Türkiye politik gerilimin tırmandığı, saflaşmanın keskinleştiği, ülkenin gidişatını tayin edecek önemli bir çalkantı evresine girmiş durumda. Meta fiyatları kontrolden çıkmış bir yükseliş içindeyken ekonomik çöküş süreci emekçileri gitgide daha fazla sefalet çukuruna çekerek dibe doğru ilerlemekte. Genel toplumsal hoşnutsuzluk ve iktidara tepki büyürken, iktidar da bir yandan baskıyı her yönde arttırıp bir yandan da ekonomik durumda düzelme izlenimi verecek umarsız çırpınış hamleleri yapmakta. Toplum başta ekonomik yıkım nedeniyle genel olarak derin bir hoşnutsuzluk içinde tepki biriktiriyor ve değişim umuduyla bir an önce seçimlerin gelmesini bekliyor. Burjuva muhalefet güçleri de kitleleri bu dar çerçeveye sıkıştırıp başka bir arayış içerisine girmelerini engelledikleri gibi siyasetlerini bu beklenti üzerine kurmuş durumda. Buna karşı iktidar güçleri de seçimleri ya yaptırmamak ya da tam bir düzmece oyuna çevirecek şekilde yapmak üzere var gücüyle çaba harcıyor. Tüm durum, gitmesi gereken ama gitmemek için direnen bir iktidarın ayakta kalma çabalarıyla belirleniyor denebilir.
Politik mücadelenin güçler terazisine bakacak olursak, toplumun çoğunluğu olsun, sermayenin iktisadi güç anlamında daha ağır basan kesimleri olsun, uluslararası güçlerin ağır basan kısmı olsun bu iktidarın gitmesini istemektedir. Genel ekonomik gidişatı da tüm bu unsurların hem içinde hem dışında olarak sayabilir ve onun da iktidar aleyhindeki terazi kefesinde ağırlık yaptığını söyleyebiliriz. İktidarın kefesinde ise esas olarak devlet gücü, yandaş sermaye, paramiliter boyutları da olan güçlü bir sivil örgütlenme ağıyla tahkim edilmiş ve böylesi bir rejim için asla azımsanamayacak bir kitle desteği ve çok kollu büyük bir ideolojik propaganda aygıtı var. Terazinin karşıt kefeleri kabaca bu unsurlardan oluşmaktadır. Bu haliyle teraziye bakıldığında ve kefelerdeki temel unsurlarda anlamlı bir değişiklik olmadıkça iktidar karşıtı kefenin ağır bastığı aşikârdır. Bu rejim yükseliş döneminin özellikleriyle değil, birçok alandan doğan sıkışma, içyapısındaki gevşeme ve çözülmeyle, zihinsel dağınıklıkla karakterize olmaktadır.
Ancak bu tespit iktidarın ne kendiliğinden gideceği anlamına gelmektedir ne de mücadele etmenin gereği olmadığı anlamına. Aksine iktidar da kendisi için kritik bir evreye girildiğinin farkında olduğu için her türlü melanete başvurmaktan geri durmayacaktır. Bu yüzden alabildiğine güçlü bir mücadele yürütmek ve rejimin yıkılması için var güçle çalışmak gerekmektedir. Aksi takdirde işçi sınıfı ve emekçiler açısından yıkım çok daha uzun süreli, çok daha büyük ve toparlanış da o denli güç olacaktır, bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Baskı artıyor
Politik güçler terazisinin dengesi genel olarak iktidar aleyhine olduğu için ve iktidarın şu veya bu şekilde üstesinden gelmesi gereken bir seçim meselesi olduğu için, son dönemde toplum ve muhalefet üzerindeki baskı olağanüstü ölçüde arttırılmaktadır. Bu bakımdan iktidarın, içte ve dışta burjuva siyasetinin legal/meşru yol ve yöntemlerinden uzaklığı hızla artmaktadır. Keyfilik, bel altı yöntemler, hukuk ve kural dışılık, teamül ve ahlâk ölçülerinin paspas edilmesi bu iktidarın yerleşik normu haline gelmiştir. İktidar artan ölçüde kirlenmekte, çirkefleşmekte, nobranlaşmakta, hoyratlaşmakta; çürümüşlük dört bir yanını sarmaktadır.
