30’ların ortasında patlak veren fabrika işgalleri dalgası Amerika’nın dört bir yanına yayılmıştı. İşçiler, fabrikaları işgal ederlerse sadece üretimi durdurmakla kalmayıp, grevkırıcıların onların yerine gelmesini de engelleyebileceklerini anlamışlardı. Grev dalgasına değişik sektörlerden on binlerce işçi katıldı. İşçiler genelde daha iyi çalışma koşulları ve Birleşik Otomobil İşçileri (UAW) sendikası gibi yeni sanayi sendikalarının tanınmasını talep ediyorlardı. Bu işgallerin en önemlilerinden biri, 1937’de, Michigan eyaletinde bulunan Flint kentindeki otomobil fabrikalarında gerçekleşti. Flint’te işçiler haftalarca direndiler ve işçilerin yegâne temsilcisi olarak UAW’yi tanımak zorunda bırakarak General Motors’a karşı büyük bir zafer kazandılar. Sosyalist Genora (Johnson) Dollinger, bu işgal eylemlerini ve etkilerini anlatıyor.[1]
Flint’te grevden önceki koşullar çalışanlar için çok bunaltıcıydı. Güneyin iç kesimlerinden şehre büyük bir işçi akını yaşanıyordu. İnsanlar iş bulmak için kuzeye geliyorlardı, çünkü geldikleri yerde hiç iş yoktu. Külüstür arabaların üstüne attıkları eşyalarıyla geliyorlar ve bulabildikleri en ucuz eve yerleşiyorlardı. Bunlar genelde, içinde su tesisatı ve ısıtıcı bulunmayan tek ya da iki odalı yerlerdi. Yıkama suyunu, banyo suyunu ve evlerini ısıtmak için yalnızca gaz sobaları bulunuyordu. Bütün giysilerinde gazyağı kokusunu alabilirdiniz. Çok yoksullardı.
Flint’in, bu yoksul güneylilerinin çoğunun yerleştiği Fenton Road civarındaki küçük bir bölgesinden bir kadın geldi. Ayağında keten ayakkabılarla ve eldivensiz, karlar içinde, grev gözcüsü hattı boyunca yürüdü. Harika bir insandı. Her gün oradaydı, tekrar grev gözcüsü hattına gelmeden önce sendika merkezinde ısınmasını sağlamamız gerekiyordu.
Grevden önce, kadınların herhangi bir etkinliğe katılma şansları yoktu. Gidebildikleri tek yer küçük mahalle kiliseleriydi. Bazı komşularını tanıyor ve bu küçük kiliselere gidiyorlardı, hepsi bu. Erkekler birahanelere takılırlar ve diğer erkeklerle iş sorunlarını ya da başka şeyleri konuşurlardı. Birbirlerini işyerlerinden tanıyorlardı.
O günlerde fabrikada çalışırken kimse sizin isminizin ne olduğuyla ilgilenmiyordu. Eğer sarışınsanız size “Sarı” diye seslenirlerdi. Yahut saçınız siyahsa “Kara” olurdu adınız. “Şu adam kim” diye sorarsanız, “Bilmiyorum, filanca bölümde, Fabrika 4’te, orta hatta çalışıyor” yanıtı alırdınız. O sadece “Kara” ya da “Bücür” yahut da benzer bir takma isimdi. Fabrika içinde kimliklerini ve haklarını tümüyle yitirmiş ücretli kölelerdi.
Başlarda, sendikaya üye yapılmaya girişildiğinde, bu işçiler kendileri için çok kıymetli olan bu işi kaybedebileceklerinden korkarlardı. O sırada, otomobil fabrikalarında çalışan erkekler, saatte kırk beş cent civarında bir para alıyorlardı. General Motors’un Buji bölümünde çalışan genç kızlar, küçük araba parçaları yapmak için saatte on iki buçuk cent kazanıyorlardı. Bu, kadınların çalıştığı tek fabrikaydı…
“Bir kez General Motors’un kapısından girince Birleşik Devletler Anayasasını unut” derlerdi. Bu fabrikaya girdiklerinde işçilerin hiçbir hakkı yoktu. Eğer bir ustabaşı sizin saç tarzınızı beğenmediyse ya da sizden hoşlanmadıysa –ona ters bir şekilde bakmış ya da bamteline basan bir şey söylemiş olabilirdiniz– sizi işten atabilirdi. Başvuracak yer yoktu, hiçbir şey yoktu. Ve hemen hemen tüm ustabaşılar işçilerden kendilerine Şükran Gününde hindi getirmelerini, Noelde hediye vermelerini, arabalarını tamir etmelerini ve hatta evlerini boyamalarını beklerlerdi. İşçiler sinmiş haldeydiler, çünkü ustabaşıların onlara yapmalarını söylediklerine riayet etmezlerse işlerini kaybederlerdi ve aileleri aç kalırdı. Tüm bunlardan GM fabrikalarındaki işçilerin nasıl bir kölelik ve tahakküm altında olma duygusunda olduklarını görebilirsiniz.
