Birkaç gün önce Musa Dinç adında bir yazar bozuntusunun derlediği Gül ve Düşün adlı masal kitabında yer alan Kurnaz Tilki ve Boz Ayı masalında tecavüzün anlatıldığı ortaya çıktı. Değil çocukların, yetişkin bir insanın dahi okuyunca kanını donduran cümleler var kitapta! Yazar çocuklara hiç de dolaylı olmayan şu mesajları vermiş oluyor: Seni kızdıran, sevmediğin birinden intikam almanın en iyi yolu tecavüzdür! Tecavüz edilen insanın namusu beş paralık olur! Yani tecavüz eden değil tecavüz edilen kirlenir! Fahişe damgası yer, insan içine çıkamaz! Tecavüz eden çok iyi bir iş başarmıştır! Göğsünü gere gere ortalıkta gezebilir!
Konunun medyaya yansımasıyla birlikte yazar öyküyü Anadolu’dan derlediğini söyleyerek suçunu hafifletmeye çalıştı. Yazarın zihnindeki pespaye düşünceleri açığa çıkaran, tecavüzü meşrulaştıran bu ifadeler, bu bakış açısı ne yazık ki sadece yazara has değil. Özellikle son dönemlerde çocuk istismarının, kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüzün arttığı, suçluların cezasız kaldığı düşünüldüğünde sorunun sadece bir masal kitabıyla sınırlı olmadığı anlaşılır. İşte en son yaşanan örneğe bakalım. Bir uzman çavuş 18 yaşındaki bir kıza tecavüz ediyor. Kız savcılığa yaptığı şikâyette, “intiharın eşiğine geldim, ailemin yüzüne bakamıyorum” diyor ve 9 gün sonra intihar ediyor. Genç kıza “istediğin yere şikâyet et, bana bir şey olmaz” diyen uzman çavuş gerçekten de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor! Alın size masalda anlatılan olayın gerçek hayatta vuku bulmuş hali! Üstelik bu ve benzeri olaylar ne yazık ki ne ilktir, ne de son!
Bu masal kitabında geçen ifadeler sadece yazarın kendisiyle ilgili bir sorun olarak görülebilir mi? Bugüne kadar kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz olaylarına, bunların haberlerinin yapılış biçimine, yargı süreçlerine, iktidar sözcülerinin kadınlara yönelik açıklamalarına baktığımızda meselenin derinliği ortaya çıkar. Sadece birkaç örneği hatırlayalım. “Namus bekçisi” bir adamın şort giydiği için bir kadına tekme atmasından sonra dönemin başbakanı Binali Yıldırım “hoşuna gitmeyebilir, mırıldanırsın” demişti. Ensar Vakfındaki tecavüz vakaları ortaya çıktığında dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı “buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” açıklaması yapmıştı. Erdoğan henüz başbakan olduğu dönemde bir protesto sırasında darp edilen bir kadın için “kız mıdır, kadın mıdır bilemem” sözlerini sarf etmişti. Bunlar gibi o kadar çok örnek var ki… Bir de MEB onaylı ders kitaplarını unutmayalım. Erkek egemen zihniyetin yansıması olan pek çok ifade, resim, hikâye ortaya çıkmadı mı bugüne kadar? Bütün bunları birlikte düşündüğümüzde Musa Dinç denilen adamın küçücük çocukların zihninde tecavüzü meşrulaştıran ifadelere yer vermekte neden sakınca görmediği anlaşılıyor.
Peki, düzen medyasına ne demeli? Bu çirkin mesele ortaya çıktığından beri asıl sorunu tartışmak yerine Musa Dinç’in HDP destekçisi olduğuna dair haberler yapılıyor düzen medyasında. Ne amaçlanıyor bu haberlerle? Sanki iktidarın hiçbir sorumluluğu yok, taciz ve tecavüzü meşrulaştıran, suçluyu değil mağduru mahkûm eden yargı kararları yok, en tepeden en aşağıya yozlaşma ve çürüme alıp başını gitmemiş, bütün mesele Musa Dinç denilen adamın desteklediği parti!
Bu konu haber olduktan sonra gerek yazardan, gerekse de yayınevi, MEB ve ilgili kurumlardan gelen açıklamalar yozlaşmanın, sorumsuzluğun, pişkinliğin en tepeden en aşağıya topluma nasıl sirayet ettiğini gösteriyor. Kim ağzını açsa ya da yazılı açıklama yapsa kendini “sorumsuz” ilan ediyor. Yayınevi, kitabın editörlüğünü yazarın yaptığını, yani bir yayınevi olarak kitabı hiç görmeden, okumadan bastığını söyleyerek topu yazara atıyor. Yazar bu masalı çocukken büyüklerinden dinlediğini, bugüne kadar namusuyla şerefiyle yaşadığını, bir paragraf yüzünden fırtına koparıldığını söyleyerek kendisini pirüpak ilan ediyor! MEB, hikâye kitaplarının bakanlığın yayın ve kontrolünde olmadığını, sadece ders kitaplarını onayladığını söyleyerek (onaylananların içeriğini de gördük!) kendini “sorumsuz” ilan ediyor! Bu bir tesadüf olabilir mi? Hayır değil. Bu, en tepeden en aşağıya devletin bütün kurumlarında, toplumun bütün kesimlerinde yer etmiş, sakat bir zihniyetin göstergesi! İstenmeyen, kötü bir şey oldu mu “görmedim, duymadım, bilmiyorum” de, sorumluluk kabul etme, topu başkasına at, kurtul! Ne kadar tanıdık değil mi? Boşuna sorumluluğu üzerinizden atmaya, meseleyi başka yerlere çekiştirmeye çalışmayın, hepiniz sorumlusunuz! İktidarından medyasına, yayınevinden yazarına hepiniz suçlusunuz!
Belki bazılarımız “ben hiçbir kitabı önce kendim okumadan çocuğuma almıyorum zaten” diyerek kendini rahatlatıyordur. Elbette çocuklarımıza aldığımız kitapların içeriğine dikkat etmek çok önemli. Bu kitap çocuklarımızın zihinlerinin nasıl sakatlandığının en uç örneklerinden biri oldu. Ama sorunumuz tek bir kitapla sınırlı olamayacak kadar büyük. Çocuklarımızın zihni farkına dahi varmadığımız pek çok konuda ve türlü yollarla kirletiliyor. Her türlü şiddetin meşrulaştırıldığı, bencilliğin, bireyciliğin yüceltildiği, yalanın doğruya üstün geldiği bir düzende yaşıyoruz. Çocuklarımızı gerçekten korumak istiyorsak öncelikle bu kokuşmuş düzene karşı mücadele etmek zorundayız. Bu mücadelede elbette çocuklarımız da olmalı ki bu düzenin pislikleriyle kirlenmesinler. Dayanışmayı, paylaşmayı, insan olmayı, sorumluluk almayı, hesap sormayı, doğruyla yalanı ayırt etmeyi, kadın erkek eşitliğini, toplumsal sorunlara duyarlı olmayı, toplumcu düşünmeyi öğrensinler. Şayet bunu yapamazsak, çocuklarımızın kirlenmesinde bizim de payımız olacak!
link: Sancaktepe’den MT okuru bir kadın işçi, Hepiniz Suçlusunuz!, 3 Eylül 2020, https://en.marksist.net/node/7020
Buzdolabı Efsanesi ve Çöken Ekonomi
Belarus İşçi Sınıfı Burjuva Kapışmanın Kıskacında