Kapitalist sistemin efendilerinin Covid-19 salgını üzerinden toplumda yarattığı panik ve korku havası devam ediyor. Marksizme göre insanların bilincini belirleyen şey, son tahlilde, içinde bulundukları maddi varoluş koşullarıdır. Koronavirüs üzerinden yaratılan korku atmosferi genel olarak tüm toplumu etkilemiş olsa da sınıfsal yaklaşımların farklılığına baktığımızda bu gerçeğin koronavirüs vesilesiyle bir kez daha doğrulandığını görüyoruz. Nitekim küçük-burjuva kesimlerle işçi sınıfı arasında, işçi sınıfının “evde kalamayan” kesimleri ile “evde kalabilen” kesimleri arasında bu süreçte çok bariz farklılıklar görmek mümkün.
Her gün toplu taşıma araçlarıyla ya da servislerle işe giden, kalabalık ortamlarda çalışan işçiler açısından “evde kal” çağrılarının bir karşılığı yok. Elbette bu durum, işyerlerinde çalışmak zorunda olan işçilerin burjuvazinin ideolojik propagandasının etkisi altına girmediği anlamına gelmiyor. Ancak onların içinde bulunduğu nesnellik bu propagandanın bir noktadan sonra boşa çıkmasıyla sonuçlanıyor. Evden çalışma gibi bir imkânları olmadığından, işyerine gitmemek en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamamak anlamına geliyor. Sırt sırta çalışmaya devam edenler, korkularıyla başa çıkmayı da öğrenmek zorunda kalıyorlar. Ücretsiz izinlerin yaygınlaşmasıyla birlikte sefalet koşullarına itilen işçiler açısındansa korona korkusu artık çok daha fazla geri plana itilmiş durumda.
Ancak daha en başından itibaren küçük-burjuva kesimlerle büro işi yapan işçilerin büyük bir kısmı burjuvazinin koronavirüs korkutmasının etkisinde yoğun şekilde kaldılar. Hatta sadece “evde kal” çağrısına uymakla kalmadılar, evde kalmayanlara ateş püskürdüler. Adeta ön cephede çarpıştıkları bir sosyal medya savaşı başlattılar ve “evde kal” çağrısına uymayanları sorumsuzluk ve cehaletle suçladılar, küçümsediler. Çünkü onlar “okumuş” ve “kültürlü” insanlar olarak “bilimsel” açıklamaları dikkate alıyor ve kendilerini izole ediyordu ama azımsanmayacak sayıda “cahil” bir kesim durumun “vahametinin” farkında değildi ve ısrarla dışarı çıkmaya devam ediyordu!
Alışveriş için bile evden çıkmayıp “sorumlu” davranan bu kesimler bu düzenin gerçeklerini görmekten o kadar uzaklar ki, örneğin sokağa çıkma yasağının, başlamasına sadece iki saat kala duyurulması yüzünden telaşla marketlere ve fırınlara akın eden insanları cehaletle suçlayabildiler. Kendileri internet üzerinden her türlü ihtiyaçlarını karşılamış olmanın rahatlığıyla evlerinde otururken, çoğu insanın toplu alışveriş yapacak zamanının da maddi imkânının da olmadığını hiç düşünmediler. Yaşamdan o kadar kopuklar ki, burjuva medyanın öne çıkardığı sağlık emekçilerini alkışlarken, sokaklarını temizleyen çöpçüleri, siparişlerini getiren kargocuları, satın aldıkları giysileri diken tekstil işçilerini, marketlerde çalışan emekçileri, kısacası kapitalist düzenin çarkları dönsün diye çalışmaya devam eden milyonlarca işçiyi akıllarına bile getirmiyorlar. “Evde kal” çağrılarının çalışmak zorunda olan milyonlarca insan için bir karşılığı olmadığının farkında değiller.