Bu meyanda faşist iktidar varlığını sürdürebilmek ve kendisi için büyük bir sıkıntı kaynağı olan seçim handikabını aşabilmek için birkaç koldan çalışıyor. Devlet zoruyla her türlü muhalif gücün sindirilmesi, bastırılması elbette burada ana yöntem olarak öne çıkmakta. İşçilerin, Kürtlerin, kadınların, LGBT’lerin, öğrencilerin, köylülerin, çevrecilerin, esnafın, hatta milletvekillerinin bireysel ya da grup halinde çeşitli eylemlerinin, basın açıklamalarının yasaklanması, yaptırılmaması, bu eylemlerin aşırı devlet şiddeti yoluyla ezilmesi, eylemi yapanların maruz kaldıkları yargılama ve cezalar, hapishanelerin dolup taşması… Başta Kürt muhalif basını olmak üzere tüm muhalif medyanın ve sosyal medyada bireylerin ağır bir baskı ve sansürle susturulmaya çalışılması, sadece bir tweet attığı için yaşlı çocuk demeden insanların devlet terörüne maruz bırakılması…
En son gündeme getirilen ve Meclis görüşmeleri aşamasına ulaşmış olan yeni internet ve sosyal medya tasarısı bu baskılar silsilesi içinde özel bir sıçramayı temsil ediyor. Bunun yasalaşması halinde iktidarın “halkı yanıltıcı bilgi” dediği her türlü yayın, fikir, söz 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Bunun vahameti henüz yeterince anlaşılmış değil, ama uygulama başlayınca (diğer faktörler aynı kaldığı ölçüde) şimdiye kadarki sansürlemeleri misliyle aşan bir karanlık bekliyor ülkeyi. Faşist rejimin şimdiye kadarki baskı dozu yine de tarihsel örneklerle karşılaştırıldığında belli yönleriyle sınırlı kalıyordu. Türkiye somutunda bunun temelinde asıl olarak başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal tepkinin henüz kitlesel ölçeklerde sokağa taşmaması yatıyordu. Rejim kitle desteğinin ve medya hâkimiyetinin nispi “rahatlığıyla” belli alanlarda özellikle dışa karşı demokrasi görüntüsü çizme oyununu oynayabiliyordu. Ama kilit önem taşıyan kitle desteğinde ciddi kayıplar başlayınca faşist baskının dozu da büyük adımlarla artmaya başladı. Kitle desteğinin kritik eşiklerin altına inmesi ve sürecin yavaş olsa da istikrarlı biçimde devam etmesi, başka şeylerin yanı sıra, kendi kontrolündeki ana akım medyanın işlevini rejim açısından hayli azalttı. Ana akım medyaya güvensizliği artan kitleler sosyal medyaya daha fazla kulak kabartır oldular.
Rejim muhalif medyayı ve sosyal medyayı sadece sansürleyip baskılamakla yetinmiyor. Bunun yanı sıra binlerce maaşlı kişiden oluşan bir trol ordusuyla sosyal medyada karmaşık bir ağ halinde yönlendirme, manipülasyon yürütüyor ve hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Tepeden uygulanan baskı ve sansüre alttan eşlik eden bu manipülasyon faaliyetinin de artık sadra şifa olamadığını gösteriyor son internet ve sosyal medya tasarısı.
İnternet ve sosyal medyayı boğma çabasının genel bir bastırma seferberliğinin parçası olduğuna delalet eden diğer bir gelişme de kültürel faaliyetlerin, kitle konserlerinin, festivallerin birbiri ardına yasaklanması. Böylece kültürel açıdan boğucu bir atmosfer yaratılmaya, muhalif kitlelerin bir araya geleceği ve duygu birliği sağlayacağı mecra ve araçlar yok edilmeye çalışılıyor. Bir zamanlar Almanya’da swing dansının gençler için bir özgürlük alanı olduğunu gören Hitler faşizmi, genç kuşakları sindirmek için bu dansı yasaklamıştı. Benzer mantıkla mevcut rejim de, kültürel etkinliklerin muhalif kitlelerin moral bulup cesaretleneceği alanlar olmasını önlemek ve yarına dair umutlarını kırmak için aynı yola başvuruyor. Bu konser yasaklamaları dalgası sırasında Kayseri’de üniversitedeki bir konserde oluşan iktidar karşıtı coşkulu kitlesel hava da rejimin kaygılarının yerinde olduğuna işaret ediyordu.
