Geçtiğimiz Mayıs ayında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Yüksek İstişare Kurulu (YİK) oluşturuldu. Kurul, Bülent Arınç, Köksal Toptan, Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin ile Yıldırım Akbulut gibi eski Meclis başkanlarından oluşuyor. Rejimin karakterine uygun olarak “kurulun çalışma usul ve esasları ile kurul üyelerine yapılacak ödemelerin” de Cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenmesine karar verildi.
Basına yansıyan bilgilere göre YİK üyelerine 13 bin lira maaş verilmesi kararlaştırılmıştı. Sonrasında ise kurulun ilk toplantısında maaşların 18 bin liraya çıkarıldığı iddia ediliyordu. Bu zam haberi tepki toplayınca Bülent Arınç şu sözlerle yanıt verdi: “Bir ücret alacaksak, biz bunu hiç konuşmadık ki. Konuşmaya değer mi? … Şimdi benim ne alacağımı ben düşünmüyorum ki, birtakım edepsizler yorum yapsınlar. Milletvekili ne kadar alıyor, emeklisi ne kadar maaş alıyor seni ne ilgilendiriyor kardeşim?”
Asgari ücretin 2000 lira olduğu, memura, emekliye %5 zam yapıldığı bir ülkede, söz konusu rakamlar cumhurbaşkanının keyfince belirlediği kişilere keyfi bir şekilde maaş olarak dağıtılırken, işçiye, memura, emekliye “sana ne kardeşim” denmekle kalınmıyor, bir de edepsizlikle suçlanıyor! Sanki o paralar babalarının ceplerinden ödeniyormuş gibi!
İktidar yandaş kesimlere kaynak aktarırken, işçinin alın terini sermayeye peşkeş çekerken hiç de maliyeti düşünmüyor, son derece cömert davranıyor. Ekonomik krizin belini iyice büktüğü işçilerin taleplerine ise hakaretle, baskılarla yanıt veriyor. İşçiler hayat pahalılığına, işsizliğe, yoksulluğa karşı sesini çıkardığında iktidar tarafından hemen “türedi, terörist, vatan haini” olarak yaftalanıyorlar. Sokağa çıkan, işyerinde hakkını alabilmek için eylem yapan, emeklilik hakkını isteyen işçiler karşılarında devletin kolluk güçlerini buluyorlar. Yaftalanarak, baskıya ve şiddete maruz kalıyorlar. Onlar için en makbul vatandaş sesini çıkarmayıp iktidarın yalanları karşısında susan, hükümetin ve burjuvazinin saldırıları karşısında sessiz kalan vatandaş oluyor.
EYT’li işçiler gasp edilen emeklilik haklarını alabilmek için aylardır eylemler yaparak seslerini duyurmaya çalıştılar ve hâlâ da mücadele ediyorlar. Hatırlarsak Cumhurbaşkanı vaktiyle EYT’li işçilere şunları demişti: “Ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimiz bir dönemde böyle bir yükü milletimizin ve ülkemizin sırtına bindirmeye hakkımız var mı diye ben bunu milletime soruyorum. Öyle şeyler oluştu ki ekonomik kurtuluş savaşını verdiğimiz günlerde fırsatçılar türedi. Bir diğer taraftan da karşımıza bunlar türedi.”
Hani ekonomik kurtuluş savaşı veriyorduk? EYT’lilerin emeklilik haklarına, asgari ücrete, memura yapılacak üç kuruş zamma gelince ülkenin sırtına yük bindirmekten bahsediyorlar ama sıra kendilerine geldiğinde kesenin ağzını açıyorlar. Bülent Arınç bir işçinin hayal bile edemeyeceği miktarda aldığı emekli maaşından, Meclis Başkanlığındaki yerinden, kendisine tahsis edilen araçlardan, yani halkın vergileri ile kendisine sağlanan olanaklardan bahsederken, alacağı maaşı konuşanlara utanmadan “edepsiz” diyebiliyor.
İşçiler, emekliler, aybaşında ellerine geçen maaşla en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlar. Çarşı pazarda gıda fiyatları işçi ailelerinin cebini her geçen gün daha çok yakıyor. Gıdadan ulaşıma, akaryakıttan giyime her şeye zam üstüne zam yağıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi işsizlik rakamları almış başını gidiyor. Krizin işçi sınıfının yaşamını dört bir koldan cendereye aldığı bu koşullarda Bülent Arınç maaşına zam yapılıp yapılmadığını sorgulayan insanlara “edepsiz” demeye cüret ediyor. Asıl edepsizlik işçi sınıfı yoksulluk koşulları altında inim inim inliyorken, biz işçilerin alın teri ile birilerinin zevkusefa içinde yaşamasıdır. Asıl edepsizlik iktidardakilerin kendi siyasi çıkarları için halkın parasını har vurup harman savurmasıdır. Asgari ücrete, memura, emekliye zamma gelince ekonomik krizden, fedakârlıktan bahsedenler sıra kendilerine gelince şatafatlı yaşamlarından zerre kadar ödün vermiyorlar. Milliyetçi propagandalarla bizlerden sürekli fedakârlık yapmamızı istiyorlar. Krizin faturası işçi-emekçilere en ağır şekilde ödettirilirken, sıra egemenlere ve egemen sınıfın temsilcilerine gelince ne hikmetse krizden hiç bahsedilmiyor. Bizim payımıza daha çok yoksulluk, onların payına ise daha çok bolluk düşüyor bu düzende.
Burjuva siyasetçiler bugün işçi sınıfının örgütsüz oluşundan cesaret bularak bizlere “edepsiz” deme cüretini gösteriyorlar. Bizlerin sırtından yaşadıkları tasasız hayatlara öfke duyduğumuzda, sesimizi çıkardığımızda her türlü hakarete ve suçlamaya maruz kalıyoruz. Onlar bugün işçi sınıfının gözüne soka soka lüks yaşamlarını sürdüredursunlar. Ama unutmasınlar ki, edepsiz dedikleri bu işçiler günü geldiğinde bu düzeni onların başına yıkmasını da bilirler.
link: Pendik’ten bir kadın işçi, Asıl Edepsizlik Hangisi?, 9 Temmuz 2019, https://en.marksist.net/node/6696
İsviçre’de Kadın Grevi: Kapitalizm Altında Eşitlik Yok!
Yaşasın Enternasyonal Dayanışma