İngiltere kraliyet ailesi şimdiye kadar her yedikleri naneyi “itibardan tasarruf olmaz” gibisinden lanse etmiştir. Yakın zaman önce de kraliyet düğünü benzer şekilde bu haramilerin medyası aracılığıyla dünya işçi ve emekçilerinin evlerine kadar servis edilmişti. Bu düğünde yenilip içilenler İngiliz işçi sınıfına o kadar uzaktı ki, kimse adlarını dahi bilmiyordu. Bizde de “itibardan tasarruf olmaz” diyenlerin Sarayda yiyip içtiklerinin adlarını telaffuz edebilmek dahi zor iş. Kraliyet ailesi bu sene ikinci düğününü yapmış. Bu düğünde de, geçmişte olduğu gibi, aynı şatafat varmış. Yalnız bir farkla, Kraliçe Elizabeth’in torunu ve sekizinci sıradaki varisi Prenses Eugenie düğününde skolyoz ameliyatı izlerinin göründüğü bir gelinlik giymiş. Evlendiği kişi iş adamı Jack Brookksbank. Düğünleri Windsor Kalesi’ndeki St. George Şapeli’nde yapılmış. Bütün haramiler sürüsü ve onların medyası tam tekmil düğünde yerlerini almışlar.
Ameliyat izlerini gizlemeyen Prenses Eugenie, ameliyat izlerinin göründüğü gelinliği için, “bu tedavi sürecimle ilgilenen insanları onurlandırmanın ve aynı süreçten geçen gençlerin sesini duyurmanın harika bir yolu” diyor ve ekliyor: “Güzellik anlayışını değiştirebileceğimizi ve insanlara yaralarımızı gösterebileceğimizi düşünüyorum.” Prenses Eugenie 12 yaşındayken Kraliyet Ulusal Ortopedik Hastanesinde skolyoz ameliyatı olmuş. Şimdi 28 yaşında. Ancak onun bu davranışı onun egemen sınıfın üyesi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Savaş çığırtkanlığı ve krizin etkileri tüm dünyada artıyor. Bizdeki haramilerin “kriz mriz, sakın ha” diyerek her gün gündem değiştirmek için takla üstüne takla atmaları gibi, İngiliz kraliyet ailesi de ameliyat izleriyle masumiyet rolü kesiyor, gündem değiştirmiş oluyor. Dünyanın dört bir yanında kraliyet ailesinin düğünü “prenses yarasını gösterdi” diye çıkıyor burjuva medyada. Mesaj işçi sınıfının örgütsüz milyonlarının gözüne gözüne sokuluyor. Türkiye’de de televizyonlarda döndürüp döndürüp veriyorlar. Gazetelerde de öne çıkartılan aynı fotoğraf manşet yapılmış. Bu denli önem vermelerinin elbet var bir hikmeti! O da belli. “Prenses de sizden biri!”
Bugün dünyanın dört bir yanında sömürücü asalakların çıkarttığı kriz nedeniyle sömürülenler açlık, yoksulluk içinde debeleniyor. İşsizlik tüm dünyada çığ gibi büyüyor. Dünyayı yeniden aralarında pay etmek için on yıllardır savaşı tüm hızıyla sürdürüyorlar. Dünyayı yeniden kana boğmak için geçmişte kullandıkları silahların çok daha gelişmişi ellerinin altında bulunuyor. Başta Afrika, Ortadoğu olmak üzere, günde kaç yoksul insanın savaşlar yüzünden öldüğü tam olarak bilinmiyor. Çocuklar açlıktan ölüyor. Sağlık olanaklarına ulaşılamadığından en basit tedaviyle iyileşebilecekken, ya ölüp gidiyorlar ya da ömür boyu acı çekerek sakat kalıyorlar. Bazı hastalıklarsa ya genetik ya da çevresel nedenlerden olabiliyor.
Prensesin pek “iyi niyetli” biçimde gündeme getirdiği skolyoz hastalığı da aslında en çok işçiler, emekçiler arasında görülen bir hastalık. Bu da tesadüf değil tabii ki. Skolyoz (omurga eğriliği) aslında bir hastalık değil, bir hastalığın sonucu. Nadiren anne karnında ve genetik olabiliyor. Büyük bölümü çocuğun küçük yaşlarda ağır yük taşıması, omuzlardan birine yükün ağırlığının binmesi sonucu oluşuyor. Örneğin kraliyet ailesinin tepesine çöreklendiği İngiltere’de geçen yüzyılda, çocuk işçilerin omurgalarının çok ağır yükler altında kaydığı bilinen bir şey. Ve erken yaşlarda skolyoz hastalığından dolayı ölüp gittikleri de bir gerçek…
Skolyoz hastalığının önemli sebeplerinden biri iş kazaları ve meslek hastalıkları. Yalnız Türkiye’de 2,5 milyon skolyoz ameliyatı geçirmiş insan olduğu söyleniyor. Erken fark edilip tedavisi yapılmazsa, ciddi akciğer ve kalp sorunları meydana gelebiliyor. Felç riski çok fazla. Ameliyattan sonra ortalamanın çok altında bir yaşam kalitesi söz konusu.