Sadece bu da değil. İşçiler örgütlenmekten söz etmeye başladıklarında, yönetim, birbirleriyle konuşan ve hatta birazcık birbirine yaklaşan insanları izlemek için dudak okuyabilen birilerini tutardı; böylece sendika hakkında konuşup konuşmadıkları anlaşılabilecekti. Sosyalist Parti üyesi olan arkadaşlarımızdan biri, Chevrolet fabrikasında ilk UAW rozetini takmıştı. Anında işten atıldı. Mesaiye başlayamadı bile. Rozeti gördüler ve yaptıkları bu oldu. Bir birahaneye ya da onun gibi bir yere gidip sendikadan söz etmeye başlarsanız, genelde, GM’nin tuttuğu çetelerden okkalı bir dayak yemeden eve dönemezdiniz.
Fabrikaların içerisindeki durum buydu. Dışarıdaki berbat şartlarla –kötü yaşam koşulları, yetersiz gıda, yetersiz tıbbi bakım ve diğer şeyler– birleştiğinde, otomobil işçileri, bir sendikaya katılmadıkları sürece bu adaletsizlikten hiçbir şekilde kaçamayacakları sonucuna varıyorlardı. Tabii hepsi bir seferde karar vermediler…
Grevden önce epey bir hazırlık çalışması yapılmıştı. Bu hazırlık çalışması radikal partilerce gerçekleştirilmişti. Flint ve Detroit’te çok aktif olan birçok örgüt vardı: Komünist Parti, Sosyalist İşçi Partisi, Sosyalist Parti ve Dünya Sanayi İşçileri Sendikası (IWW). Bunların merkezleri, Komünist Parti hariç, Pengelly Binasındaydı. Bu, Flint’teki Birleşik Otomobil İşçileri Sendikasının ana grev karargâhı haline gelen çok eski bir binaydı. Hatta grev devam ederken, bizim odalarımız ikinci kattayken, temel etkinliklerin yapıldığı konferans salonuysa üçüncü kattaydı.
Grev patlak vermeden iki yıl önce, Sosyalist Parti, Flint’te, Endüstriyel Demokrasi Birliğini (LID) örgütlemişti. Garajlarda ve bodrumlarda gizli toplantılar yapardık, böylece insanlar yakalanmaz ve dayak yemezlerdi.
Biz büyüdükçe Sosyalist Parti bize New York’tan konuşmacılarını göndermeye başladı. Bunların çoğu Brookwood İşçi Okulundandılar.[2] En büyük Methodist kilisesinin bodrumunda ve Mason Tapınağında gerçekleştirilen bu toplantılar için broşürler dağıtıyor, biletler satıyorduk.
Esasen sosyalizm hakkında, buna ek olarak da emek tarihi ve mevcut gelişmeler (siyaset alanında olup bitenlere odaklanarak) üzerine dersler oluyordu. Bunlar çok rağbet gören toplantılardı. Toplantılarımızın bazılarına üç ya da dört yüz insan katılırdı.
