Egemen sınıfın bütün yaşam araçlarına ve üretilen değerlere el koyduğu kapitalist toplumda açlık, işsizlik, savaşlar, doğa katliamları, bir kıtadan bir kıtaya milyonluk göçler, ekolojik dengenin altüst olması günlük yaşamın olağan bir parçası haline gelmiştir. Türkiye emekçi sınıflarının büyük çoğunluğu da sağlıklı beslenmek, tatil yapmak, kitap okumak, tiyatroya/sinemaya gitmek, sosyal bir faaliyete katılmak, ucuz ve kaliteli konuta ulaşmak, parasız ve bilimsel eğitim, parasız ve kaliteli sağlık hizmeti almak, gezmek, eğlenmek gibi insanın kendisini yeniden üretmesini, tazelemesini sağlayan faaliyetlere aç durumdadır. Oysa iktidar ve sermaye çevreleri açlığı mideyi kuru ekmekle doldurup dolduramamaya indirgemektedirler. İktidarın ve çanak yalayıcılarının fıtratında, açlığı, iş cinayetlerinde ölmeyi, yoksulluğu, savaşları olağan görmek vardır. Bu anlayış onun bütün kadrolarına sirayet etmiştir. Mesela bunlardan biri de AKP’de iki dönem milletvekilliği yapmış ve şu an Erdoğan’ın danışmanlığını yapan Yasin Aktay’dır. Sosyoloji “profesörü” olan Yasin Aktay katıldığı bir televizyon programında; “Ben rızka inanırım, rızkın Allah’tan olduğuna inanırım. Zannetmeyin, bugün böyle ‘açız’ falan diyen insanların hiçbiri aç değil. Zaten aç olan ‘açım’ diye bağırmaz. Açım diyen insan bugün bu işin sömürüsünü yapan insandır, işi politize etmeye çalışan insandır” dedi. İnsan bu kelimeleri, hele ki bir sosyoloji “profesöründen” duyunca “yuh artık bu kadar da olmaz” diyor.
İktidarın ideologlarına göre açlık; çözülebilecek toplumsal bir sorun değil, emekçi sınıfların alnına yazılmış, değiştirilemez, değiştirilmesi bile düşünülemez ilahi bir mukadderattır. Bütün toplumsal ilişkiler tanrı tarafından bir daha değişmemek üzere yaratılmış ve dondurulmuştur. Devleti yöneten bu yüzsüzlere göre, kendileri dışında kalan tüm kesimlerin açlıkla sınanmaları yaşamın olağan seyri, icabıdır. Bu nedenle memlekette kimsenin aç olmadığını, “açım” diyenlerin “bu işin sömürüsünü yaptığını” söyleyen sadece Yasin Aktay değildir. Daha önce de bir AKP milletvekili meclis sıralarından “kuru ekmek yiyebiliyorlarsa o zaman aç değiller” demiş, Erdoğan hazretleri ise “eğer aç varsa onları da siz doyurun” buyurmuştu.
Memlekette aç yokmuş. Aç olan açım diye bağırmazmış. Peki, ne diye bağırır? Açım demek işin sömürüsüymüş. Sömürücülerin sözcüsüne bakın hele! Dedik ya; açlığı normal addetmek bu zatların ideolojik hastalığıdır.
Oysa Türkiye, açlık sınırının 3 bin lirayı geçtiği, emekli maaş ortalamasının 2 bin lira civarında olduğu, asgari ücretin 2 bin 850 lira ve ücretlerin genel ortalamasının asgari ücrete yakın olduğu bir ülkedir. 13 milyon işsizi, açlık sınırının altında ücret alan milyonlarca emeklisi, 15 milyon asgari ücretlisi ve asgari ücret civarında ücretle çalışan milyonlarca işçisiyle Türkiye bir AÇLAR ÜLKESİ’dir.
Fakat bu sosyoloji “profesörüne” göre “açım diyen bu işin sömürüsünü yapıyor”. Açlık gibi toplumsal bir sorunu maneviyatın meselesi olarak lanse eden egemenler, işçi ve emekçilerin ürettiği bütün değerlere el koyup bal kaymakla beslenirken; açlıkla boğuşan on milyonlarca insana “Allah size bunu reva görmüş, yapacak bir şey yok” deyip iç rahatlığıyla sefa sürmeye devam ediyor, sorumluluğu üzerlerinden atıyorlar.
Her gördüğünden geri kalan ve yalnızca karnını doyurma telaşına düşürülen on milyonlar, bu arsız AKP ideologuna göre “kuru ekmek bulabiliyorsa” aç değil. İşte bu ideolojinin fıtratı tam da budur. Bu asalakları tepemizden atıp, bütün dünyayı, hiç kimsenin aç ve yurtsuz kalmadığı bir yurt haline getireceğiz. Bu da bizim dünya görüşümüzün fıtratında var. Görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, kararmış vicdanlara bir kez daha haykırıyoruz:
açız be adam! açız!
açız diyoruz ya!
unuttuk eti, sütü, peyniri çoktan
sabah akşam
zıkkımın kökünü yiyoruz ya.
açız be adam, açız!
açız hem de yüzlerce yıldır,
açız iliklerimize kadar.
vicdanın mı kör?
kulakların mı sağır?
bağır bağır bağırıyoruz ya!
“yeter artık, yeter” diye haykırıyoruz ya! YETER!
link: Adana’dan bir işçi, Açlar Ülkesi Türkiye!, 8 Ağustos 2021, https://en.marksist.net/node/7424
Engels: Komünizmin Ölümsüz Savaşçısı /10
Tunus’ta Neler Oluyor?