Erdoğan’ın saldırı stratejisinde en bel altı yöntemler bile var. Kılıçdaroğlu’nun Alevi olmasının sahte bir hoşgörü ve demokratlık kisvesi altında sinsice gündeme getirilmesi bunun bir örneğidir. Bir yandan sözde Alevilere sahip çıkar pozlar kesme, müşfik baba havası, diğer yandan sıkça gündeme getirmek suretiyle Alevi kimliğinin altının çizilmesi, sahada örgütlü çalışmada bu olgunun en kirli tarzda kullanıldığını alenen göstermektedir. Bunun iktidar açısından ne derece derde deva olacağı yine de şüphelidir. Doğrusu son onyıllarda yaşanan ivmeli kentleşme ve proleterleşme süreçleriyle bu önyargıların ciddi bir zemin kaybına uğraması ve emekçi kitlelerdeki yükü katlanılmaz ölçüde artan ekonomik yıkım gibi etmenlerle bu kimlik siyaseti istismarının eskisi kadar büyük sonuçlar getirmesi zordur. Ama çaresizlik içindeki rejim diğer alanlarda olduğu gibi bu konuda da rasyonel değerlendirmeler yapmanın ötesine geçmiştir.
Rejim muhalefet safları içinde en örgütlü ve diri kitleyi oluşturan Kürtleri bastırmak için elbette en yoğun çabayı gösteriyor. En son Diyarbakır’da 16 Kürt gazetecinin hiçbir somut delile dayanmadan tutuklanması rejimin ve ülkenin gidişatında önemli sonuçlar doğuracak bu son çarpışma evresinde Kürtlerin asli bir saldırı hedefi olmaya devam edeceğini gösteriyor. HDP’li milletvekillerinin son günlerde artan ölçüde sosyal linçe tabi tutulmaları ve bunlardan bazılarının muhtemelen vekilliklerinin düşürülecek olması, HDP’nin üzerinde dalgalandırılan kapatma davası gibi olgu ve tehditler, yeni baskı dalgasının hiç şüphesiz Kürt sorununu da ana eksenlerden biri olarak kullanacağını gösteriyor.
Ekonomide sıkışma
Rejimin ekonomi cephesindeki sıkışıklığı durmaksızın artıyor ve bu durum esasen onun en büyük, en can alıcı sorunu. Zira kendisi için en büyük sigorta olan kitle desteğinde ekonomik durum ve gidişat en başta gelen etmenlerden. Arada çaresizce yapılan nefes alma hamleleri derde derman olmak bir yana, durumu daha da ağırlaştırıyor, ekonomik dibe gidiş süreci döne döne devam ediyor. İktidarın son birkaç yıl içinde ilan ettiği sözde ekonomik programların hiçbirisi genel ekonomik gidişatta bir rahatlamaya yol açmamıştır. Tüm bu sürecin sonunda enflasyon düzmece resmi rakamlarla bile yüzde 80’e dayanmış, kişi başına milli gelir Türkiye tarihinde ilk kez 7 yıl üst üste gerileyerek 12 bin doların üstündeki seviyeden 6 bin dolarlar seviyesine gelmiş, Türkiye ekonomisi en büyük 20 ülke arasından çıkarak 2022 tahminlerine göre 23’üncü sıraya gerilemiş, işsiz sayısı 8 milyonu aşmış, gençlerin özellikle eğitimli kesimleri ve beyaz yakalılar ülkeyi terk etmeyi ister hale gelmiş durumda. Hayat pahalılığı inanılmaz boyutlara ulaşırken, tarım çöküşün eşiğine geliyor ve gıda fiyatları sınır tanımaz bir hızla yükseliyor.
