Bundan yirmi yıl önce, 11 Eylül 2001’de, New York’ta Dünya Ticaret Merkezinin bulunduğu İkiz Kuleler uçaklarla düzenlenen intihar saldırılarıyla yıkılırken, Pentagon da benzer bir saldırıya uğradı. El Kaide’nin üstlendiği bu saldırılarda, çoğu İkiz Kulelerde çalışan işçilerden ve kurtarma ekibindeki itfaiyecilerden oluşan 3 binden fazla insan hayatını kaybetti. Ancak 11 Eylül pek çok açıdan bunlardan daha fazlasını ifade etmektedir. Bu sebeple onu yeni milenyumun siyasi tarihini belirleyen köşe taşlarından biri olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
11 Eylül saldırılarını başlangıçta bir terör eylemi olarak niteleyen ABD egemenleri, kısa bir süre sonra bunun bir savaş ilânı olduğunu açıklayarak, “bilinmeyen” bir düşmana karşı “sonsuz” bir savaş başlatacaklarını duyurarak Afganistan harekâtını başlatmışlardı. Bir ay sonra Afganistan’ın işgaliyle sonuçlanan bu askeri harekât, sadece bu kadarla kalmayıp, dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca insanın hayatını şu ya da bu ölçüde etkileyen cehennemin kapılarını da açmıştı. 11 Eylül saldırılarına ve bu saldırıları bahane eden ABD’nin başlattığı savaşa ilişkin olarak sitemizde yer verdiğimiz ilk değerlendirme yazımızda şu vurguyu yapmıştık:
“Yeni bir döneme giriyoruz. Ve bu dönem hiçbir şekilde bir barış dönemi olmayacak. Bugün ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü savaş, aslında önümüzde uzanan süreçte emperyalist güçlerin kendi aralarında hegemonya çekişmesi nedeniyle ve nüfuz alanlarının yeniden paylaşılması amacıyla kışkırtacakları yeni emperyalist savaşların bir ön hazırlığı gibi görünüyor. İşçi sınıfı bir kez daha çok ciddi bir sınavla karşı karşıyadır. Sınıfımızın bu sınavdan başarılı bir şekilde çıkabilmesi için bugün bir kez daha emperyalist savaşların doğası ve böylesi savaşlara karşı takınılması gereken sınıfsal tutum konusunda çok net olmak gerekiyor.”[1]
Ne var ki 11 Eylül sonrasında yapılan değerlendirmeler, Türkiye ve dünyadaki pek çok sol yapının ne denli yanlış bir kavrayışa sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne sermişti. Yine o döneme ilişkin bir yazımızda[2] belirttiğimiz üzere, esasında 11 Eylül’e yaklaşım konusunda solda üç eğilim öne çıkacaktı.
Birinci eğilime göre yaşananlar bireysel “terörizm” kapsamına girmekteydi. 11 Eylül’ün hemen ertesinde, tüm burjuva ideologları ve her fırsatta sözümona “terörizmi” kınayan küçük-burjuva entelijensiya takımı, ABD emperyalizminin bakış açısından bakarak yaşananları “terörizm” olarak adlandırıp ABD’nin savaş borusuna selam durdular.
İkinci eğilime göre emperyalist sistemin başı ABD emperyalizmi, onca gücüne ve yenilmez gözükmesine karşın evinde büyük bir darbe almıştı! İkiz Kulelerin yıkılması ABD’nin yenilebilir olduğunun açık bir kanıtıydı! Bu eğilim, Üçüncü Dünyacılardan Stalinistlere kadar uzanan tüm küçük-burjuva milliyetçi devrimci çizgiyi temsil ediyordu.
Üçüncü eğilim ise bu iki çizgiden de farklı bir değerlendirme yapan enternasyonalist komünist eğilimdi. Enternasyonalist komünistler olarak bizler, 11 Eylül’de ve sonrasında yaşananları “terörizm”e indirgeyenlerin korosuna katılmadığımız gibi, İkiz Kulelerin çökmesini ABD’nin “ağır darbe” alması biçiminde değerlendiren yorumlara da karşı çıktık. Marksist bir perspektiften bakarak olayların altındaki karmaşık süreçleri, iç eğilimleri ve çeşitli veçheleri diyalektik bir bütünlük içinde ele almadığımız müddetçe doğru bir politik tutum da alınamayacağının bilinciyle, durumu, kapitalizmin sistem krizi ve emperyalist paylaşım savaşı gerçekliği içinde bütünlüklü bir şekilde değerlendirmeye, işçi sınıfını bu gerçekler temelinde bilinçlendirmeye çalıştık. Aradan geçen bu süre zarfında, emperyalist savaşın gelişiminin ve büründüğü görünümlerin, öngörülerimizi ve politik tutumumuzu doğruladığını belirtmeliyiz.
Üzerinden yirmi yıl geçmekle birlikte, bugün halen yaşanmakta olan emperyalist paylaşım savaşının kilit taşlarından birini oluşturan bu olaya ilişkin yazılarımızı bir kez daha okurlarımızın dikkatine sunmakta yarar görüyoruz. Zira bunun sadece 11 Eylül’ün tarihsel anlamını ve yarattığı sonuçları doğru değerlendirmek açısından değil, ABD’nin Afganistan’daki askerlerini tahliye ettiği ve Taliban’ın yeniden iktidara kurulduğu bugünkü gelişmeleri doğru değerlendirmek için de önem taşıdığını düşünüyoruz.
Bir kez daha vurgulayarak belirtelim ki, içinden geçtiğimiz dönem emperyalist hegemonya kavgası dönemidir. Bu dönem emperyalist savaşlarla karakterize oluyor. Bu nedenle Marksistlerin işçi sınıfına ve emekçilere döne döne açıklaması gereken gerçek şudur: Emperyalist savaşları engellemenin ve durdurmanın tek yolu, kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktır. Bu da ancak toplumsal bir devrimle mümkündür. Ve devrimci temellerde örgütlenmiş işçi sınıfı ve emekçilerden başka hiçbir güç böylesi bir devrimi başarıya ulaştıramaz. Kapitalizmi ortadan kaldırmak gibi emperyalist savaşlara da son vermenin, proleter devrim gibi meşakkatli bir yolunun dışında başka bir yolu bulunmuyor.[3]
[1] Özgür Doğan, Emperyalist Savaş ve Marksist Tutum, 12 Kasım 2001
[2] Utku Kızılok, Dört Yıl Sonra 11 Eylül (15 Eylül 2005)
[3] Oktay Baran, Emperyalist Savaş Devam Ediyor, Nisan 2006
link: Marksist Tutum, 11 Eylül Saldırılarının Yirminci Yılı: Emperyalist Savaş Devam Ediyor Hâlâ, 11 Eylül 2021, https://en.marksist.net/node/7455
Dünyaya Barış İşçilerle Gelecek!
“Devlet Nerede?”