Bir ev düşünelim, her yanından pislik fışkıran, giderleri evin içine dolan, çatısı akan, duvarları rutubetli, muslukları kırık, kapıları bozuk, duvarları çarpık çurpuk. Böyle bir evi tamirle düzeltebilir misiniz? Düzeltmeyi denemek ne kadar çare olur? Bir yanını toparlamaya çalışsak diğer yanı elimizde kalacaktır. Bugün yaşadığımız dünyadaki düzen de aynı bu harabe ev gibi. Her yanından üzerimize pislikleri sıçrıyor. Oysa değiştirmek bizim elimizde. Daha iyisi mümkünken kim kabul eder böyle bir evde yaşamayı? Yalnızca körleştirilenler, kulakları yalandan başka cümle duymayanlar, yeni bir dünyanın hayalini bile kurmaya korkanlar. Peki ya en yakınımızdakilerin gözlerindeki bağı çözersek?
Gözlerimdeki bağ çözüldükçe, beynim özgürleştikçe, düşünebildiğimi, yeni bir dünyanın kurulabileceğini görüyorum. Bunu ben yapabildiysem, tek nedeni esir alınmış beynimin, düşüncelerimin esirlikten kurtulabilmiş olmasıdır. Bu düzende insanın önünde iki yaşam biçimi var; birincisi boyun eğerek, ikincisi savaşarak yaşamak. Ben onurla, gururla insanlığın kurtuluşu için savaşmayı tercih ediyorum. Savaşmak yalnızca topla tüfekle olmaz ki… Savaşmak yüreğinle aklının bir olduğu, inandığın doğrular için bütün gövdenle girmektir kavgaya. Her gördüğün şeye bu amaçla bakabilmek, esir alınmış beyinlere kurtuluş yollarını anlatabilmektir. Bazen bir sözle, bazen bir şiirle, bazen kendi evladıyla, bazen de… Çağımızın yanlışlarına göz yummak değil, karşı durmak için atıyor yüreğim. Bana dokunan eller benim ruhumu değiştirdi, ışığından saçtı etrafıma. Şimdi yarınlar öylesine aydınlık ki gözlerimin önünde, bugünden baktığımda bizleri nelerin beklediğini tüm çıplaklığıyla görebiliyorum. Korkuları büyütenlere inat korkulacak şeylerin değil, yalnızca anlaşılması gereken şeylerin olduğunu biliyorum.
Bugün kapitalizmin geldiği noktada yarattığı keskin çelişkiler büyük bir değişimi gerekli kılıyor. Ne var ki patronlar sınıfı, kendisini sahip olduklarından edip mülksüzleştirecek böylesi bir değişimi asla istemiyor. Fakat tarihin tekerleği son tahlilde hep ileri gidiyor, dönüş yok geri. İşte biz o değişime ayak uyduranlarız, yarınların sahipleriyiz. Bugün onların olsun ama yarın bizimdir. Gün yalnızca 24 saatten ibaret ama normal koşullarda 20 yıla yayılan olayların 24 saate sığdığını devrimlerden biliyoruz. Biz işçi sınıfının yüreğinde güzel yarınlar için inancı, umudu, kavgayı büyüten devrimci gençleriz. Bu çürümüş düzeni yerle yeksan edecek işçi sınıfının bir parçasıyız. Tarihte denendi, gelecekte ise gerçekleşecek. Birleşmiş yumruğumuzla yıkalım bu köhnemiş düzeni ve yeni, yepyeni bir dünya kuralım. Dört bucağında tokluk, dört bucağında kardeşlik, dört bucağında sevgi, dört bucağında barış olsun. Hep birlikte üretip hep birlikte paylaşalım. Artık zamanı geldi, sıra bizde!
link: Kocaeli’den MT okuru bir kadın metal işçisi, Bugün Onların Olsun Ama Gelecek Bizimdir!, 22 Kasım 2020, https://en.marksist.net/node/7114
Bu Düzen Bir Amistad!
Açız!