Rejimin kendisini kurtarmak amacıyla uygulamaya çalıştığı temelsiz faiz düşürme ve döviz kurunun yükselişini kontrol altına alma çabası sonucunda Hazine ve Merkez Bankası kaynakları da tüketilmiş, kasa tamtakır hale gelmek bir yana eksiye geçmiştir. Sadece Kur Korumalı Mevduat denilen uygulamanın ortaya çıkardığı tablo bile hem işçi sınıfı açısından hem de genel ekonomik gidişat açısından bir felâkettir. Bu paketin 6 ay içinde bütçeye maliyeti, yani emekçilerin sırtına bindirdiği yük kurun mevcut düzeyiyle 130 milyar TL’dir. 25 milyar lira ek maliyete yol açacak bahanesiyle emeklilerin maaş ikramiyelerinde bile enflasyon artışı yapmayan iktidar, para sahiplerine bu 130 milyar lirayı şevkle vermektedir. Bununla da elde tutulan dövizlerin TL’ye dönüşümünü sağlayamayan iktidar önce altına dayalı şimdi de kamu şirketlerinin gelirlerine dayalı gelir senetleri satmaya girişerek emekçilerin sırtına yeni yükler bindiriyor.
Ülkenin kısa vadeli dış borcu 170 milyar dolara, dış ticaret açığı 57 milyar dolara, cari açık da 40 milyar dolara yükselmiş, yana yakıla ülkeye çekilmek istenen dış yatırımlar hızlı bir düşüş sürecine girmiş, CDS denilen dış kredi risk primi rekor üstüne rekor kırarak 800 puanın üzerine çıkmış, hatta mevcut yatırımlardan çıkış başlamış, yılın ilk 5,5 ayında 4,6 milyar dolar kaçmış durumdadır. Buna rağmen iktidar aynı ekonomi politikalarını inatla sürdürmeye çalışmakta ve bir düzelme sürecinin başlayacağı hüsnükuruntusuyla felâketi derinleştirmektedir.
İktidarın ekonomide hiçbir iler tutar hesabının, planlamasının olmadığına dair son çarpıcı gösterge yıllık bütçenin 6 ayda iflas etmesi oldu. Ekonomik öngörü ve hesap namına koca bir çuvallama söz konusudur burada. Yılbaşında “yeni ekonomik program”la birlikte yıl boyunca 1 trilyon 728 milyar lira gider öngörülmüşken, şimdiden bu limite ulaşılmıştır ve 880 milyar 474 milyon liralık yeni ödenek istenmektedir. Sapmanın boyutu hiçbir rasyonel ekonomik hesaba sığacak türden değildir.
Doğu Akdeniz’deki doğalgazın çıkarılıp Avrupa’ya taşınması konusunda geçtiğimiz hafta yaşanan gelişme bu kaynaktan nasiplenmeyi hayati bir mesele olarak gören rejimin bu önemli çekişmede de kaybettiğini ortaya koydu. Büyük enerji tekellerinin, daha pahalı bir seçenek olmasına rağmen, bu konuda özetle İsrail-Mısır-Avrupa hattını tercih etmeleri rejimin tutunacak dal arayışına yeni bir darbe vurmuş oldu. Aynı kalemden sayılmak üzere, dışarıdan yana yakıla para bulma çabalarının pek kâr etmediğini vurgulamak gerekiyor. Çürümüş Körfez sultanlıkları karşısında utanç verici tornistanlara dayalı olarak yapılan onca şirinliğe rağmen rejimin elini rahatlatacak kayda değer bir yatırım dalgası gerçekleşmemektedir.
