Memleket yangın ve sel gibi nice felâketle sarsılırken egemenler milliyetçilik ateşini harlamaya devam ediyor. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz günlerde Afyon’da, Mersin’de ve Konya’da Kürtlere yönelik ardı ardına saldırılar gerçekleşti. Konya’da gerçekleştirilen saldırıda ev ateşe verilirken, bir aileden 7 kişi katledildi. Elbette yangınlar üzerinden Kürtlerin hedef tahtasına oturtulduğu, Kürt düşmanlığının yeniden hortlatıldığı bir süreçte peş peşe gelen bu saldırı haberleri tesadüf değildi. Günler boyu kışkırtılan ırkçılığın sonucuydu. Kürtlere yönelik saldırıların ardından bu kez Ankara’nın Altındağ ilçesinde Suriyeli göçmenlere karşı pogrom boyutuna varan bir faşist saldırı gerçekleştirildi. Göçmenlere ait ev ve işyerlerinin yağmalandığı bu saldırılar egemenlerin çıkarları doğrultusunda yükseltilen milliyetçilik dalgasından bağımsız düşünülemez. Son günlerde Afgan göçmenler üzerinden planlı bir şekilde yükseltilen göçmen düşmanlığı herkesin malûmudur. Emekçiler arasındaki yapay ayrımları, gerilimi yükselterek esas sorunların üzerini örtme ve iktidarlarını sürdürme çabasında olanlar oyunlarını hayata geçirmek üzere bir kez daha düğmeye basmıştır. Önümüzdeki süreçte benzer saldırıların gerçekleşmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple meseleleri sınıf cephesinden algılamak ve yaşananlar karşısında sınıfsal tutum almak son derece önemlidir.
Medyaya göre saldırılar, iki grup arasında çıkan ve bir kişinin hayatını kaybettiği kavganın ardından gerçekleşti. Buna göre Ankara’nın Altındağ ilçesine bağlı Battalgazi Mahallesinde 10 Ağustosta bir parkta iki grup arasında tartışma çıktı. Tartışma sonucu bıçakla yaralanan Emirhan Yalçın adlı genç, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Gözaltına alınan iki kişi ise tutuklandı. Olayın hemen ardından Yalçın’ın Suriyeli sığınmacılar tarafından bıçaklandığı haberleri jet hızıyla yayıldı. Bunun üzerine sokağa çıkanlar Suriyeli göçmenlere ait dükkânlara ve araçlara saldırmaya başladı. Olayın ikinci günü akşam saatlerinde toplanan yüzlerce kişi, göçmenlere ait evlere, işyerlerine ve araçlara saldırmaya devam etti. Tekbir getiren gruplar “biz burada mülteci istemiyoruz, Afganlar defolun, Suriyeliler defolun!” diyerek slogan attı. Bozkurt işaretleri yaparak yürüyüşe geçen saldırganlar, Suriyeli göçmenlere ait dükkânları yağmaladı. Olay yerine çok sayıda polis geldi fakat saldırgan gruba müdahale edilmedi, saldırılar gece boyunca artarak devam etti. Daha önceki örneklerde olduğu gibi devletin gerekli önlemleri almamasının, zamanında müdahale etmeyerek gerilimin büyümesini beklemesinin, saldırganların cesaretlendirilip yönlendirilmesinin bir anlamı var. Belli ki kaos derinleştirilmek ve kalıcılaştırılmak isteniyor. Bu noktada söz konusu saldırıların hangi koşullarda gerçekleştiğine ve sürecin buralara nasıl geldiğine bir kez daha dikkat çekmek gerekiyor.
Ülkenin yıllardır nasıl soyulup soğana çevrildiği, iktidarın uyuşturucudan kara para trafiğine, yolsuzluklardan fuhşa, mala çökmeden sınır ötesi silah kaçakçılığına kadar tepeden tırnağa nasıl bir pisliğin içinde yüzdüğü her geçen gün daha fazla teşhir oluyor. İşçi sınıfı ekonomik krizin ağır yükü altında ezilirken, devlet kaynaklarının nasıl fütursuzca yağmalandığı daha fazla ortaya çıkıyor. Üstelik her geçen gün derinleşen yoksulluk, artan işsizlik ve hayat pahalılığı da cabası. Peki, son günlerde yaşanan doğa felâketlerine ne demeli? Göz göre göre gelen felâketler karşısında hiçbir önlem alınmadı. Emekçilerin yaşamı, geçim alanları zerrece umursanmadı. Yaşanan onca acının karşısında pişkince sözler eden ve emekçilerin kafasına çay fırlatan iktidar, bir kez daha iflasını tescillemiş oldu.