Küçük-burjuva yazarlar, aydınlar, sanatçılar, aralarında siyaseten nerede durduklarına bağlı olarak birtakım söylem farklılıkları olsa da özünde aynı tutum içerisindeler. Kimisi ülkenin ve dünyanın gerçeklerinden tamamen kopuk olarak sadece kendi dünyasında yaşarken, kimisi ülkede yaşanan sorunlara “kafa yorarak” kendince birtakım çözümler ve öneriler üretiyor. Pek çok muhalif köşe yazarı sokağa çıkma yasaklarının devam etmesi, hatta daha uzun süreli yasaklar getirilmesi gerektiğini söylüyor. Virüs tehlikesinin çok yıkıcı olduğu propagandasına o kadar kapılmış durumdalar ki, siyasi iktidarın niyetlerini sorgulamaksızın evde kalma ve “sosyal izolasyon” gerekliliği konusunda hepsi de hemfikir. Küçük-burjuva kesimlerin kendini solcu olarak tanımlayanlarında da tam bir kafa karışıklığı hâkim. Örneğin büyük bir ekonomik krizle sarsılan kapitalist sistemi kurtarma derdine düşen burjuvazinin koronavirüs salgınını kullandığı gerçeğini görmek istemiyor ve bilgiç bir tavırla “bırakın her şeyi kapitalizme bağlamayı, ortada ciddi bir hastalık var, önce bunun önlemini almalıyız, sonra kapitalizmle savaşırız” diyebiliyorlar.
Küçük-burjuva bireycidir. Olaylara toplumsal bakamadığı gibi sorunların çözümünü de bireysel mücadelede arar. Örgütlü mücadele gerekliliğini anlayamaz. Oysa kapitalizmin sebep olduğu bütün sorunlar toplumsaldır ve çözümü ancak toplumsal kurtuluş mücadelesiyle mümkündür. Koronavirüs salgınına sadece bir sağlık sorunu olarak baktığımızda bile sorunun da, çözümünün de toplumsal olduğunu çok net görürüz. Ama küçük-burjuva ne bu gerçeği, ne de bilimin kapitalizmin elinde esir olduğu ve ona hizmet ettiği gerçeğini görür. “Bilimsel” açıklamalara körlemesine inanmayı tercih eder ve “evde kalmanın”, kendisini sosyal çevresinden yalıtmanın bir çözüm olabileceğine inanır. Bireycilik aslında burjuva ideolojisidir ve toplumu atomize etmek, işçi sınıfını örgütlü mücadeleden uzak tutmak için pompalanır. Elif Çağlı’nın sözleriyle “bu tür burjuva ideolojik zırvalara en çok sahip çıkıp, bunları başkalarına aşılamaya çalışanlar küçük-burjuva psikolojisiyle sakatlanmış çeyrek aydınlar olmaktadır. Böylece hemen her konuda olduğu gibi, işçi sınıfına bencil bireyciliğin ve örgütlü mücadeleden kaçış eğiliminin bulaştırılması bakımından da küçük-burjuva yaklaşımlar, egemen sınıfın ideolojik taşıyıcısı rolünü sürdürmektedirler.”[1]
Maksim Gorki, faşizmin Avrupa’da tırmandırıldığı, İkinci Dünya Savaşı’nın zemininin hazırlandığı günlerde yazdığı “Küçük-Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi” kitabında küçük-burjuva kafasının nasıl çalıştığını şöyle örneklendirir: “Londra’nın, Paris’in, Berlin’in büyük meydanlarından birinde birkaç hırsız, birkaç haydut toplanıp hangi mahalleyi soyalım, bu işi nasıl kıvıralım, diye ulu orta tartışmaya kalkışacak olsalar, küçük burjuvazi, «sosyal bakımdan tehlikeli» olan bu vatandaşların bu mütevazı niyetlerini şu ya da bu tarzda önlemek için, mutlaka harekete geçecektir. Oysa, milyonlarca insanı kitle halinde öldürme tasarılarını herkesin önünde gazetelerde, Millet Meclislerinde, Cumhurbaşkanlarının verdikleri ziyafetlerde tartışılan son derece, ama cidden son derece cani ve sosyal bakımdan tehlikeli olan «insanlara kıyanların» niyetlerini önlemek, küçük burjuvaların hiç mi hiç akıllarından geçmez.”[2]