Elbette rejim açısından daha da kötü haber, başta ABD Merkez Bankası olmak üzere gelişmiş kapitalist ekonomilerde yeni bir faiz yükseltme sürecine girilmiş olmasıdır. FED kararından sonra rejimin işi daha da zorlaşmıştır. İsviçre Merkez Bankasının bile 15 yıl aradan sonra ilk kez faiz arttırdığı bir dünyada rejimin iktisadi planda bir çıkışı bulunmuyor. Küresel sermaye akışlarının yönü, daha yüksek ve güvenceli faiz getirisi için, yeni dönemde kapitalizmin merkez ülkelerine doğru olacak. Dış kaynağa fazlasıyla bağımlı kapitalist Türkiye ekonomisi açısından can yakıcı bir gelişmedir bu. Hemen herkesin öngördüğü bu gelişmeyi hiç kuşkusuz iktidardakiler de biliyordu ve aslında tüm sallapatiliği içinde başlatılan ekonomik değişiklik programı dış kaynak bağımlılığını azaltmayı amaçlıyordu denebilir. Rejimin planı, yerli parayı değersizleştirerek ihracatı körükleyip sözde döviz gelirlerini arttırmak, bu hamle içinde üretimi belli ölçüde yerlileştirmek, nihayetinde de cari dengeyi düzelterek döviz rezervlerini güçlendirmek ve ihracata dayalı üretim atağı sayesinde işsizliği de düşürmek idi. Ancak içine dolandığı çözümsüz çelişkiler yumağı içinde bunun başarı şansı yoktu ve nitekim gidişat da bunu göstermektedir. Bugün Türkiye’deki ekonomik çöküş sürecinin sorumlusu çok büyük oranda iktidarı gasp etmiş dar bir burjuva fraksiyonun her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma gayretidir. Bu fraksiyon büyük ölçüde kendi özgül bekasına odaklanmıştır.
Rejimin alet kutusu
Muhalefet güçlerini bölmek ve zayıf düşürmek için başka kirli ayak oyunlarını da rejim yöntemleri listesine eklemek gerekiyor şüphesiz. Seçim yasalarında yapılan değişikliklerin, olası seçimlerin tümüyle rejim güçlerinin tek kale maçı şeklinde geçmesini sağlamak üzere yapıldığı aşikâr. Bu yeni düzenlemeyle milletvekili seçimleri açısından seçim ittifakı kurmak anlamsızlaştırılmıştır. Seçim sürecindeki ihtilaflı konuları, itirazları vs. karara bağlayacak seçim kurulu başkanlıklarının iktidar tarafından işe alınıp atanmış ve terfi ettirilmiş yeni savcı ve hâkimlere geçirilmesi anlamına gelen düzenleme ise alenen maçın hakeminin takımlardan birinin oyuncuları arasından seçilmesi demektir.
Muhalefete alternatif kukla partiler kurdurmak ve el altından bunları desteklemek de muhalefet güçlerini zayıflatmak için yürütülen kirli operasyonların bir ayağını oluşturuyor. Şu anda altılı muhalefet cephesini oluşturan partilerin hemen her birinin siyasi geleneğinden gelme bunlara alternatif yeni küçük partiler oluşturulmuş durumdadır ve bunlar iktidar ana akım medyasında lanse edilmektedir. CHP’nin de (Memleket Partisi), İYİP’in de (Zafer Partisi), Saadet/Gelecek/DEVA partilerinin de (Yeniden Refah) aynı gelenekten gelme alternatifleri bulunmaktadır. Dahası, bunlar yetmezmiş gibi, muhalif seçmenin kafasını daha da karıştırmak için Tansu Çiller’e bile parti kurma görevinin verildiği anlaşılıyor. Ancak yeri gelmişken belirtilmeli ki bu proje partilerinden şimdilik yeterli verim alınabilmiş değil.
Son dönem çıkan bazı haberler rejimin bir seçim olması halinde Kürt kitlelerin HDP’ye desteğini kırmak için onları aldatmak üzere de bazı arayışlar içinde olduğunu gösteriyor. Rejim Kürt hareketine karşı en ağır sopayı kullanma bakımından elini hiç gevşetmez ve HDP’yi kapatma seçeneğini çekmecesinde tutarken, diğer yandan Ayhan Bilgen gibi isimler üzerinden rejimle bağlantılı, icazetli yeni Kürt partileri kurduruyor, ağır tutsaklık koşulları içindeki Öcalan’ı HDP aleyhine kullanabilmek için var gücüyle çalışıyor. 2019 yerel seçimlerinde Kürt kitlelerin oylarını etkileyebilmek için Öcalan üzerinden oynanan oyuna benzer bir oyunun yeniden pişirilmekte olduğuna dair belirtiler var. Olması halinde 2019’da bile tutmayan bu oyunun şimdi tutması çok zayıf olasılıktır. Kürt kitleleri aptal yerine koyan bu yaklaşımlar defalarca o kitlelerden şamar yemiştir. Milyonlarca Kürdün oyunu alan HDP’nin seçmenleriyle beraber düşmanlaştırılıp dışlanmasının unutturulabileceğini sanmaları rejim güçlerinin çaresizliğine de işaret ediyor aslında. Bir yandan o kitlelerin seçip Meclise gönderdiği vekillerine her fırsatta devlet terörü uygulayıp aşağılayacaksın, sosyal linç için hedef göstereceksin, Kürtçeye yönelik baskı ve aşağılamaları sürdüreceksin, köyleri basacaksın, sınır ötesi Kürt bölgelerine operasyonlar yapacaksın diğer yandan da Kürtlerin bunları yok sayıp senin istediğin istikamette davranmasını bekleyeceksin. Bu oyunun tutma olasılığı yok denecek kadar azdır.
