayısıyla Yüksek Mahkemenin son kararı kürtajı anayasal bir hak olmaktan çıkarıp, eyaletlerin kürtajı yasaklayan yasalar çıkarmasının yolunu açıyor.
Aslında ABD’deki ekonomik ve siyasal süreçler iyi takip edildiğinde kürtajın anayasal hak olmaktan çıkarılmasının sürpriz olmadığı anlaşılacaktır. ABD’de son yıllarda muhafazakârlar yargı üzerinde daha etkin olmaya başladılar. Bu yıl Yüksek Mahkemenin kürtajı yasaklayabileceğini gösteren gelişmeler vardı zaten. 2018 yılında Mississippi eyaletinde tecavüz ve ensest vakaları da dâhil 15. haftadan sonra kürtajı yasaklama kararı alınmış ancak bu karar eyaletteki kürtaj kliniğinin açtığı karşı dava nedeniyle yürürlüğe girmemişti. Daha sonra Mississippi eyaleti Roe/Wade kararının iptal edilmesi talebiyle Yüksek Mahkemeye başvurmuştu. Bu davanın görüşüldüğü süreçte sızdırılan belgenin de aslında “ben yasakladım, oldubitti”nin belgesi olduğu mahkemeden çıkan kararla netleşmiş oldu. Kürtaj hakkı 1973’de kadınları işgücüne çekme ihtiyacından kaynaklansa da anayasal olarak ilk kez özel hayatın gizliliği kapsamında verilmişti. Bu yüzden de Mayıs başında medyaya sızdırılmış olan belge sonrası toplumun çeşitli kesimleri mahremiyet alanına da saldırıların başlayacağı kaygısıyla kürtaj yasaklarına karşı eylemlerde yer alıyordu. ABD Başkanı Joe Biden, belgenin doğru olduğunun ortaya çıkması sonrası yaptığı bir açıklamada, yönetiminin kürtaj hakkının kaldırılmasını mahremiyet hakkına müdahale olarak kabul ettiğini ve bu hakkı korumaya kararlı olduğunu söylemişti ama son yıllarda Cumhuriyetçilerin devlet organlarında fazlasıyla güç kazandığı bir ortamda bunu hangi güce dayandırarak söylediği belli değil aslında.
Yüksek Mahkemenin son yıllardaki bileşimi de nihai kararın ipuçları için yeterliydi aslında. Trump döneminde mahkemenin yapısı değiştirildi. Tamamen politik olan yargıç seçimlerinde, adaylar ABD başkanı tarafından seçiliyor ve Senatonun onayı yeterli oluyor. Yargıçların, genellikle ABD toplumunu liberaller ve muhafazakârlar olarak ayıran kürtaj, eşcinsel evlilik, dini özgürlükler gibi konulardaki düşünceleri ve geçmiş tutumları dikkate alınarak atamaları yapılıyor. 9 üyeden oluşan Yüksek Mahkemenin kararları salt çoğunlukla alınıyor. ABD Anayasasına göre Yüksek Mahkeme yargıçları ölene dek veya kendi istekleri doğrultusunda emekli olana kadar görevde kalıyorlar. Trump döneminde en az 40 sene mahkemede görev yapacak yaşta olup, koyu muhafazakâr olarak bilinen üç yargıç mahkemeye atandı. Trump 9 üyesi olan Yüksek Mahkemeye 3 üye atayarak Cumhuriyetçilerin sayısını 6’ya çıkarmış oldu. Böylece Kongre ve başkanlık seçimlerini kaybetseler dahi Cumhuriyetçilerin ABD’yi Yüksek Mahkeme kararlarıyla yönetebilecekleri fırsatlar yaratılmış oldu.
Şu anda yirmi altı eyaletin kürtajı yasaklama ihtimaline kesin gözüyle bakılıyor. Halen on ikiden fazla eyalette kürtaj haklarını koruyan yasalar var. Çok sayıda Cumhuriyetçi eyalet, son yıllarda Anayasayı hiçe sayarak çeşitli kürtaj kısıtlamalarını kabul etmişti. Dolayısıyla bu karar, kimi yerlerde bugüne kadar uygulanan kısıtlamalarla yetinilmeyip yasaklamaya kadar giden süreci başlatmış olacak. Bazı eyaletlerde kürtaj klinikleri çoktan denetim altına alınmaya başlanmış bile. Fetüsün ana rahminden çıktığında yaşayabilecek durumda olması için kaç haftalık olması gerektiği üzerinde tartışılıyor. Kimi eyaletlerde bu süre 21 hafta olarak belirlenirken, Texas eyaletinde kalbi attığı an, yani 5 hafta sonra kürtaj yapamazsın deniyor. Bazı eyaletlerde hamilelere seyahat kısıtlaması getirilmiş durumda. Kürtajın yasak olduğu eyaletlerde düşük yapmak da kadınlar için başka riskler taşıyor. Düşük yapan kadınlar illegal olarak kürtaj yapmadığını ispatlamak zorunda kalabilecek.