Bunların hepsi grevden önceydi; mücadelenin gerçekten patlak vereceği, işçilerin daha fazla dayanamayıp ayaklanacağı zamanlara hazırlıktı. Bir sosyalistler çekirdeği, bunun eninde sonunda gerçekleşeceğini biliyordu …
İlk işgal eylemi, meydana gelen büyük bir sorun üzerine, 30 Aralıkta, 2 nolu küçük Fisher Body fabrikasında yaşandı. İşçiler yetti artık noktasına gelmişlerdi ve militan bir önderliğin yönlendirmesiyle fabrikayı işgal ettiler. 1 nolu büyük Fisher Body fabrikasındaki UAW liderleri Fisher 2’deki işgali duyduklarında, onlar da işgal başlattılar. Bu cüretkâr bir hareketti, politik liderlik gerektiriyordu. Siyasi partilerin liderleri, emek tarihini inceledikleri için, yapmak zorunda oldukları şeyi ve şirketlerin zalimliğini iyi biliyorlardı…
İlk işgal eylemi başladıktan sonra, nasıl yardım edebileceğimi görmek için oraya gittim. Zamanımın tamamında ya grev gözcüsü hattındaydım ya da Pengelly Binasında. Fakat grev liderlerinin bir kısmı benim kim olduğumu da, sendikacılık vb. konularda eğitim sınıflarında yer aldığımı da bilmiyordu. Bu yüzden, “Mutfağa git. Orada çok yardıma ihtiyacımız var” diyorlardı. Bir kadına başka ne yapmasının söylenebileceğini bilmiyorlardı. Onlara, “burada soğuk grev gözcüsü hattında uzun süre duramayacak bir sürü ufak, sıska erkek var. Onlar da kadınların yaptığı gibi patates soyabilir” dedim. Mutfak görevi işini geri çevirdim.
Onun yerine, bir çocuk grev gözcüsü hattı örgütledim. Karton ve boyalar getirdim ve bu çocuk grev gözcüsü hattı için dövizler hazırladım. Sosyalist yoldaşlarımdan biri gelip bana “Genora, burada ne yapıyorsun?” dedi. Ona “senin işini yapıyorum” diye yanıt verdim. Kendisi profesyonel bir tabelacı olduğu için, döviz projesini ona devrettim ve döviz departmanının başlangıcı böyle oldu.
Çocuk grev gözcüsü hattını sadece bir kez oluşturabildik, çünkü çok tehlikeliydi, fakat bu sayede muazzam bir tanınırlık kazandık, hem de uluslararası düzeyde. Elinde “Babam biz küçük afacanlar için grevde, ZAFERE KADAR!” yazan bir döviz tutan iki yaşındaki oğlum Jarvis’in resmi bütün ülkeye yayıldı. İnsanlar bana Fransız gazetelerinden, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinden makaleler gönderdiler. Haberlerin o kadar uzağa gitmesinin dikkat çekici olduğunu düşünüyorum….
Şirket grevi kırmaya karar verdi. 11 Ocakta 2 nolu küçük Fisher Body fabrikasına saldırdılar. O gün grev gözcüsü hattındaydım ve olup bitenleri görmek hayret vericiydi. Fabrika güvenlikçileri işçilerin dışarıdan yiyecek almalarını 24 saat boyunca engellediler. Hava çok soğuktu ve güvenlikçiler binadaki ısıtma sistemini kapatmışlardı. İçerideki işçiler çok öfkeliydi.
Sonra şirket polisi ve şehir polisi ateş etmeye başladı. Önce fabrika binasının içine gözyaşartıcı gaz attılar, ama gaz bombalarını içeriye atabilmek çok zordu, bu yüzden fabrika önünde bekleyen geniş kalabalığın üstüne gaz atmaya ve ateş etmeye karar verdiler. Polis tüfek, saçma, yangın bombası ve gaz kapsülü kullanıyordu. Bu pek çok insan için bir şoktu. General Motors’un bizi dışarıda dondurmayı deneyeceğini ya da fabrikaların içinde bir şeyler yapacağını düşünmüştük de, kentin tam ortasında üstümüze açıktan ateş edebilecekleri aklımıza hiç gelmemişti.
Sendikanın grev gözcüleri kendi arabalarını alıp, polisin bize her iki uçtan ulaşamaması için barikat oluşturdular. Ardından radyoda, Flint’ten başlayan bir devrimin yaşandığı türünden şeyler söylenmeye başladı. “Komünistler sendikayı ele geçirmek için şehre geliyorlar” propagandası sayesinde, çatışmanın her iki tarafında da çok sayıda insan toplandı. Polis hedefi tutturamayınca, gaz ve mermiler, başımızın üstünden geçerek izlemeye gelen kalabalığın içine düştü. Çok korkunçtu. İnsanlar kaçıp caddenin üstündeki lokantalara daldılar.
Çatışma epey bir süre devam etti. İşçiler barikat kurmak için polis araçlarını ters çevirdiler. Kendilerine atılan yangın bombalarını toplamak için koşturuyor ve onları polislere geri fırlatıyorlardı. Hava çok ama çok soğuktu. Fabrika içindeki işçiler polise karşı yangın hortumlarını kullanıyorlardı ve yere düşen suyun üstü hızla buz tutuyordu.