Peki, skolyoz ameliyatı geçirmiş işçiler-emekçiler de prenses gibi iyi durumdalar mı? Maalesef işçi çocukları teknolojinin son nimetlerinden yararlanılan yöntemlerle olmuyorlar skolyoz ameliyatını. Omurgaları baştan aşağı metallerle kilitleniyor. Ve ömürlerinin sonuna kadar ağır ilaçlarla yaşamak zorunda kalıyorlar. Tabiri caizse veterinerin kediye, köpeğe gösterdiği ihtimamı bile görmüyorlar! İşçi-emekçi insanların yaşadığı sağlık sorunu yalnız skolyoz hastalığı mı? Elbette değil. İş cinayetlerinde canından olmayıp da sakat kaldığında, elini, kolunu, bacağını, gözünü kaybettiğinde aynı sorunları dibine kadar yaşıyor işçiler. Meslek hastalıklarından dolayı hem ömürleri kısalıyor hem de o kısacık ömürlerinde ölümü kurtuluş olarak görmek zorunda kalıyorlar.
Çok nadir de olsa egemenlerin çocuklarında da skolyoz olabiliyor, prenses örneğinde olduğu gibi. Ama hiç de yaşam kaliteleri düşmüyor. Normal hayatlarına devam edebiliyorlar. Onların sakat ya da moda ismiyle engelli raporu almaya ihtiyaçları yok. Üstelik böyle bir ameliyat geçirdikleri için, iş bulmak amacıyla gittikleri işyerlerinde ameliyat izlerini gizlemek zorunda da kalmıyorlar. Ayrıca toplumda onlara kimse, “sakat”, “engelli” filan da diyemiyor!
Prenses Eugenie böyle bir ameliyat geçirdiği için burjuva sınıftan kimse, “sapasağlam iş adamı sakat kızla evlenir mi?” demez. Çünkü onların aşkları da, sevgileri de sahip oldukları servetleriyle ölçülür. Sıra onlara sahip oldukları servetlerini üretenlere gelince işler değişir. Örneğin Prenses Eugenie’nin giydiği gelinliği kumaşından ipliğine kadar işçi sınıfı üretti. Kraliçe II. Elizabeth 92 yaşında olmasına rağmen yüzünden sağlık akıyor. Başından eksik etmediği tacını, oturduğu koltuğunu, kısacası sahip oldukları her şeyi üreten işçiler. Erkek çocuklarına siyah, kız çocuklarına beyaz elbiseleri, beyaz ayakkabıları üreten işçiler. Prenses Eugenie “güzellik anlayışını değiştirebileceğimizi ve insanlara yaralarımızı gösterebileceğimizi düşünüyorum” derken, skolyoz hastası işçilerin durumunu değiştirmekten bahsetmiyor elbet. Kendisi de, metalli omurgasıyla tekstil fabrikasında ortacılık yapıp makineciliğe terfi etmek için canla başla çalışacak değil! Bu açıklama ve yara gösterme bize hiç yabancı gelmiyor! “Bakmayın kraliyetin sekizinci varisi olduğuma, ben de sizden biriyim” yutturmacası. Elbette yersen! Biz Türkiyeli işçi ve emekçiler olarak boğazımıza kadar bunlarla doluyuz! Vehbi Koç’un peynirlerin içinden kurtları temizlemesine, Sakıp Ağa’nın yayvan konuşmalarına, Bülent Eczacıbaşı’nın gençliğinde “solcu” olmasına alışığız. Burjuva sınıfın kârlarından zerrece faydalanamamış olsak da, onun borçları “81 milyonun borcudur”! Sarayın yolunu bilmesek de, ejder meyvesinin adını dahi duymamış olsak da, yemişiz gibi hissediyoruz! İngiliz işçi sınıfının, kraliyet ailesinin sarayında yenilip içilenleri bilmediği gibi!
Bugün dünya ölçeğinde işçi sınıfının büyük bölümünün örgütsüz ve dağınık bir halde olmasından güç alıyor haramiler sürüsü. Zaten haramilerin asıl korkusu, işçi sınıfının gözlerinden artık gizleyemedikleri sefahat ve lüks içinde yüzen yaşamları. Bir yanda her gün biraz daha tırmandırdıkları savaşlar, diğer yanda işçi sınıfının boğazını daha fazla sıkan krizin tırmanması. Dünyayı yaşanmaz hale getiren, kirleten, çirkinleştiren, hastalıkları yayan haramiler. Dünyayı kökünden değiştirecek ve güzelleştirecek olansa dünya işçi sınıfı olacaktır!
link: İzmir’den MT okuru bir işçi, Dünyayı Örgütlü İşçi Sınıfı Değiştirecek, Haramiler Değil!, 23 Ekim 2018, https://en.marksist.net/node/6516
Kapitalizm Krizlerden Kurtulamaz
Arjantin’de Kriz ve İşçilerin Mücadelesi