25 Haziranda kürtaj kararı açıklandıktan sonra sokaklarda kararı protesto eden binlerce insan zaman zaman kürtaj karşıtlarıyla da çatışma noktasına geldi. Biden, kararı kınayıp bu kararla kadınların hayatının tehlikede olduğu vurgusu yaparken, göstericilerin verdiği tepki karşısında da müesses nizamın her şeyden daha önemli olduğunun altını çizdi. “Bu konuyu ne kadar önemserseniz önemseyin, protestolarınız barışçıl olsun. Kimseyi korkutmak yok. Şiddet asla kabul edilemez. Tehdit ya da gözdağı ifade özgürlüğü değildir. Şiddetin her türüne karşı durmalıyız” diyen Biden, yıllardır istediklerini elde edinceye kadar her türlü şiddeti uygulamaktan geri durmayan kürtaj karşıtlarını memnun etmiş oluyor aslında! Oysa 1973’ten itibaren kürtaj hakkı federal düzeyde anayasal bir hak olarak tanındı tanınmasına ama kadınlar onlarca yıl boyunca kürtaj karşıtlarının engellemelerine ve zorbalıklarına, her türden şiddetine karşı mücadele vermek zorunda kaldılar. Kürtaj karşıtı örgütler çeşitli taciz ve yıldırma taktikleri kullanarak klinik önlerini savaş alanına dönüştürdüler. Son yıllarda Katolik ve Evangelist kiliselerin de destekleriyle bu örgütler daha da güçlenip çoğaldılar. Çeşitli dini gruplar, milliyetçi, muhafazakâr kesimler yıllardır kürtaj karşıtı politikacılara oy veriyor, kürtaj karşıtı yasaları destekliyor ve kürtaj karşıtı eylemlere katılarak, kürtaj karşıtı davayı desteklemek için âdeta seferberlik ilan etmiş durumdalar.
Bu kesimler 1970’lerin sonlarından bu yana kürtajı halkı gerici temellerde harekete geçirici bir konu olarak kullanıyorlar. Klinikleri abluka altına alıyor, kapılarında girişi engellemek için barikatlar kuruyor, oturma eylemleri yapıyor, yüzlerce protestocuyla, kliniklere girmeye çalışan hastaları taciz ediyor, hastaları ve klinik personelini korkutup kürtaj operasyonlarını durdurmaya çalışıyorlar. Kürtaj karşıtları klinik çalışanlarını, işlerini bırakana veya şehirden ayrılana kadar taciz edip korkutuyorlar. Yaptıkları eylemlerle kliniklerin günlerce kapanmasını sağlıyorlar. 1990’larda ev ve kliniklerin telesekreterlerine bomba ve ölüm tehditleri bırakıyor, kliniklerin kapı ve pencerelerine asit yerleştiriyorlardı. 1993’te Florida’da Dr. David Gunn’ın kliniğin dışında öldürülmesi üzerine ABD Kongresi “Kürtaj Kliniklerine Erişim Özgürlüğü” yasasını (FACE) çıkardı. Bu yasa kürtaj karşıtlarının klinik önlerindeki saldırgan eylemlerinin seyrini ve şiddetini düşürse de bitiremedi. 1994’te kliniklerin %52’si ablukalar, işgaller, bombalama veya bomba tehditleri, ölüm tehditleri, kundaklamalar, kimyasal saldırılar, takip veya fiziksel şiddet yaşadıklarını bildirmişti. Bu oran 1999 ve 2000’de ancak %20’ye düşmüştü. Son yıllarda da kürtaj karşıtı eylemler yeniden artarak 1990’lardan bu yana görülmeyen seviyelere geri dönmeye başladı. Kürtaj yapılan kliniklerde doktorlara ve personele yönelik şiddet tehditleri de neredeyse iki katına çıktı. Kürtaj karşıtları klinik önlerinde yapılan eylemlerle yetinmeyip klinikler dışında da ancak şeytanın aklına gelebilecek yol ve yöntemler kullanıyorlar. Kürtaj kliniklerinin yanında sahte klinikler açıp o kliniklere kürtaj olma niyetiyle başvuran kadınları ikna odalarında kürtajdan vazgeçirmeye çalışıyorlar. Telefonlarla yardım istenirken sahte hatlarla bağlanıp, kadınları doğum yapması için ikna etmeye çalışıyorlar. Klinik çalışanlarının evlerinin önüne kadar gidip orada eylemler yapıyorlar. Elbette Yüksek Mahkeme de bunu “ifade hürriyeti” kapsamında değerlendiriyor!
