Sınıf mücadelesi ile tanışıp dünyasında büyük değişimler yaşamaya, devrimci onuru ve kıvancı tatmaya başlayan her genç bir anda çevrenin dikkatini üzerine çekmeye başlar. Çevremizde yıllardır varlığı yokluğu belli olmayan insanlar ya da akrabalar, bir anda tek tek ya da toplu halde karşımıza dikilmeye başlarlar. Adeta koro halinde “dünyayı sen mi kurtaracaksın, sana mı düştü, sen kendi gemini kurtar” diye söylenirler.
Sınıfların varlığını, sınıf çelişkilerini, sömürüyü ve mücadeleyi öğrenmeye başlamamla birlikte, bir anda özellikle akraba çevrem etrafımı kuşatmış, her ağızdan aynı şeyleri duymaya başlamıştım. İlk zamanlar bu psikolojik baskılar karşısında afallamıştım, çünkü bu insanlar kötü insanlar değildi. Fakat kendimi toparlayıp düşünmeye başlamamla birlikte kafamda bazı gerçekler yerine oturmaya başlamıştı. İnsanların iyi olması kötü olması değildi söz konusu olan, önemli olan bu akrabalarımın söylediklerinin neye hizmet ettiğiydi. Çok açıktı ki bu insanlar farkında olarak ya da olmayarak, hem içinde yaşadıkları çürümüş düzene karşı mücadele vermiyor hem de bunu yapanlara ayak bağı oluyorlardı. İnsanların insan gibi yaşayacağı, sömürünün ve sınıfların olmadığı, her türlü ayrımcılığa son verildiği, savaşların son bulduğu bir dünyayı yaratmayı kendine amaç bellemiş gençleri, kendi dar ve küçücük dünyalarına çekmeye çalışıyorlardı. Bu gerçeğin farkına vardıkça şöyle düşündüm, asıl bu soruyu bizim onlara sormamız gerekmez mi? Asıl bizim onları köşeye sıkıştırmamız gerekmez mi? Çünkü bu insanlar günlük hayatları içerisinde bin bir türü sorunla uğraşan, kimi işsizlik kırbacıyla boğuşan, kimi uyuşturucu belasına bir yakınını kaptırmış, kimi sistemin yarattığı çürümeden nasibini almış kişiler değiller miydi?
O dört elle sarıldıkları ve mücadeleci bir genci içine çekmeye, mahkûm etmeye çalıştıkları dünya; çoğu insanın bir ev ve arabadan başka bir şeye sahip olamadığı, her anlamda çürümüş ve kokuşmuş, savaşların ve krizlerin sürekli hale geldiği, kadın, çocuk ve doğa katliamlarının sıradanlaştığı, işsizliğin, açlığın, sağlık sorunlarının kronik hale geldiği bir dünya değil miydi?
Yani burada demek istediğim, mücadele ile tanışan her genç, karşısına çıkan sorunları iyi tartmalı ve ona göre kendini hazırlamalıdır. Hasan Hüseyin’in Yolcu şiirinde söyledikleri geliyor aklıma:
Derim ki sana: Nehirler boyu git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını Sen de bir nehirsin ey yolcu Senin de varmak istediğin bir yer var Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak Engeller Nasıl aşılır, öğren nehirlerden Yarı yolda yok olup gitmek değildir amaç, Nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya Varmaktır oraya, ey yolcu
link: Esenyurt’tan bir işçi, Ne Geçti Eline?, 21 Ocak 2020, https://en.marksist.net/node/6826
“Hrant İçin, Adalet İçin”: On Üçüncü Yıl!
Emekçiler Savaşa Karşı Çaresiz Değil: Vietnam Örneği