Son süreçte yaşanan isyan dalgasına Güney Amerika ülkelerinden Ekvador da eklendi. Lenin Moreno liderliğindeki burjuva hükümetin 1 Ekimde ilan ettiği ekonomik saldırı paketine işçilerin ve taşıma sektöründeki emekçilerin grevle yanıt vermesinin ardından eylemler tüm ülkeye yayıldı. Kitlesel protesto gösterileriyle birlikte yüz binlerce emekçinin sokağa dökülmesi hükümeti alarm durumuna itti. 3 Ekimde 60 günlük olağanüstü hal ilan eden ve emekçilerin üstüne polisi salan Moreno, hareketi bastırabileceğini düşünse de aksine toplumsal öfkeyi daha da arttırdı. And dağlarındaki yerlilerle birlikte on binlerin yürüyüşe geçerek başkent Quito’ya akması hükümeti telaş içinde başkenti terk etmeye itti. Ülkenin finans başkenti olarak anılan Guayaquil kentine kaçan Moreno hükümeti, bu kararla Ekvador tarihinde bir ilke de imza atmış oldu.
2007-2013 yılları arasında Rafael Correa liderliğindeki burjuva sol hükümette başkan yardımcılığı yapan Moreno, 2017’de başkanlık koltuğuna oturmasının ardından neo-liberal bir çizgiye yönelmişti. Oysa Chavez ve Lula gibi burjuva sol liderlerle ortak bir politik hatta bulunan Correa, iktidara geldikten sonra, petrol gelirlerinden ve sermaye üzerindeki vergilerin arttırılmasından elde edilen kaynaklarla finanse edilen bir ekonomik-sosyal program uygulamaya koymuş, eğitim, sağlık ve diğer sosyal alanlarda önemli bir iyileşme sağlamıştı. 2014’ten sonra düşüşe geçen petrol fiyatlarına paralel olarak derinleşen ekonomik krizin etkisiyle Correa güç yitirmeye başlamıştı. 2016’da istifa etmesinin ardından, Correa’nın da sol ittifakın adayı olarak desteklediği Moreno 2017’de başkan seçilmişti. Moreno koltuğa oturduktan kısa bir süre sonra ABD’yle ilişkilerde de yakınlaşmaya gitti. Örneğin Ekvador’un İngiltere büyükelçiliğinde kalan Julian Assange’ın ABD’nin baskısıyla İngiltere’ye teslim edilmesi de onun döneminde oldu. Bir sosyalist olan babasının Lenin’e olan hayranlığı nedeniyle ona bu ismi koyduğu Moreno, bugün kapitalist saldırı politikalarının Ekvador’daki şampiyonluğuna soyunuyor. Fakat uyguladığı IMF programı, ülkeyi büyük bir isyanla da karşı karşıya getirmiş durumda.
Geri adım atmayacağını duyurup tehditler yağdırarak hareketi bastırma planları boşa çıkan Moreno, bir hafta sonra “samimi diyalog” çağrısı yaptı. Ne var ki, gemileri yaktık diyen emekçiler çoktan başkente doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Önlerine çıkan tüm engelleri aşıp geçen on binler Quito’ya ulaştılar ve pek çok devlet kurumunu işgal etmenin yanı sıra parlamentoyu da kuşattılar. Moreno çareyi hükümeti başkentten kaçırmakta bulurken, hareketi karalamak için “dış güçlerin oyunu” mavalları okumaktan da geri durmadı. Bütün yaşananların müsebbibi kendisi ve hükümeti değilmiş gibi, Venezuela devlet başkanı Maduro’yu ve eski devlet başkanı Correa’yı kendisine komplo kurmakla suçladı.
Bu yalanlar ve tehditler karşısında çileden çıkan işçiler ve emekçiler 9 Ekimde genel greve giderek ülkeyi felç ettiler. Nüfusun yaklaşık %25’ini oluşturan yerlilerin ağırlıkta olduğu CONAIE de başkentte “halk meclisi” ilan etti. Burjuva medya ise gerçekleri çarpıtmak için işbaşındaydı elbette. Her isyanda emekçilerin karşılaştığı rutin karalamalar bu isyanda da yaşandı. Emekçi kitleler vandallıkla, yağmacılıkla, şiddet uygulamakla suçlanarak hareket yalıtılmaya çalışıldı. Öte yandan toplantı, grev ve gösteri hakkını askıya alarak, sokağa çıkma yasağı ilan ederek diktatoryal önlemlere başvuran Moreno, polisi ve orduyu halkın üstüne salarak ve gözaltı terörüne başvurarak kitleleri sindirmeye çalıştı. On gün içinde 1000 kişiyle birlikte taksi sürücüleri sendikasının lideri de “kamu hizmetlerini felç etme” suçlamasıyla gözaltına alındı. Polis saldırısı nedeniyle ölen 7 emekçinin yanı sıra 2000’e yakın insan da yaralandı. Ölenler arasında 50 yaşında bir CONAIE lideri de yer alıyor.
Bu durum sadece Ekvador’da değil dünyanın pek çok ülkesinde yaşanmaktadır. Haiti’de, Honduras’ta, Arjantin’de, Irak’ta, Cezayir’de, Sudan’da, Ürdün’de ve daha pek çok ülkede ayağa kalkan emekçiler, bazı durumlarda politik devrim diye nitelendirilebilecek denli ileri giden isyanlara imza atarken, bazı durumlarda sadece burjuva hükümet değişikliklerine yol açmakta, kimi kezse burjuva hükümetler saldırı programlarını belli süreliğine geri çekerek patlak veren isyanları yatıştırma yoluna gitmektedirler. Ne var ki iktidarı kendi ellerine alamayan işçi ve emekçiler, 2000’lerden bu yana yaşanma sıklığı giderek artan bu örneklerin tümünde, çok geçmeden yeni saldırı paketleriyle yüz yüze kalmışlardır. Ekvadorlu emekçilerin yakın tarihi de buna işaret etmektedir. Ekvadorlu emekçiler açık bir devrimci duruma işaret edecek denli ileri giden ayaklanmalara imza atmışlardır. Örneğin 1997, 2000 ve 2006’da burjuva hükümetlerin benzer saldırı paketlerini güdeme getirmelerinin ardından sokağa dökülen emekçiler, bu kararları alan hükümetleri alaşağı etmişlerdir. Ne var ki bunların her birinde hareketin başını çeken CONAIE, egemenlerle bir şekilde anlaşarak yaşanan isyanın düzen sınırlarını aşmasını engellemiştir. Sadece Ekvador örneği değil diğer ülkelerde yaşananlar da, kapitalizmin yol açtığı sorunlar karşısında çeşitli sınıfların gösterdiği tepkilerin, mücadele yöntem ve hedeflerinin köklü farklılıklar gösterdiğine işaret etmektedir. Devrimci bir önderlikten yoksun olan işçi ve emekçilerin şu ya da bu burjuva ya da küçük-burjuva yapıların önderliğinde elde ettikleri kazanımlar son derece sınırlı olmakta, bunların kalıcılığından söz etmek mümkün olamamaktadır. Zira bunları doğuran kapitalizm olduğu yerde durmaktadır ve mücadele henüz bu sınırın dışına taşamamaktadır.
link: Marksist Tutum, Ekvador: İsyan Dalgasında Bir Halka Daha, 14 Ekim 2019, https://en.marksist.net/node/6768
Filipinler’den Bir Diktatörlük Hikâyesi: Ferdinand Marcos
Mücadele Gücü