Öte yandan rejim hayat pahalılığının yarattığı yıkım nedeniyle kitlelerin büyüyen hoşnutsuzluğunu, asgari ücret, vergiler, kira artış oranına tavan gibi konularda bazı düzenlemelerle ve ucuzlayan yerli paranın yarattığı ek ihracat olanakları sayesinde işsizliğin yeni bir patlama yapmamasını sağlayarak gidermeye çalışsa da arzu ettiği sonucu alabilmiş değildir. Başarabildiği şey, kendi kitle tabanındaki erime hızını belli aralıklarda biraz duraklatmak ve genel olarak erimenin hızını bir parça azaltmak olmuştur. Ama erime devam etmektedir. Bu noktada rejim erimenin en azından muhalefet hanesine yazılmamasını sağlamaya çalışmaktadır ki bu noktada başarılı olmadığı şimdilik söylenemez. Örgütlü bir işçi kitle hareketinin yokluğu koşullarında, çözülmeler ağırlıklı olarak kararsızlık alanına akmakta, kısmen ve yavaş olarak burjuva muhalefetin kitle desteği artmaktadır. İktidarın şimdilik muhafaza edebildiği kitlede de genel olarak coşkusuzluk, bıkkınlık, yorgunluk hâkimdir.
Rejimin dara düştüğünün delili olan bazı ikincil belirtileri de anmadan geçmeyelim. İlk olarak rejimin iç bütünlüğünün bozulmakta olduğuna ve Erdoğan’ın bunu durdurmakta zorlandığına dair belirtileri anmak gerekiyor. AKP, Erdoğan, MHP, Soylu, Avrasyacılar vb. kesimlerin, yani rejim ve devlet içindeki kliklerin birbirlerine dönük hamlelerini Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili gelişmelerden Arınç’ın “kral çıplak” çıkışına kadar birçok gelişmede görebiliriz. AKP genel başkan yardımcısı Mehmet Özhaseki’nin “artık siyaseti yavaş yavaş bırakmamın zamanı geldi” açıklaması olsun, rejim kalemşoru Okan Müderrisoğlu’nun uygulanmak istenen politikaları rejim saflarında açıktan itiraz etmeksizin direnç yoluyla etkisizleştirmeye çalışanların olduğuna dair uyarısı ve savurduğu tehdit olsun, “beşli çete” olarak anılan sermaye gruplarının başka sermaye çevrelerini araya koyarak muhalefetle irtibat kurmaya çalıştığına dair haberler olsun hep bu alandaki işaretlerdir. Dahası gelinen noktada Soner Yalçın gibilerin bile “Erdoğan gitsin diye devleti çökertmeyin” diyerek “defansa koşması” pek manidardır.
Bu nedenlerle rejim hem muhalif toplum kesimleri üzerindeki baskıyı arttırmaya daha büyük önem vermekte, hem de kutuplaştırmayı daha güçlü biçimde kullanarak kendi kitle tabanını “ben gidersem size zulmederler” diyerek korkutmaya çalışmaktadır. Konserlerin yasaklanmasına varıncaya dek uygulanan baskı, umudu boğarak muhalefet kitlelerinin coşku ve istim kazanmasını engellemeye dönüktür. Aynı doğrultuda yapılan bir şey de pervasızca yürütülen baskı politikalarıyla, “bunlar hiçbir surette iktidarı bırakmazlar” düşüncesinin alttan alta telkin edilmesidir. Bununla kitleler siyaset dışına ve yılgınlığa itilmek istenmektedir.