Ne yazık ki, kürtaj karşıtları toplumun farklı kesimlerini çeşitli söylemlerle peşlerine takmayı başarıyor. Kullandıkları sloganlar, semboller ve araçlarla birçok kesimden insanı etkileyebiliyorlar. Günümüzde sosyal medya kanallarını çok etkin kullanıyorlar, Youtube kanallarından, Facebook’tan binlerce takipçiyi etki altına alıyorlar. Kürtaj karşıtı hareket muhafazakâr siyahların arasında da kürtajı “siyah soykırımı” olarak yaymaya çalışıyor. Kürtaj karşıtlarının bir kısmı, kürtaj yaptıran kadınların cinayet işlediklerini ve buna göre yargılanmaları gerektiğini iddia ediyor.
Hıristiyan muhafazakârlar ve birçok Cumhuriyetçi yönetici uzun zamandır kürtajın yasaklanmasını istiyordu. Toplumun yarısından fazlası kürtaj hakkından yana olmasına rağmen ABD’de en temel haklardan biri olan kürtajı nerdeyse yasaklayacak bir karar alınmış durumda. ABD’de kutuplaşma giderek derinleşirken, faşist hareket de güçleniyor. Trump’ın temsil ettiği faşist çizgi de Cumhuriyetçi Parti içinde giderek güçleniyor. Kriz ve Demokratların yoksullardan yana herhangi bir iyileştirme yapmaması emekçilerin tepkisini arttırıyor ve bir kısmı Cumhuriyetçilere yöneliyor. Kürtaj hakkına saldırı genel gericileşme dalgasının bir parçasıdır ve aynı zamanda Cumhuriyetçilerin ve Trump gibilerin faşist çizgisinin topluma dayatıldığının da önemli bir göstergesidir.
ABD gibi bir gelişmiş kapitalist ülkede kadınlara yönelik bu hak gaspı başka ülkeleri de etkileyecek gibi görünüyor. Özellikle Türkiye gibi bir ülkede, kutuplaştırma siyasetine canhıraş yapışmış olan rejime daha da cesaret verecek bir gelişme bu. Türkiye’de açıktan yapılmasa da kamuoyunun dikkatini çekmeyecek yol ve yöntemlerle kürtajı engellemeye dönük uygulamalar zaten var. Kadın doktorlara isterse kürtaj yapmama hakkı tanınmış durumda. Kliniklerde doktorların yaptıkları her işlem için bir kıdem puanı varken, kürtaj için yok. Bu da kürtaj yapmayı tercih edecek doktorların sayısını azaltarak, kürtaj yaptırmak isteyen kadınları mağdur edecek bir politika. Sağlık Bakanlığı üç yıldır gebelikten korunma ihalesi açmıyor. Doğum kontrol haplarını göndermeyi aksatıyor. Ücretsiz olması gereken aile planlaması hizmetleri için ücret istenmeye başlandı. Her kadının hissesine üç değil beş çocuk yazan Erdoğan’ın artık kürtaj konusunda radikal kararlar almaya kalkması da şaşırtıcı olmayacaktır!
ABD’de yaşanan bu çok önemli hak gaspı doğal olarak sınıfsal bir sorun. Temelde egemen sınıfın kadınlarını ilgilendiren, onları mağdur eden bir sorun değil elbette! Onlar için, özel doktorlarıyla veya kürtajın yasak olmadığı eyaletlere hatta ülkelere giderek bu sorunlarından kurtulmak çocuk oyuncağı! Fakat bu yasa yoksul kadınların var olan sorunlarını katmerli hale getirecek. Yoksulluk koşullarında yaşayan bir kadın kürtaj olamayacak. Hayatın giderek daha da zorlaştığı kriz koşullarında hamile kaldığı için işiyle ilgili sorunlar yaşayacak. Belki bu yüzden işinden olacak. İstemediği bir gebelik sonucunda çocuk doğurduğunda daha fazla çocuğu geçindirmek zorunda kalacak. Bu koşulları göze alamadığında illegal kürtaj yolları deneyerek hayatını riske atacak. ABD’de kürtaj hakkı için mücadele eden kadınların sloganlarla anlattıkları gibi kürtaj hakkı kadınlar için yaşam hakkıdır. Bu hak kadınların ellerinden, onlarca yıl boyunca uygulanan baskının ve zorbalığın sonucunda koparıldı. Düzen yanlıları bu zor karşısında kadınların sadece pasif bir şekilde tepki göstermesini ve haklarının iktidarların insafına bırakılmasını istiyorlar. Oysa gücü büyütmeden, pasifliği bir kenara bırakıp kavgayı hakkıyla vermeden haklar korunamaz veya yeni bir hak kazanılamaz! En önemlisi işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların mesele ne olursa olsun kutuplaştırılmaya izin vermemesi, saflarını sıklaştırması. Tüm sorunlara karşı, ekonomik, demokratik, siyasal tüm hak kazanımları için tek bir formül var, o da birlik, mücadele ve dayanışma!
link: Aylin Dinç, Kürtaj ABD’de Artık Anayasal Bir Hak Değil!, 7 Temmuz 2022, https://en.marksist.net/node/7691
Kolombiya’da Petro’nun Zaferi ve Bekleyen Tehlikeler
IMF’den Covid Pandemisi İtirafı