21 Eylülde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında konuşan Erdoğan, Paris İklim Anlaşmasını Ekim ayında TBMM’nin onayına sunmayı planladıklarını duyurdu. Erdoğan konuşmasında “bu karar belirlediğimiz takvim çerçevesinde yatırımdan üretime, ihracattan istihdama kadar geniş bir alanda kapsamlı değişikliklere gideceğimiz manasına geliyor” diyerek Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını imzalayacağının “müjde”sini vermiş oldu. Anlaşmayı düzenleyen yasa 6 Ekimde Meclis’te kabul edildi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının internet sitesinde Paris Anlaşması başlıklı yazıda “Ülkemiz ise Paris Anlaşmasını 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamış, henüz Taraf olmamıştır” açıklaması yer alıyor. Acaba neden Türkiye bu anlaşmaya imza atmasına karşın geçen 6 yıllık süreçte anlaşmaya taraf olmamıştır? Acaba Erdoğan neden ülkeye ve dünyaya hayırlı olmasını düşündüğü bu adımları bugüne kadar atmamıştır?
Paris İklim Anlaşmasının detayında hem bu soruların cevaplarını bulmak hem de Türkiyeli egemenlerin bu anlaşmayı bugün imzalamalarındaki asıl niyetlerini görmek mümkün. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinde Ek-1 ve Ek-2 ülke listeleri yer alıyor. Ek-2 listesi, “gelişmekte olan” ülkelere finansal destekte bulunacak gelişmiş ülkeleri içeriyor. Türkiye, itirazları sonucu, dâhil edildiği bu listeden 2001 yılında çıkarıldı ve sözleşmeye Ek-1 tarafı olarak katıldı. Dolayısıyla Çerçeve Sözleşme altında “gelişmekte olan” ülkelere mali ve teknolojik yardım yapması yönünde bir yükümlülüğü de kalkmış oldu. Türkiye’nin bu manevrası “gelişmekte olan” ülkelere, çevreci dönüşümleri için vermek zorunda olduğu maddi yardımdan kurtulmak içindi. Oysa Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, İtalya’nın Milano şehrinde katıldığı PreCOP26 zirvesi kapsamındaki Bakanlar Toplantısında yaptığı konuşmada; “Türkiye’nin, iklim değişikliğiyle mücadelede öncü bir rol üstleneceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın. İhtiyacı olan her ülkenin yanında olacağımızı da burada yinelemek isteriz” demişti.
Peki, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını imzalama konusundaki motivasyonunu ne değiştirdi? Bu değişimde Dünya Bankası ile Fransa ve Almanya’nın iklim projeleri için Türkiye’ye vermeyi taahhüt ettiği 3 milyar dolarlık kredi paketi etkili oldu. Bu kredinin bir kısmının hibe olduğunu da düşündüğümüzde iktidarın motivasyonunun neden bu zamana denk geldiğini daha iyi anlarız.
İktidarın 20 yıllık icraatına baktığımızda gerçek niyetini de anlarız. Doğa talanıyla geçen dolu dolu bir yirmi yıl. Türkiye’nin şimdiye kadarki çevre politikaları ve fosil yakıtlara yaklaşımı bize söylüyor ki, Paris İklim Anlaşmasına atılan imza doğanın yeşili için değil, doların yeşili için atılmıştır. Ekolojik yıkımı katlayarak arttıran şirketlere verilecek teşvik, ödeme garantileri ve vergi afları için kullanılacak bu dolarlar... O şirketlere akıtılan milyonlarla yapılan ve yapılmak istenen Kanal İstanbul vb. doğayı tahrip eden birçok benzeri projeler… İktidar eliyle yapılan doğa katliamının bunlarla sınırlı olmadığını geçtiğimiz yaz yaşanan yangın ve sel felâketleri ve bu felâketlerin etkilerini misliyle arttıran “önlemlerden” biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki felâketlere maruz kalanların yaralarını sarması gerekenler, “keşke bizim evimiz de yansaydı diyecekler” diyerek mağdur insanlara ev satma planları yaptılar. Yangına müdahale etmesi gereken uçakların olmaması, olanların ise bilinçli olarak kullanılamaz hale getirilmesi başka bir trajediydi. Bu, hükümetin doğa ve insana bakışının nasıl olduğunu ortaya koyuyor. Paris İklim Anlaşmasının önemli maddelerinden olan karbon salımına baktığımızda da Türkiye’nin sicilinin hiç de iç açıcı olmadığını görüyoruz. Elektrik üretiminde kömürün payının yaklaşık yüzde 40 olması ve Türkiye’nin dünya kömür tüketiminde ilk 10’da yer alması sicilindeki önemli lekeler.
Kuşkusuz dünyanın her yerinde yaşanan çevre felâketlerini sadece Türkiye ve benzeri devletlerin çevre politikalarına bağlamak doğru değildir. Eğer anlaşmayı imzalayan tüm devletler üzerlerine düşeni yapmış olsalardı dünya bugün bu sıklıkta ve düzeyde felâketler yaşamazdı. Uluslararası Enerji Ajansı, “Mevcut Politikalar Senaryosu”nda 2018-2040 döneminde enerji kaynakları için artış oranlarını kömürde %17,2, petrolde %25 olarak açıklıyor. Yani önümüzdeki 20 yıllık dönemde bırakın fosil yakıt kullanımında azalmayı tersine artış öngörülüyor. Bunu Paris İklim Anlaşması gibi çeşitli iklim anlaşmalarına imza atmış ülkeler tarafından finanse edilen Uluslararası Enerji Ajansı söylüyor. Tüm bunlar neticesinde çıkarılacak sonuç çok net: Bir tarafta daha fazla kâr için yangın yerine dönmüş bir dünya yaratan kapitalistler, diğer tarafta bu politikalar neticesinde hayatı kararan milyarlar var. Ve hayatı kararan milyarlar için sahnelenen orta oyunları... Nasıl ki kapitalistlerin aldıkları kararlar bir amaçta yani kâr arzusunda birleşiyorsa, biz de çevre için mücadelemizi sosyalist bir dünya arzusunda birleştirmeli, bunun için örgütlenmeliyiz.
link: Ankara’dan bir eğitim emekçisi, Doğanın mı, Doların mı Yeşili?, 17 Ekim 2021, https://en.marksist.net/node/7486
Gençliğin Çıkış Yolu Var
Milyarderlerin Fantastik Projeleri İnsanlık İçin mi?