Turpun büyüğü heybede misali, rejimin bu yöntemler dışında kullanmaya niyetlendiği belli olan asıl araçsa, içte ve dışta maraza çıkartarak korku, heyecan ve nefret dalgası yaratabilecek provokasyonlardır. Suriye topraklarına askeri saldırı, Irak’ta PKK’ye karşı sansasyonel başarılar gibi gösterilecek askeri operasyonlar, Ege’de kıytırık kayalıklar üzerinden geçmişteki Kardak krizi benzeri krizler çıkarmak, Akdeniz’de, Kıbrıs’ta kışkırtıcı adımlar atmak türünden provokasyonlar ihtimal dahilindedir. Nitekim olabilirliği en yüksek olarak düşünülen Suriye topraklarına saldırı için geçtiğimiz haftalarda bir seferberlik havası kabartılmaya çalışıldı. Ancak uluslararası planda yeterli zemin oluşturulamadığından bu seferberlik havası şimdilik geri çekildi.
İçte ise aynı Haziran 2015 seçimleri öncesinde ve sonrasında olduğu gibi sansasyonel suikastlar, bombalamalar, benzer paramiliter operasyonların cepte durduğuna şüphe yoktur. Ancak son SADAT ifşaatları bu noktada da iktidarın elinin eskisi denli rahat olmadığını göstermiştir. Devlet içinde mevcut iktidardan, onun icraatından ya da gidişatından memnun olmayan çeşitli unsurların dışarıya sızıntı yaptıkları aşikârdır. Kılıçdaroğlu’nun bürokrasiye yaptığı çağrı ve uyarılar devlet içinde bir direniş büyütmeyi, bu tür unsurlara cesaret vermeyi ve bunların sayısını arttırmayı amaçlamaktadır. Diğer yandan mevcut iktidarla çıkarları artan ölçüde ters düşen ABD gibi büyük dış güçlerin de iktidarın seçim sürecini berhava etmeye dönük kimi bel altı hamlelerinin boşa çıkması yönünde çalışacağını öngörmek yanlış olmaz. Kılıçdaroğlu’nun SADAT ifşaatının hemen ardından, CHP’nin İstanbul’daki mitingi öncesinde ABD elçiliğinin miting dolayısıyla yayınladığı güvenlik uyarısının ne anlama geldiğini ilgili tüm güçler anladı. Nitekim iktidarın ABD ve İngiltere gibi devletlerin birçok ülke için sıkça yaptıkları, görünüşte sıradan bir uyarıya öfkeyle karşılık vermesi de mesajın alındığını gösteriyordu şüphesiz.
Ancak yine de bu tür provokasyonlar için gündemden düşmüştür demek asla mümkün değildir. Çoktandır narko-mafyatik bir karakter kazanmış olan kirli rejim güçleri, köşeye sıkışmış vahşi hayvanın gözünü karartarak her türlü melaneti yapabileceği bir noktadadır. O nedenle önümüzdeki süreçte uyanık olmak hayati önemdedir. “Türkiye çok yönlü ağır bir kriz içindedir. Toplumsal ve siyasal hayatın tüm boyutları adeta yaklaşan bir büyük çarpışmaya kilitlenmiş durumdadır. Gerçekten de her şey doludizgin bir patlama noktasına gider gibi görünmektedir. Bu bir olağanüstü süreçtir. Bu süreçte artık rejimin baskıları karşısında sinmek şimdiki durumu bile aratacak ve yıllar sürebilecek bir karanlık dönemin başlaması anlamına gelebilecektir. Faşizmin şirretliği karşısında «sabredelim geçer» demek en hafif deyimle aymazlıktır. Emekçi kitlelerin öfkesinin ve tepkisinin faşizme karşı mücadele doğrultusunda büyütülmesi bu rejimin defedilmesinin en güvenceli yoludur.” (Marksist Tutum, Canan Kaftancıoğlu Üzerinden Sallanan Faşist Sopa, 15 Mayıs 2022)
link: Levent Toprak, Rejim Ömrünü Uzatmak İçin Her Türlü Melanete Başvuruyor, 27 Haziran 2022, https://en.marksist.net/node/7681
Dünden Bugüne Bir Bozuk Düzen
Bu Düzen İnsana ve Hayata Düşman!