Burjuva ve küçük-burjuva aydınlardan beslenen, “bilimsel” kaynaklara koşulsuz güven duyan okumuş kesimler de kapıldıkları virüs korkusuyla henüz farkında olmasalar da, kapitalist sistemin krizinden en çok etkilenecek olan kesimlerden birini oluşturuyor. Bugün büro işçilerinin önemli bir kısmı evden çalıştırılıyor. İlk zamanlar evden çıkmayarak “virüs belasından” kurtulmuş olmanın, pijamalarıyla iş yapmanın “tadını çıkaracaklarını” düşünürlerken gerçekliğin böyle olmadığı zamanla ortaya çıkmaya başladı. Normal şartlarda belirlenmiş mesai saatleri içerisinde yapmak durumunda oldukları işler, şimdi fazlasıyla esnek bir zamana yayılmış durumda. Üstelik bunun daha başlangıç olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kapitalistlerin koronavirüs bahanesiyle evden çalışmanın verimliliğini test ettiği bir süreç yaşanıyor. Bu sürecin sonunda “ihtiyaç fazlası” beyaz yakalıların işten atılması, evden çalışanların ise iş saatlerinin belirsizleşerek iş yükünün artması, ücretlerinin düşmesi ve evdeki masrafların artmasıyla geçinememe sorunu yaşamaları hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Elif Çağlı, “Küçük-Burjuvanın Anatomisi” makalesinde şöyle diyordu: “Lenin, kapitalist gelişmenin insan emeğinin tüm alanlarında büro ve meslek sahibi işçilerin sayısını dikkate değer bir hızla arttırdığına ve okumuş kesimler için büyüyen bir talep yarattığına değinir. Bu kesimler, kapitalist gelişme onların bağımsız pozisyonunu ellerinden aldığı, onları ücretli işçi olmaya zorladığı ve yaşam standartlarını düşürdüğü için nesnel olarak işçi sınıfına bağlanırlar. Ama, ilişkileri ve dünya görüşleri bakımından burjuva düzenden kolay kolay kopamazlar. Gerçi bilinçsiz işçiler de tamamen burjuva düzenin etkisi altında yaşamlarını sürdürür, sınıflarının gücünden bihaber durumda, sınıf atlama, zenginleşme düşleri kurarlar. Ne var ki okumuş kişiler nesnel açıdan işçileştiklerinde bile, genelde kendilerini işçi sınıfının bir parçası olarak görmemekte fazlasıyla direnirler. İşçilere oranla üstün bir konuma sahip oldukları düşüncesiyle böbürlenir, burjuva düzene çok daha derinden görünmez binbir iplikle bağlı bulunur ve yaşamlarını çoğunlukla burjuvalaşma hayalleri temelinde sürdürürler.”[3] Nesnel olarak işçi sınıfının bir parçası oldukları halde beyaz yakalıların da küçük-burjuva kesimlerle benzer refleksleri göstermelerinin arkasında yatan neden budur işte.
Covid-19 bahanesiyle egemenlerin başlattığı bu psikolojik savaş sürecinde herkesin kendi sınıfına ve durduğu yere göre tavır almasının şaşılacak bir yanı yok elbette. Ancak bu yaşananlar vesilesiyle bazı gerçekleri bir kez daha hatırlamakta ve bilince çıkarmakta yarar var. Elif Çağlı, bir ara sınıf olan küçük-burjuvazinin nicelik olarak küçüldüğünü, işçi sınıfının ise devasa büyüdüğünü belirterek asıl soruna dikkat çekmişti: “Fakat küçük-burjuvazinin modern toplumda tuttuğu yer nesnel olarak önemini yitirmekte olsa da, küçük-burjuvanın konumundan türeyen çeşitli sosyal ve siyasal sorunlar önemini yitirmiş değildir. Toplumsal yaşamı kavrayış tarzı olarak küçük-burjuvalık, kapitalizm öncesinden günümüze uzanan, adeta toplumun tüm dokularına sinmiş bulunan ve aslında etki alanını burjuvasından işçisine kadar genişletebilen bir zihniyettir. O nedenle de küçük-burjuva kavramı, bu ara sınıfa mensup olanlardan çok daha geniş ölçekli bir gerçekliği anlatıyor.”[4] İşte bugün yaşananlar tam da bu tespiti doğrular niteliktedir. Önümüzdeki manzara küçük-burjuva zihniyetin sol hareketten işçi sınıfına dek pek çok kesimde nasıl zuhur ettiğinin manzarasıdır.
