Geçtiğimiz haftalarda gazetelere yansıyan bir haberi ve bu haberin düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Konumuz Millî Eğitim Bakanlığının (MEB) 2018-2019 bütçesi. Sayıştay, MEB 2018-2019 bütçesi ile ilgili bir rapor yayınladı. Haber bu raporu anlatıyor. Rapordan önce Anayasanın 42. maddesine göre ilköğretimin parasız ve zorunlu olduğunu, Türkiye’nin imzacısı olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi pek çok uluslararası anlaşmada temel öğretimin ücretsiz ve zorunlu olarak verilmiş bir hak olduğunu hatırlatalım. Öte yandan gerçeklerin Anayasada veyahut uluslararası anlaşmalarda yazdığı şekilde olmadığını, örneğin türlü bahanelerle velilerden para toplandığını hepimiz iyi biliyoruz. Türkiye’de devlet okullarında yaklaşık 15 milyon öğrencinin, 1 milyon öğretmenin olduğunu da hatırlatarak gazete haberinin ayrıntısına bakalım.
Sayıştay raporuna göre 2018-2019 dönemi için MEB’in bütçesi 92 milyar 526 milyon lira olarak belirlenmiş. Ama MEB’e 70 milyar 441 milyon lira ödeme yapılmış. Daha sonra da bu paranın 2 milyar 994 milyonu geri istenmiş. Kalan bütçeden personel maaşları düşüldüğünde geriye kalan para yalnızca taşımalı eğitim için yapılan ulaşım masraflarına ve taşımalı eğitim yapılan yerlerde verilen öğle yemeği masraflarına yetiyormuş. Bütçede pek çok usulsüzlük olduğu, dahası MEB’in 30 milyar liraya yakın borcu olduğu ve bütçe yetersizliği sebebiyle 2023 vizyon hedeflerinin askıya alındığı da yine aynı haberde yer alıyordu.
Yani MEB bütçesinden en az 25 milyar lira kesinti yapılmış. O zaman okulların elektrik, su, doğalgaz, kömür, telefon faturaları, tadilatı, kırtasiye, temizlik malzemesi giderleri, meslek liselerinin atölye malzeme ihtiyaçları ne olacak? Kim ödeyecek bu ihtiyaçların parasını? Bu saydığımız liste yalnızca temel ihtiyaçlardır. Okulların kütüphane, laboratuvar, spor malzemesi, müzik-resim atölyesi ihtiyaçlarına ya da bilimsel projeler için öğrencilere ve öğretmenlere ayrılması gereken kaynaklara daha sıra bile gelemiyor. Velhasılıkelam burada iki yol görünüyor. Birincisi velilerden daha çok para talep edilecek, bunun için de idareler tarafından öğretmenlere daha çok baskı yapılacaktır. İkincisi ise giderler kısılarak ihtiyaçlar karşılanmayacak. Verilen eğitimin niteliği henüz tartışmamızın kapsamı içerisinde bile değildir. Bütçe kesintilerinin kamu okullarında eğitimin fiziki altyapısını tahrip edip tüketeceği açıktır. Bu durum iktidarın umurunda bile değildir. Tam da bu nedenle özel okullar giderek artan bir oranda kamu okullarının yerini almaktadır. Biraz imkânı olan herkes çocuklarını ister istemez özel okullara yollamaktadır.
Bütçe kesintisinin bizi ilgilendiren diğer yönü ise kesilen paranın nereye harcandığıdır. Malûm, uzunca bir süredir Türkiye ağır bir ekonomik kriz içerisinde debeleniyor. Başta inşaat ve enerji sektörleri olmak üzere pek çok şirket batık durumda ve siyasi iktidar kendisine yakın pek çok şirketin batmasına izin vermiyor. Türlü biçimlerde bu şirketlere sermaye akıtmaya devam ediyor. Son aylarda Varlık Fonu tarafından meşhur bir inşaat firmasından tek kalemde 1,5 milyar liralık alım gerçekleştirilmiştir. Daha sırada onlarca patronun beklediğini unutmamak gerekiyor.
Bir diğer alan ise savaş ve askeri harcamalar olacaktır. Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki operasyonların maliyeti milyarlarca doları aşmıştır. Siyasi iktidarın Ortadoğu’da süregiden Üçüncü Dünya Savaşının Suriye cephesinde söz sahibi olabilmek için Rusya ve ABD ile daha pek çok silah anlaşması imzalaması şaşılacak bir durum olmayacaktır. Bugüne kadar F-35 programı, S-400 füze sistemleri gibi kamuoyunca iyi bilinen silah programlarına milyarlarca dolar para harcanmıştır. SU-57 uçakları ya da Patriot füzeleri, önümüzdeki günlerin yeni harcama kalemleri adaylarıdır. Yerli ve milli savunma sanayii adı altında ülke içerisinde de sermayenin silah sanayiine yatırım yapması yönünde pek çok ballı teşvik patronları beklemektedir.
Vergiler ve enflasyon ile işçi-emekçi halkı soyan siyasi iktidar, elde ettiği geliri bir avuç asalak patrona ve kendi bekasına harcamaktadır. İşçi-emekçi halktan beklenen ise milliyetçilik rüzgârı altında yoksulluğa, işsizliğe itiraz etmemesi, en temel haklar için bile sesini çıkarmamasıdır. En başta işaret ettiğimiz üzere Türkiye’de devlet okullarında yaklaşık 15 milyon öğrenci ve 1 milyona yakın öğretmen bulunmaktadır. Toplumun ezici çoğunluğunun eğitim sistemi ile bir ilişkisi vardır. Bu alanda yaşadığımız sorunlar karşısında öğrencilerin, ailelerin ve eğitim çalışanlarının bilinçlenmesi ve birlikte hareket etmesi önemlidir.
Savaşa ve patronlara değil, okullara bütçe!
link: Bahçelievler’den bir eğitim işçisi, Millî Eğitim Bakanlığı Bütçesinin Anlattıkları, 25 Kasım 2019, https://en.marksist.net/node/6788
Artan İntiharlar Neyi Gösteriyor?
İsyan Dalgasının Endonezya Halkası