Cezaevleri adalet sisteminin son ve en acımasız halkası… Türkiye’de son yıllarda hızlanan cezaevi inşaatı furyasının devam ettiği görülüyor. Çarkı bozuk kapitalist sistem sıkıştıkça egemenlerin topluma uyguladıkları basınç ve bu basıncın somut sonucu olarak da düzenin cezaevi ihtiyacı artıyor. Peki, bu cezaevleri kimler için yapılıyor? Grevci, direnişçi işçilerden deresine, tarlasına, ormanına sahip çıkmaya çalışan emekçiye; onlardan hakkını arayan öğrenciye, muhalif sanatçıdan gazeteciye, seçilmiş siyasetçilerden devrimcilere kadar herkese “sus!” çekilmekte. Susmayıp mücadeleyi sürdürenler de sözde adalet sistemi üzerinden cezaevine tıkılmak istenmektedir. Türkiye’de burjuva demokrasisinin geldiği son nokta şudur: geçtiğimiz 6 yılda 26 yeni cezaevi inşa edildi ve bu cezaevleri için 20 milyar liradan fazla harcama yapıldı.
Rejimin temsilcileriyle yeterli yakınlığa sahip olanların katil, tecavüzcü, hırsız, dolandırıcı veya mafya babası olmasının bir önemi yoktur. Onlar için değildir yapılan cezaevleri… Sınırlı sayıda da olsa iktidarın egemenliği dışında kalan medyadan her gün bir katil veya tecavüzcünün ya da bir mafya babasının nasıl pürü pak edildiğinin hikâyesini okumak mümkün! Rejim topluma ya kendisinden olmayı ya da kendisine itiraz etmemesini dayatıyor. Rejime itiraz edilmesi, uygulanan politikaların sorgulanması en hafif tabirle “terörist” veya “dış mihrakların maşası” olmakla eş tutuluyor. En küçük bir hak talebinde bulunmak, örneğin işçilerin greve çıkması, basın açıklaması yapması polis zoruyla engellenmeye çalışılmakta, yerine göre polis copu, biber gazı ve gözaltı terörü uygulanmaktadır. Üniversitede atanmış (kayyum) rektör istememek, seçilmiş rektör istemek de biliyoruz ki aynı muameleyle son bulmaktadır. Geçinememekten şikâyet edip iktidardakileri suçlayanlar ertesi gün kapılarında polisi bulmakta, rejimin resmi güçlerinin alenen yapamadığı işi paramiliter çeteleri tamamlamaktadır. Deresinde taş ocağı istememek “komünistlerin, teröristlerin oyununa gelmek” sayılmaktadır. Maden ocağı için ormanların kesilmesine itiraz etmek suç sayılmaktadır. Liste uzayıp gidiyor.
Manavgat’ı vuran yangınlarda evlerini, küçük zeytin bahçelerini, ineğini, koyununu, keçisini kaybeden köylülerin durumu ya da Marmaris yangınında evlerini ve tek geçim kaynakları olan arılarını kaybeden köylülerin durumu rejim sahiplerinin umurunda oldu mu? Daha yangınlar bitmeden evleri yananlara sözde teselli olarak “TOKİ size öyle güzel evler yapacak ki, evleri yanmayanlar keşke bizim evlerimiz de yansaydı diyecekler!” diyen bakan bir gaf mı yaptı yani? Hiç sanmıyoruz. Rejimin bir temsilcisi olan bakan, sermayenin vicdansız ve nobran cisimleşmesinden başka bir varlık değildir. Zatıalilerinin tek öğrendiği ve bildiği “biz buradan nasıl bir rant devşiririz” sorusunun yanıtıdır. THK’nın içinin boşaltılıp yandaş sermayedarların devlet garantisiyle uçak kiralanması ve THK uçaklarının kullanılmayacağı garantisinin sözleşmelere ekletilmesi hep aynı zihniyetin tezahürleridir.
Benzer şekilde Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde, Sinop’un Ayancık ilçesinde yaşanan sellerde neler oldu hatırlayalım: 400 metrelik taşkın vadisini 15 metreye sıkıştıran zihniyetin amacı daha çok kâr elde etme arzusundan başka bir şey değildir. Aynı zihniyet maliyetleri düşürmek adını tomruk deposunu dere kenarına yaptırmış. Daha sonra tomruk deposunun taşınmasına izin verdirmemiştir. Sonuç: yok olan bir ilçe merkezi! Şimdilik kesinleşen yüze yakın can kaybı! Bu zihniyetin sözcüsü ve icracısıdır bugünkü rejim.
Öte yandan her iki olayda da rejim tarafından yapılan haber yasaklarını hatırlayalım. Rejim her konuda kendi sorumsuzluklarını gizlemek için aynı yola başvuruyor. Dahası adalet sistemi yoluyla toplumsal muhalefet baskı altında tutulmak isteniyor ve cezaevleri de bir giyotin gibi toplumsal muhalefetin üzerinde yükseliyor. Durduk yere 6 yılda 20 milyar TL harcamadılar cezaevlerine. Yaşadığımız sorunlar mevcut rejimin yaptığı tercihlerin sonucudur. Rejim “itibarı gereği” reisine uçak filoları düzüp, Türkiye’nin dört bir yanında saraylar inşa ederken, yoksullaşan işçilere ve emekçilere “israf etmeme”, “porsiyonları küçültme”, “etkili alışveriş yöntemleri” üzerine vaaz vermekten geri durmuyor. Öte yandan en can alıcı sorunlar karşısında hiçbir çözüm ortaya koymuyor. Büyüyen sorunlar, toplumun değişim isteğini de büyütürken huzursuz kitlelere cezaevleri açarak sopa gösteriliyor.
Üstelik cezaevlerine harcanan 20 milyar lira işçi ve emekçilerden toplanan paradır. İşçi ve emekçilerden çok çok daha fazlası da vergilerle, cezalarla toplanmaktadır. Cezaevlerine harcanan 20 milyar lirayla bu ülkenin tüm orman yangını sorunları çözülebilirdi. Rejimin reisine 13 uçaklık filo kurulacağına yangın söndürme uçakları alınabilirdi. Rejimin reisinin sarayları için harcanan paralarla, pek çok sel baskını yaşanabilecek yer düzenlenebilirdi. Öte yandan rejimin böyle bir tercihi yoktur ve gelecekte de olmayacaktır. Rejimin temsilcileri ve bir avuç asalak burjuva için devran devam etsin diye her türlü baskı ve zulüm normal gibi gösterilmek istenmektedir. Kapitalizmin coğrafyamızdaki temsilcilerinin yaptıkları ve yapmadıkları ortadadır. Bu düzenin biz işçi ve emekçilere bir şey yoktur. Oysa biz işçi ve emekçiler için acıların, yoksunlukların olmadığı bambaşka bir dünya mümkün. Bu dünya için işçi ve emekçilerin birleşerek mücadele etmekten başka bir çıkar yolu yok.
link: İstanbul/Bahçelievler’den MT okuru bir eğitim işçisi , Türkiye’de Demokrasi: 20 Milyar Lirayla Ne Yapıldı?, 14 Eylül 2021, https://en.marksist.net/node/7458
“Devlet Nerede?”
Devrimin Kıvılcımı: Potemkin Zırhlısı