Sınıf mücadelesinin zayıf olduğu koşullarda ideolojik boşluğu burjuvazi ve onun ideolojik piyadesi durumundaki küçük-burjuvazi doldurmaktadır. Böylesi dönemlerde küçük-burjuva zihniyet ve buradan türeyen her türlü hastalıklı yaklaşım ağır basar. Burjuva virüs önce küçük-burjuva konağa yerleşir, orada mutasyon geçirdikten sonra işçi kitlelerine bulaşır. Nihayetinde burjuvazinin ideolojik manipülasyonları çok güçlü ve hızlı bir şekilde toplumun tüm kesimlerinde etkili olur. Şüphesiz küçük-burjuvazi tarihin her döneminde aynı rolü oynamıştır. Ancak sınıf mücadelesinin güçlü olduğu dönemlerde bu etki zayıflamış ve asıl çekici güç işçi sınıfı olmuştur. Tarihten bir örnek vermek gerekirse 1917 Ekim Devriminde küçük-burjuvazi ve küçük-burjuva zihniyetle sakatlanmış kesimlerin önemli bir kısmı işçi sınıfına sırtını dönmüş ve burjuvazinin yanında yer almıştır. Ancak devrimin karşı konulamaz gücü bu kesimleri de bölmüş ve işçi sınıfının yanında yer alanların sayısı da az olmamıştır. En önemlisi de her şeye rağmen işçi sınıfı devrim yaparak iktidarı almayı başarmıştır.
Ekim Devriminin canlı tanığı John Reed “Dünyayı Sarsan On Gün” adlı kitabında tanık olduğu olayları anlatırken şöyle der: “Durum her yerde aynıydı. Fabrika işçileriyle, küçük rütbeli asker büyük bir çoğunlukla Sovyetleri tutuyor; subaylar, junkerler ve orta sınıf hükümeti destekliyor; ılımlı sosyalistlerle Kadetler de hükümetin yanında yer alıyordu.”[5] Posta ve telgraf idaresinde çalışanlar, telefon servisi çalışanları ve banka memurları da işçileri küçümsüyor, devrimi baltalamak için burjuvaziye destek veriyordu. Kitabın bir yerinde uzun bir çatışmanın ardından Bolşeviklerin ele geçirdiği telefon servisinde çalışan kızların tutumunu ise şöyle anlatır: “Devrimci Askeri Komite komiseri ufak tefek Vişniak kalmaları için genç kızları yatıştırmak istedi ve tüm kibarlığını kullandı: «Şimdiye dek size hep kötü davranılıyordu. Telefon servisi Dumaya bağlı. Ayda altmış rubleye on saat belki de daha fazla çalışıyorsunuz. Bundan böyle her şey düzelecek… Ücretleriniz derhal yüz elli rubleye çıkarılacak ve çalışma saatleriniz de kısaltılacak. Çalışan sınıf olduğunuz için mutlu olmaya da hakkınız var…» Çalışan sınıf ha… Acaba böyle demekle bu vahşilerle aramızda ortak bir şeyler mi olduğunu söylemek istiyor? Burada kalmak ha. Artık bin rubleye bile kalınmaz burada… Ve bu kibirli telefoncu kızlar sağa sola küçümseme ve tiksinti dolu bakışlar fırlatarak salondan ayrıldılar.”
İşte bugün koronavirüs salgını meselesinde alınan sınıfsal tutumun böyle derin kökleri vardır. Ortaya çıkan küçük-burjuva yaklaşım ve tutumlar sadece bu anın sorunu değildir. Tarih, bugünü doğru anlamak ve geleceğin sınıfsız toplumunu kurmak isteyenler için çıkarılacak nice ders ve deneyimle doludur. Yazımızı Elif Çağlı’nın sınıf devrimcilerine yaptığı uyarıyla bitirelim: “Küçük-burjuva tutum ve siyasal yaklaşımlar, işçi sınıfının devrimci mücadelesini içten oyan ve güçsüz düşüren bir niteliğe sahipler. Bu nedenle, işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesine içtenlikle gönül vermiş olanların, küçük-burjuvaca yaklaşım ve sakatlıklara karşı tutarlı ve kesintisiz bir mücadele sürdürmeleri devrimci bir görev oluşturuyor.”[6]
[1] Elif Çağlı, Sınıf Dayanışması Mücadele İçinde Gelişir, marksist.com
[2] Maksim Gorki, Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, Ortam Yay., s.8
[3] Elif Çağlı, Küçük-Burjuvanın Anatomisi, marksist.com
[4] Elif Çağlı, agm
[5] John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Oda Yay., s.180-181
[6] Elif Çağlı, agm
link: Demet Yalçın, Koronavirüs ve Sınıfsal Yaklaşımlar, 11 Mayıs 2020, https://en.marksist.net/node/6934
Dünden Bugüne Kenevir Gerçeği!
Kadınım Ben