Evet, rejim hiç olmadığı kadar köşeye sıkışmış vaziyette. Bu sıkışmışlık içeride de dışarıda da derinleşiyor. Yıllardır dış politikada atılan adımlar ile bugün yaşananlar arasında sıkı bir ilişki var. Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesinde Türkiyeli egemenlerin de rolü vardır. Daha düne kadar Şam’daki Emevi Camiinde namaz kılmak isteyenler, iktidardakiler değil miydi? Savaşları körükleyenler bu ateşin sorumlusu değil midir? Libya’dan Suriye’ye, Irak’tan Afganistan’a emekçi çocuklarını ölüme gönderenler, şehirleri yakıp yıkanlar, ülkeleri iç savaşa sürükleyenler günahsız olabilir mi? Durum buyken bu yangından nemalanmaya çalışanlar günahsız olabilir mi? Milyonlarca emekçiyi doğup büyüdüğü toprakları terk etmeye, dilini, kültürünü bilmediği ülkelere göç etmeye zorlayanlar, haksız savaşlara evet diyen burjuva iktidarlar ve muhalefet partileri değil midir?
İktidar, misafir diyerek göçmenlere sahip çıktığını iddia ediyor. Bu koca bir yalandır. Suriye’den gelen göçmenlere mültecilik statüsü dahi verilmemiştir. Yani milyonlarca göçmen hukuki güvence ve uluslararası korumadan mahrum bırakılmıştır. Sanayi havzalarında, atölyelerde ucuz işgücü olarak göçmenler, uzun saatler boyu kölelik koşullarında çalışmaya mahkûm edilmektedir. En izbe yerlerde, temel insani ihtiyaçlarını dahi karşılayamadan onlarca kişi balık istifi yaşamaktadır. Öte yandan milyonlarca göçmenin topluma entegrasyonu için devlet hiçbir adım atmamıştır. Bugün yaşanan saldırılar bakımından bu husus çok önemlidir. Çünkü savaştan kaçan milyonlarca insanın kültürünü hiç bilmedikleri bir ülkeye göç etmesi, kaçınılmaz olarak toplumsal sorunlar doğurur. İktidar bu sorunlar için uzun vadeli politikalar geliştirmek ve göçmenlerin topluma uyumunu sağlamaya yönelik somut çözümler bulmakla görevlidir. Türkiye’de ise göçmenler kelimenin gerçek manasıyla kaderlerine terk edilmiştir. Kentlerin belli mahallelerine yığınlar halinde toplanmış, toplumdan dışlanmıştır. Burjuva muhalefet eliyle yükseltilen milliyetçilik dalgasını da eklediğimizde göçmenler, toplumdan korkan ve her daim teyakkuz halinde olmaya mecbur bırakılan bir kitleye dönüştürülmüştür.
Göçmenleri hedef alan saldırılar, böylesi bir iklimde gerçekleşmiştir. Bağıra bağıra geliyorum diyen felâketlere ve peşi sıra gerçekleşen saldırılara karşı iktidar hiçbir önlem almamıştır. Aksine faşist rejim bu tür saldırılarla toplumu korkutup sindirmeye çalışıyor. Yani Altındağ’daki faşist pogrom rejimin çıkarlarına hizmet ediyor. Üstelik rejim suçu da muhalefetin sırtına yıkıyor. Rejimin ayyuka çıkan yolsuzluğu ve iflas eden politikaları her gün ortaya serilirken, emekçilerin öfkesi başka yerlere çekilmeye çalışılıyor. Göçmenlere karşı yükseltilen ırkçılık iktidarın ekmeğine yağ sürüyor. Bu saldırıların bir diğer hedefi ise toplumda yükselen dayanışmayı engellemektir. İktidarın göçmenleri kendi kirli emellerine alet etmesine de burjuva muhalefetin ırkçı propagandasına da geçit verilmemelidir. Asıl düşmanımız bizlerin de göçmen kardeşlerimizin de yaşamını cehenneme çeviren kapitalist egemenlerdir. Egemenlerin ırkçılıkla doldurulmuş tuzaklarına kapılmamalı, sınıf birliğimizi güçlendirmeliyiz.
link: Ankara’dan bir MT okuru, Altındağ’da Suriyelilere Faşist Saldırı, 13 Ağustos 2021, https://en.marksist.net/node/7430
“Yerli ve Milli” Yasaklar ve “Tırşikçi” Kapitalistler