Sosyalist Parti üyelerimizden birini, Fred Stevens’ı görmüştüm; buzlu suyun aktığı bir oluğun üstünden atlıyordu. Bacağından fışkıran kan suya akıyordu. Bir an için basiretim bağlandı.
Erkekler benden kenara çekilmemi istediler. Bilirsiniz, eski “kadınları ve çocukları koruma” hikayesi. Eğer etrafta kadınlar ve çocuklar varsa, onların dışarı çıkarılmasına eşlik et, onları koru. Onlara “Benden uzak durun. Sizinki kadar silahım var benim de” dedim. Orada kalan tek kadındım.
Çatışma saatlerce devam etti. Bu zaman boyunca, grev gözcülerinin ses aracı talimatlar veriyor ve dışarıdaki insanlar kadar fabrika içindekilerin de cesaretlerini arttırmaya çalışıyordu. Victor Reuther bir süre konuşuyor ve sonra onun yerini diğer erkekler alarak onu dinlendiriyorlardı. Fakat yalnızca erkeklerin sesi çıkıyordu. Bir ara Victor geldi ve ses aracındaki akülerin zayıfladığını söyledi.
Kafamda ışıklar çaktı. “Büyük bir insan kalabalığına seslenmek için hiç hoparlör kullanmadım, ama onlara burada kadınların da olduğunu söylemeliyim” diye düşündüm. Bu yüzden ona “Victor, hoparlörü alabilir miyim?” diye sordum. “Kaybedeceğimiz bir şey yok” dedi.
Yaptığım ilk şey polise saldırmak oldu. Onlara şöyle seslendim: “Korkaklar! Korkaklar! Silahsız erkekleri karnından vuruyorsunuz, çocukların annelerine ateş ediyorsunuz.” O zaman her şey bir anda sustu. Hattın iki tarafında da sessizlik oldu. “Kadınlar bunu bitirebilir” diye düşündüm. Bu yüzden kalabalığın içindeki kadınlara seslendim: “Polis hattını yarıp geçin ve buraya gelip kocalarınızın, kardeşlerinizin, amcalarınızın, sevgililerinizin yanında durun.”
Akşamın alacakaranlığında, bir kadının gelmek için mücadele ettiğini zar zor görebildim. Bir polis onu paltosunun arkasından yakalamıştı. Kadın paltosunu çıkardı ve çatışma bölgesine yürümeye başladı. Bu olur olmaz diğer kadınlar ve erkekler de onu izledi. Polis bize doğru gelen insanları sırtından vuramazdı, böylece çatışmanın sonuna gelindi. Seyirciler çatışmanın merkezine geldiğinde ve polis geri çekildiğinde, büyük bir zafer çığlığı koptu. Bu çatışma Kaçan Boğalar[3] Çatışması olarak bilinir, çünkü polisleri kaçırmıştık…
Grevin ardından otomobil işçileri farklı insanlar olmuşlardı. Aktif olarak katılan kadınlar farklı türden kadınlar haline gelmişlerdi; işçi hareketi içerisinde herhangi bir yerden, özellikle de Flint kentinden aşina olduğumuz kadınlardan çok farklı türden kadınlar. Farklı bir şekilde yürüyorlardı, başları yukardaydı, kendilerine güvenleri tamdı. Sadece zihnen farklı değildiler, fiziksel olarak da farklıydılar. Olayların başında gördüğünüz bu kadınlardan birini, tüm bir hayatına sığdırabileceği şeyleri öğrendiği ve duyumsadığı bu deneyimden kısa bir süre sonra tekrar görseydiniz, tümüyle farklı bir kadın görmüş olurdunuz.
[1] Genora Dollinger’le 1995 Şubatında yapılan bir söyleşiden aktaran: Howard Zinn, Anthony Arnove; Voices of a People’s History of the United States, Seven Stories Press
[2] Brookwood Labor College, 1919’da kurulan ve kuruluş döneminde AFL (Amerikan İşçi Federasyonu) tarafından desteklenen bir işçi okuluydu. Militan sendikal duruşu nedeniyle daha sonra AFL’nin desteğini çektiği bu okul, mali sıkıntılar nedeniyle 1937’de kapandı.
[3] Boğa manasına gelen “bull” aynı zamanda polis anlamında da kullanılıyor -çn.
link: Genora (Johnson) Dollinger, 1936-37 General Motors İşgali, 14 Kasım 2018, https://en.marksist.net/node/6529
Hegemonya Krizi, Almanya ve “Hasta Adam” Türkiye